Aşık olur gibi şarkı söyler, şarkı söyler gibi aşık olur, Leman Sam. Sevinçlerini, hüzünlerini, acılarını, mutluluklarını kısacası tüm duygularını, bu kadar yalın yaşayan bir sanatçı o. Onu gördüğünüzde ilk olarak gözlerindeki ışık kıvılcımlarından gelen müthiş enerjiden etkileniyorsunuz. Ardından sakin ve dingin sesi, sizi büyüleyerek bambaşka diyarlara götürüyor, engel olamıyorsunuz. Ama söz konusu hayvanlar, bitkiler, daha doğrusu korunmasız canlılar olunca sesindeki sakinlik, yerini hiddete bırakıyor ve sizi bir anda kendinize getiriyor.
Yıllar önce uzun, şarap rengi saçları, ruhumuza huzur katan sesi ve elbette eşi bulunmaz şarkılarıyla hayatımıza giren Leman Sam, yer aldığı projelerle ve yeni albümünün hazırlıklarıyla ‘ben hâlâ varım, buradayım’ demeye devam ediyor. Hani özellikle son birkaç yıldır ‘Sanatçı kimdir?’ sorusunun tartışıldığı ülkemizde en güzel cevabı bize, duruşuyla veriyor Leman Sam. Biz onu her ne kadar sanatçı kimliğiyle tanısak da o, bambaşka işlere de el atıyor ve yaşam enerjisini sonuna kadar kullanmaya devam ediyor. Leman Sam ile yeni albümü, projeleri ve elbette hayatı üzerine konuştuk.
Şarkı söylemeye başlamadan önce tercümanlık ve jimnastik hakemliği ile uğraştınız. Nasıl oldu da şarkı söylemeye karar verdiniz?
Kısa dönemler içinde birçok iş yaptım. Bütün bunların yanı sıra okul yıllarındayken müziğe başladım. Amerikalılarla birlikte kurduğumuz bir grubumuz vardı. Ancak erkek egemen bir toplumda yaşadığımız için bir şekilde baskı altına alınıyorsunuz. Çok savunmasızdım ve bu baskılardan çok etkilendim. Bu nedenle müzikle, kızlarım büyüyene kadar ilgilenemedim. Sadece kendi kendime çalışmakla yetindim. Ardından İstanbul Devlet Operası’na sözleşmeli olarak girdim. Orada birçok yeni enstrümanla tanıştım. Bu arada bale de yapıyordum, dans da ediyordum. Bütün bunları sergileyebileceğim bir ortam vardı. Fakat gittikçe çok ağır gelmeye başladı. Çünkü kızlarım çok küçüktü ve onlarla ilgilenecek kimsem yoktu. O yüzden operayı bırakmak zorunda kaldım. Zaten ben her çeşit müzik söylemek isterdim. Ama operada öyle bir imkanım yoktu. Böylece bu tarafa doğru bir yol çizmiş oldum. Çok mutluyum ki hâlâ eskimemiş bir şarkıcıyım ve böyle var olmaya devam ediyorum.
“Bana kötü enerji verecek insanlar beni sevmesin”
Yıllardır müziğin içindesiniz. Arada bir kuşak farkı bulunmasına rağmen yaşıtlarımız arasında sizi tanımayan, dinlemeyen yok gibi. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Müziğim gençleri çok rahatsız etmiyor ve genelde dinliyorlar beni. Beni sevmeyen bir kesim de vardır belki, bilmiyorum. Ben zaten fırsat buldukça her yerde söylüyorum. Bana kötü enerji verecek insanlar beni sevmesin, hatta hiç düşünmesinler. Bana, beni ben olduğum için ve beni kabul ederek, bilerek, tanı*** seven insanlar lazım. Herkes beni sevsin diye bir derdim yok.
Şarkı söylemeyi, her şeyi şarkılarla anlatmayı çok seviyorsunuz. Ama yaptığınız 5 albümden de mutlu olmadınız. Bunun nedeni ne?
Çünkü albümler beni çok kısıtlıyor. Şu ana kadar albümlerimde genellikle çok sevdiğim şarkıları okuduğumu söyleyebilirim ama başka şarkılar da söylemek istiyordum. Prodüksiyon firmaları satmaz, tutmaz diye beni çok fazla manipüle ettiler. Bir de şarkıcının yaptığı bir ürünün karşılık görmesi lazım. Yani ben bu yaptığım işten biraz para kazanmalıyım ki, aldığım parayı başka bir zamanda tekrar ürüne dönüştüreyim. Ama ben bu prodüksiyon firmaları yüzünden hiçbir şey kazanmadım. O yüzden de Türkiye’de albüm yapmak çok iyi bir fikir değil. Sadece vitrininizi düzeltiyor, konuşulmanızı ve tanınmanızı sağlıyor. Benim böyle şeylere ihtiyacım yok. Ben sadece yeni şarkılarımı sevenlerime duyurmak istiyorum.
Peki şu anda neler yapıyorsunuz?
Aslında albümün çatısı neredeyse tamamlandı. Önceki albümlerimde kendi şarkılarımı çok koymadım. Ama bu albümde kendi şarkılarıma biraz daha fazla yer verdim. Şu an sesimde ufak bir problem var, o geçince şarkı söylemeye başlayacağım. Bunun dışında fotoğraf çekiyorum, yazılar yazıyorum, söyleşilere gidiyorum, bitki ve hayvanlarla uğraşıyorum, kitap okuyorum, müzik dinliyorum, yoga yapıyorum.
Yoga sizi rahatlatıyor mu?
Doğu öğretileri hayatımdaki en önemli şey. Yogayı ilk yapmaya başladığımda şaşkına döndüm. Çünkü çocukluğumdan beri ne yapıyorsam yogada gördüm ve farkında olmadan aslında yogayla uğraşıyormuşum zaten. Yogada yapılanlar başka bir beden dili ve beni gerçekten çok rahatlatıyor.
Kimi zaman bu topraklardan göçüp gitmeyi düşündüğünüzü söylüyorsunuz. Bunu gerçekten istiyor musunuz?
Hem de çok sıklıkla. Yaşam hakkına saygı duymak bence insanların birinci şartıdır. Ben herkes hayvan, bitki sevsin demiyorum, ama yaşam hakkı denilen bir şey var. Bunları gördükçe, yaşadıkça, gitmek istiyorum buralardan.
Şarkılarınızda hep yaşanmışlıklar var. Onlarla kendinizi bağdaştırıyor musunuz?
Çok az şarkım beni anlatmıyordur diye düşünüyorum. Onlar da prodüksiyon firmasının koymak istediği şarkılardır. Ama benim kendi irademle seçtiğim şarkılar beni anlatırlar.
“Siyasi duruşum bana çok para kaybettirdi”
Hangi şarkılarınız bunlar?
“Hey Yıllar”, “Anladım ki”, “İllâ”, “Kıyamam Sana”, “Her gün Pazartesi”, “Rüzgar”, “Gönül” gibi birçok şarkı var. Hepsi benim severek seçip, söylediğim şarkılar. Onları seçerken her zaman sevilsin, dinlensin diye seçmişimdir, ki öyle de oldu zaten. Şarkılarımı bir zamanlar dağlara, taşlara, bitkilere söylerken, bugün onları bilen, seven insanlar olması ve onlara şarkı söylüyor olmam müthiş gurur verici. Yıllardır albüm yapmamama rağmen hâlâ seviliyorum. Bir şarkıcı başka ne ister ki? Siyasi duruşum da aslında bana çok para kaybettirdi; ama çok insan kazandım.
Bu anlamda kendinizi gerçekten tanıtabildiğinize inanıyor musunuz?
Evet. Örneğin kışın çok kar yağdığı zamanlarda Trabzon’da bir konserim vardı. Uçaklar çalışmıyordu ve ben nasıl gideceğimi bilmiyordum. Ama tüm kötü şartlara rağmen gitmeye karar verdim. Çünkü söz vermiştim ve biletler de satılmıştı. Sonra konsere gelenlere ‘Gelmeyeceğimi düşündünüz mü?’ diye sordum. “Hayır” dediler. Böyle bir etki bırakmışım onlarda. Leman Sam sözünde durur imajı oluşmuş.
Birkaç ay önce Özcan Deniz ile birlikte verdiğiniz konser çok ses getirdi. Özellikle iki farklı tarzda şarkıcının bir araya gelmesi açısından. Siz bu konserden memnun kaldınız mı?
Elbette memnun kaldım. Biz füzyon çağında yaşıyoruz. Bu da bir füzyon aslında. Bana o dalda başka bir isim söyleseniz, kabul etmezdim. Özcan’ın farklı bir yapısı var. Daha çok genç, bilgiye aç, çok hırslı ve çok çalışması, çok okuması, düşünmesi lazım. Alkışa ve etrafındaki birtakım dalkavuklara kanarsa o zaman istediği yeri yakalayamaz. O kadar güzel bir konser oldu ki, burun kıvırarak ve önyargıyla gelen birçok insan vardı. Ama benim de davam buydu. Herkesin önyargısını kırıp, onları gülümseyerek göndermekti amacım.
“Hayattaki tek şikayetim...”
Aslında çok uysal, sakin görünüyorsunuz. Ama muhalif tarafınızın da baskın olduğunu söylüyorsunuz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında normalde çok sakinim ama insanların zulmü konusunda çok saldırganlaşıyorum. Saldırganlaşmayayım derken de kendime zarar veriyorum. Ben o tip insanlarla bir hayatı, bir kenti paylaşmak istemiyorum. Ama ne yazık ki bunu yapmak zorundayım. Çünkü istasyon burası ve burada kalmak zorundayım. Bu da beni çok yoruyor. Hayattaki tek şikayetim bu.
Zamanında Susurluk mitingine katıldığınız için konserleriniz iptal edildi. TRT sizi başka nedenlerden dolayı boykot etti, iş verilmedi. Bu kadar keskin kurallarla çevrili bir ortamda kendinizi kuşatılmış hissetmiyor musunuz?
Ben solda duran bir insanım ve bunu tüm Türkiye biliyor. Kendimi elbette baskı altında hissediyorum ama benim hiç korkum olmadı. Duruşumu bir moda uğruna yapmadım. Hiçbir zaman aptalca eylemler yapmadım. Kendimi fişletmedim.
“Bir ağaç, bir hayvan gibi içgüdülerimle yaşıyorum”
Biraz özel hayatınızdan söz edersek. Geçmişte çok zor günler geçirdiniz.
Bu zor zamanlarda nelerden destek aldınız?
Aslında geçmişi konuşmaktan ve o günlere dönmekten çok haz almıyorum. Çok sıkıntılı günler yaşadım. Hayata tutunabilmek için çok çaba gösterdim. Ne kazandıysam her şeyi müthiş savaşlar sonucu kazandım. Ben kedimi hâlâ çocuk gibi hissediyorum. Hâlâ kendime oyuncak alıyorum. Aslında ben çocukken, içinde ergin bir insan taşıyan çocuktum. Ergenlik dönemimden itibaren yaptığım tüm hataları o içimdeki ergin insanı dinlememekle yaptım. Hâlâ yaptığım hataları kendim çocuk gibi olup, içimdeki ergini dinlemediğim için yapıyorum. Beni o günlerden kurtaran da kendimi içgüdüsel olarak bir hayvan gibi hissetmemdi. Kendimi doğanın çok yakın bir parçası gibi hissediyorum. Bir ağaç, bir hayvan gibi duyargalarımla, içgüdülerimle yaşıyorum. İşte o içgüdüler bana çok yardım etti. Kendimi başkaları tarafından korunan bir ağaç gibi hissediyorum. Her geçen sene halkam genişliyor, kabuklarım kalınlaşıyor. Köklerim daha derine iniyor. Hayata daha iyi tutunuyorum. Bütün ağaçlar gibi ben de öleceğim, ama ayakta. Bazen beni bir koku, bir tat ya da bir renk geçmişe götürüyor. Bir saniyeliğine sadece. Döndüğümde yorgun ama mutlu dönüyorum. Çünkü yine de o kötü zamanlarda bile mutlu olabilecek bir şey bulmuşum.