Alternatifim Cafe

Atatürk'ün Müzikle İlgili Anıları

Discussion started on Atatürk Köşesi

ATATÜRK’ÜN KURDUĞU ORKESTRANIN ŞEFİ
ENVER KAPELMAN ANLATIYOR


 Ankara’da şimdiki Çankaya Köşkü’nün bulunduğu yerde küçük bir bağ evi vardı. Ata, her gece, sabahlara kadar pencerelerinden ışık sızan bu evin salonundaki uzun masanın çevresine yakınlarını toplar, müzik dinlerdi. Bu salonda kah fasıl, kah küçük bir orkestra...
O küçük salon orkestrasını kendi kurmuştu. Onu nereye gitse beraberinde götürürdü. Yıllarca Atatürk’ün yanında çalan bu orkestranın Şefliğini yapan Enver Kapelman, O’nun müzik sevgisini şöyle dile getiriyor:
- Ankara’da bulunan küçük bir bağevi (sonraki yıllarda yıkıldı yerine yeni köşk yapıldı) Ama Mustafa Kemal gereksalon orkestrasını gerek saz heyetini yanından ayırmazdı. Bunlar, Kılıç Ali, Salih Bozok, Yaver Rusihi Bey, Başyazman Tevfik Bey ve Nuri Conker’di.
Enver Kapelman, Atatürk’ün güzel bir sesi olduğunu belirterek, bununla ilgili hoş bir anısını anlatıyor:
Bir gece Atatürk neşelenmişti. Nuri Conker’le bir şarkı tutturdular: Sarı köyün kazları, kırmızı topuklu kızları... diye. Şarkı bittiği zaman, Atatürk bana dönerek sordu:
- Söyle bakalım bizim seslerimiz nedir?
- Paşam siniki tenor, Nuri Conker’in ise bas.
- Canım, tenoru biliyorum. Bu bas ne oluyor?
- Yani Paşam, seslerin en pesi.
Atatürk Nuri Conker’e dönerek şöyle cevap verdi:
- Anladım, anladım seslerin en berbatı...
Kapelman başından geçen bir olayı da şöyle yanıtladı:
- Bir yaz gecesi, Yalova Köşkü’nde saz heyeti taksim geçiyordu. Bitince bana döndü:
- Sen de bunun aynını çal dedi.
Kulak dolgunluğu ile parçayı çaldım. Parça bitince Atatürk saz heyetindeki Mehmet Rıza’ya sordu:
- Nasıl çaldı?
- İyi Paşam ama “si bemolü” unuttu.
Atatürk hiç sesini çıkarmadı bana döndü:
- Bir parça da sen çal, dedi.
Ben de “Zigeuner Walzer” isimli parçayı kemanlımla çaldım.
Bu sefer Atatürk, Mehmet Rıza’ya:
- Haydi bakalım çal, diyince Rıza:
- Aman Paşam bunu ben çalamam, diye yanıt verip kemanı elinden bıraktı.
Atatürk müthiş kızmıştı. Derhal saz heyetinin gitmesini istedi. Ve o geceden sonra bir daha da fasıl dinlemedi. Meğer, iki şeye çok kızmış. Biri “çok iyi bilirim“, ikincisi “bilmiyorum“ yanıtına...
Enver Kapelman, Atatürk’ün en çok halk müziğinden, oyun havaları ve operetlerden hoşlandığını belirterek, sözlerine şöyle son veriyor:
Atatürk’ün en çok sevdiği parçaların başında “Tosca“ gelirdi. Mustafa Kemal, genç bir ateşe olarak bulunduğu Bulgaristan’da devamlı olarak operaya giderdi. O sırada “Tosca“ da oynayan sopranoya hayrandı. Aradan geçen yıllar, bu sevgiyi unutturmamıştı. Akşamları O’na defalarca “Tosca“dan parçalar çalardım...
 
ATATÜRK VE TOSCA’NIN BÜYÜK ARYASI
VELİ LAİK ANLATIYOR

 Viyana’da kurduğumuz bir hafif müzik orketrasıyla bir süre Avusturya’da çalıştıktan sonra aldığımız bir teklif üzerine İstanbul’a gelmiştik. Beş kişi idik. Rosenbaum (keman), Masarik (viyolonsel ve saksofon), Marcel Bi (piyano), Poldi (bateri) ve ben. Orkestramız 1933 – 1937 yıllarında Atatürk’ün emrinde idi. Sürekli olarak Park Otel’de çalışırdık; ama, Atatürk hemen her gittiği yere bizi de  götürürdü.
1935 yılında, Sıraselviler’deki Ateş Klübünde bir düğün töreni düzenlenmişti. Atatürk’ün yakını olan bir Paşanın kızı evleniyordu. Akşam geç saatlere doğru düğüne Atatürk de onur vermişti. Düğün töreni açılış dansını gelinle kendisi yapmak istemişti. Ama, klübüm orkestrasını beğenmedi. Bizi istedi. Park Otel’deki işimizi bitirmiş, Büyükdere’de Beyaz Parkta oturuyorduk. O zamanın Emniyet Müdürü Salih Kılıç bizi aradı, buldu. Acele olarak Ateş Klübüne gittik. Atatürk’ün çok sevdiği S.O.E. (Ich suche dringend liebe) fokstrotunu çaldık ve açılış dansı yapıldı.
Bir ara Atatürk, bazı yakınlarıyla berabe ayrı bir odaya çekildi. Orada da müzik çalınsın istedi. Oda küçüktü, Masarik’le ben gittik. Kısa süre çaldıktan sonra Atatürk arkadaşlarına:
- Size müzisyenlerin güçlülüğünü göstermek istiyorum, dedi. Nota kağıdı getirtti. Masarik’e uzattı. Söyleyeceğim şarkıyı yaz, dedi. Tosca’nın büyük aryasını söylemeye başladı. Masarik nota yazmaktan güçlük çekerdi. Bana baktı, ona Almanca olarak - birşeyler yaz, dedim. Atatürk aryayı söylüyor, Masarik yazıyordu. Arya bitti ama, masarik tarafından yazılan notanın bu arya ile hiçbir ilgisi yoktu. Atatrük notayı aldı, arkadaşlarına gösterdi. Bize olan hayranlığını söyledi. Sonra notayı Masarik’e uzattı ve – şimdi bunu çalın, dedi. Biz aryayı, notaya bakar gibi yaparak ezbere çaldık.
Uzunca bir süre sonra, Atatrük büyük salona çıktı. Biraz oturduktan sonra Masarik’in yazdığı notayı istedi. Kendisine verdiler. Yaverine, - bunu klübüm orkestrasına ver çalsın, dedi. Masarik’le ben O’nun masasında oturuyorduk. Ne yapacağımız şaşırdık. Yavaşça ayağa kalktım. Orkestranın kemancısına yaklaştım ve meseleyi söyledim. Orkestra müzisyenleri nota kağıdına baktılar, etüd eder gibi yaptılar ve ezbere bildikleri aryayı çalmaya başladılar. Ben sevinçten yerimde duramıyordum. Çok güç bir durumdan kurtulmuştuk. Yavaş adımlarla yerimi almak üzere Atatrük’ün masasına doğru yürüdüm. Masaya yaklaştım. Tam oturacağım sırada Atatürk bana döndü ve –olduğun yerde biraz dur, dedi. Sonra yaverini çağırdı. Kulağına birşeyler söyledi. Yaveri büfeye doğru gitti ve elinde bir bardakla döndü. Bardağı bana doğru uzattı. Bir viski bardağına yukarıya kadar altınbaş rakısı doldurmuşlardı. Atatürk – bir yudumda iç, dedi.
Yapılan sahtekarlığı başından beri anlamıştı. Beni cezalandırmıştı. İçkiye hiç dayanıklı değildim. Rakıyı bir yudumda içtim. Yan odalardan birine koştum, kanepeye uzandım. Bayılmıştım...

#1 - Şubat 05 2009, 03:20:04

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.