Alternatifim Cafe

Felsefede Romantiklik

Discussion started on Felsefe

dark

Yeni!
FELSEFEDE ROMANTİKLİK

1- Almanya'da Kant'tan hemen sonra gelen ve kendilerini Kant'ın devam ettiricileri sayan bir takım idealist filozoflar var. Bunlar, birazda, belirli bir akım teşkil ederler. Başlıcaları, Fitche, Schelling ve bir dereceye kadar, Hegel'dir. Kant idealist idi, yani onun için geçek, insan zihni tarafından yapılan bir bina idi. İnsan, Kant'a göre, deney alemini, kenidisinde bulunan somut görüş ile kavram kurma yetilerinin birlikte çalışması ile kurar. Sözü geçen Alman düşünürleri, Kant'tan daha da ileriye giderek bütün gerçekliğin Ben'in bir sınırlaması ile meydana geldiğini (Fichte), yahut Ben ile alemin, aynı olan gerçeğin iki başka görünüşü olduğunu (Schelling), ya da akla uygun olanın gerçek, gerçek olanın akla uygun olduğunu (Hegel) öne sürmüşlerdir. Bunlarda ortak olan yan şudur ki, hepsi Ben'i alemin merkezine almış, Kant'ta hala bilgi kuramı (teorisi) ve eleştirimi olan kuramsal (teorik) felsefeyi, Ben'in, bilincinin, kendi kendisini meydana getirmesinin hikayesi haline sokmuşlardır.

2-Böylece -bu filozofların bütün ters iddialarına rağmen- rasyonel araçlar kullanan bir türlü destan olmuştur. Nası bir destan? Hiç şüphe yoktur ki, bu Alman sistemleri, Ben, bilinç, varlık, var-olan, var-olmayan, sübjektif tin, objektif tin... gibi kavramlarla kurulmuştur; onun için de ilk bakışta birer rasyonel öğreti izlenimini uyandırırlar. Fakat bunlarda kavramlar, sistemlerin mahiyetini ve özünü saklamaya yarayan örtülerdir. Bu filozoflar, bilgi veriyor gibi görünürlerken aslında bilgi vermiyor, panteist denebilecek bir ruh halini açığa vuruyorlar. Bu sistemleri özlerineuygun olarak vasıflandırmak için onları, çıkış noktaları -güya çıkış noktaları!- olan Kant ile belirli bir noktada karşılaştıralım: Kant, insan zihnine; duyumların gelen karmakarışık izlenimleri düzenleyip kanunlu, düzenli bir görünüş (fenomen) haline sokmak yetisini veriyor; fakat zihin böylece meydana getirdiği alem, asıl var-olan alem değil, görünüşler (fenonmenler) alemidir. İnsan zihni, "kendinden var-olan"a bu yoldan ulaşamaz. Kant'tan hemen sonra gelenler ne yapıyorlar? Zihni sadece düzenleyici olmaktan çıkarıp alemin kendisi hahut yaratıcısı haline sokuyorlar.

3- Kant'ın idealizmini doğru yahut yanlış bulabiliriz: bunun şu anda bizim için önemi yok. Muhakkak olan bir şey varsa o da şudur ki, Kant teorik felsefesinde bütün ciddiliği ile bir bilgi teorisi kurmak istemiştir. Ondan sonra gelenler, aslında doğru olması mümkün olan bir düşünceyi (bu satırları yazan bu kanıda değildir) alıp, onunla bir tek varlığın yaratıcılığını "terennüm" ediyor, onu tanrılaştırıyorlar. Bu Alman filozoflarının ne olduklarını, sistemlerinin ne gibi bir özellik taşıdığını ise bu noktada güzel anlatmaktadır. Ortada, ifade edilecek bir hakikat var: İnsan zihninin kuruculuğu. Bunun bir de ifade şekli var. Kant sonrası öğretilerde ifade edilen ile ifadenin kendisi arasında bir nispetsizlik, az bir şeyi çok ve kuvvetli araçlarla söylemek durumu göze çarpıyor. Romantikliğin, birbirinden ayrı, birbirini tutmayan, birbiriyle çelişkili türlü tanımları vardır. Fakat romantikliği karakterlendiren iki nokta vardır ki, bunlar üzerinde herkes anlaşmıştır. Bu iki nokta şunlardır:

a- Şimdi işaret ettiğimiz gibi, ifade edilenle ifade araçları arasındaki uygunsuzluk
b- Öznellik (Sübjektiflik)

Kant-sonrası Alman felsefeleri, romantik olmak için birinci şartı yerine getiriyorlar; ikinçi şarta gelince, birinci şarta uygun olarak felsefe yapan bir kimse, ancak öznel alabileceğinden ve bu iki şart böylece birbirine sıkısıkıya bağlı, hatta aslında bir tek şart olduğundan, bu da yerine gelmiş oluyor.( Her felsefede öznel bir unsur vardır. Biz burada bir öğretiye öznelliğin hakim olması halini kastediyoruz). Ohalde bu öğretiler, kelimenin tam anlamıyla romantiktirler.

Esasen, bunlarla çağdaş olan romantik edebiyatarasında sıkı ilişkiler vardı; biri ötekine daima etkilerde bulunuyordu.(Hatta bu felsefe romantik sıfatını takanlarda olmuştur).

4-Bu gibi sistemlerin aklın saldırışlarına dayanmayacaklarına ayrıca açıklamaya lüzum yoktur. Nitekim akıl araçlarıyla (yani kavramlarla)kurulmuş olan bu destanlar, ortaya atıldıktan pek az sonra, türklü yönlerden gelen saldırılarla yıkılıp gitmişlerdir. Onun için, bu gibi öğretilerin bir daha gelmeyeceğine inananlar çoktur. Acaba bu inanç yerinde midir?

5- Alman idealistleri, düşünüp alanında egemen durumda iken felsefede yalnız başlarına hüküm sürmüyorlardı. Onların karşısında Fransızcıları, bilimci olduğunu iddia eden pozitivizmi gelişiyordu. Almanlar öznelliği temsil ederken, Fransızlar nesnelliği temsil ediyorlardı. Öte yandan, Schopenhauer, Kant'a daha gerçek bir şekilde dayanarak ve Kant'ı başka türlü ileriye götürerek, onlara karşı çok sert bir olumsuz cephe almaktaydı. Buna benzer durumlar sonraları da görülmüştür. Yeni Kant'çılık, Pozitivizm, Erimcilik gibi rasyonel sistem ve öğretilerin karşısında da, insan varlığını, onun duyduğu "endişe"yi merkeze alan türl "existence" felselefeleri çıkmıştır.

6- Ancak bunların romantik olduklarını öne sürmeden önce, böyle olmak için gerekli koşulları yerine getirip getirmediklerini incelemeliyiz.

a) Bergson'culuk: Bergson, son yüzyılın Fransız nesir yazarları arasında şerefli bir yer tutmaktadır; onun için, kanaat vermeden önce insanı kendi görüşlerine, üsturubun sihri sayesinde sürükler. Acaba sürükledikten başka kanaat da verir mi? Yoksa yalnız sürükler mi? Bu nokta aydınlatılınca onun da romantik olup olmadığı meydana çıkmış olur. Bu hususta bir tek örnek almamız yeter. Bergson, felsefesinde çok önemli bir yer tutan "sezgi"yi nasıl tanımlıyor? Biraz yakından bakınca görüyoruz ki, onda sezginin birbirinden ayrı, birbirine indirgenemez -hatta bazıları birbiriyle çelişik- beş tanımı var: Sezgi, bir kere zekanın karşıtı fakat içgüdüden ayrı, bir kere içgüdünün ta kendisi, bir kere zekadan ayrı değl, onun alt tabakası ilh.oluyor. Bildiren, öğreten bir düşüncede temel koşullardan biri, kullanılan kavramların tanamında karışıklık olmamasıdır. Bu olunca o, gerçek anlamda bir "öğreti" olamaz. İmdi, sezgi kavramı dediğimiz gibi, bu felsefenin temel taşlarındandır, ve burada tespit ettiğimiz tutarsızlığın eşleri, başka kavramlarda da, örneğin 'sonsuz'da da gösterilebiliyor. O halde bitün öğreti tutarsızdır, yani gerçekten bir öğreti değil demektir. Bergson'culuk, bir yandan öğretici bir düşünüş bütününden beklenen tutarlılığı olmadığına, öte yandan üslubunun büyüsü ile insanları sürüklediğine, üstelik p***olojinin banal hakikatlerini (yahut hatalarını) tantanalı bir dille büyüterek ifade ettiğine göre, romantiktir. (Esasen bir Fransız düşünü, Bergsoncu'luğu anlatan bir eserine: Romantik bir felsefe" başlığını vermiştir)

b)Varoluş felsefeleri: Bu felsefeler, daha ilk adımlarını atarken, tutarlılığı, sistemliliği yapmalık diye yadsımakla büyük bir öznellik öğesini : romantik öğeyi, işin içine katmışlardır. Fakat daha önemlisi: Bunlar insanın ne olduğunu, mantıklı bir zincirleme içinde anlatmak değil, telkin etmek isterler; onun için de rasyonel öğretiden uzak, edebiyata, şiire yakın düşerler. Bu hallerini açık bir şekilde ortaya koyan pek çok örnek verilebilir. Bir tanesini alalım: Martin Heidegger, "Metafizik nedir?" adlı küçük, fakat kendince önemli yazısının bir yerinde şöyle der: "Var-olan araştırılacak ve başka hiç birşey araştırılmayacak... Bu hiç nasıl birşeydir?... Korku, bu hiç'i meydana kor... Bu hiç hiçiyor..."

Birinci cümledeki hiç, yalnız ve yalnız var-olanın araştırılacağını söylemek için konmuştur; fakat biraz sonra görüyoruz ki bu hiç, bir varlık oluvermiş! Hem de birşey yapan, hiçen bir hiç! Bir kere, sınır ifade eden bir sözcükten başka birşey olmayan hiç'ten, var-olan ve iş gören, korku tarafından meydana konan bir hiç'e geçiliyor. Bize bir şeyi öğretecek, haber verecek bir söz yahut yazının uymak zorunda bulunduğu en basit mantık kuralı burada çiğneniyor. Sonra, hiçmek ne demektir? Hiçe saymak değil, hiçe indirgemek değil, yok etmek değil... Yani bu hiçmek kavramı (!) düşünce kategorilerimizin hiçbirine tekabül etmiyor. Peki ne yapıyor? Hiçmek sözcüğünün içinde hiç kökü var; hiçmeği anlamıyoruz ama, onu duynca hiç kökünün yüzünden içimizde bir takım imajlar belki de duygular beliriyor. İşte hiçmek'in ödevi, bizde uyanan bu imajlar, bu duygular sayesinde bir şeyi telkin etmek -tıpkı şiir gibi telkin etmektir.

"Varoluş" felsefeleri, öte yandan, ta eski zamanlardan, ilk Hiristiyanlıktan, Augustinus'tan beri bilinen, tanılan, hatta analizi yapılmış olan bir ruh halini, onunla orantılı olmayan bir zenginlikle ifade ettilerinden, denebilir ki, bunlar da romantiktirler.

7- Dar anlamda romantik çağ çoktan kanmıştır. Fakat geniş anlamda romantiklik, hep yaşanmaktadır. İnsanlığın ana niteliklerinden biri gibi görünen bu hal, kendini felsefe'de eskiden göstermiş olduğu gibi şimdi de göstermektedir. Bu ne bir mutluluk ne de bir felakettir; olduğu gibi alınacak bir olaydır. Ancak bir tek noktaya dikkat etmek gerekir: felsefe, ta Platon, Aristoteles gibi düşünürlerden beri, bilgi, hem de çok kere bilgilerin en üstünü sayılmıştır. Oysa felsefe vardır, felsefe var: Bir uçta salt bilgi eleştirmesi olan felsefe, öbür uçta salt telkin eden, yahut filozofun sadece ruh halini açığa vuran felsefe -romantik felsefe- var. Felsefede bilgi arıyorsak, birinci türtden olanlara başvurmalıyız. Bu iş için ikincilere başvurursak, yanılırız. Hem yanılmakla da kalmaz, onları gerçek bilgi, belki de en yüksek bilgi saydığımızdan, asıl gerçek bilgi ile karşı karşıya gelince onu küçük görür, onun düşmanı oluruz. Yoksa romantik felsefenin özü bilindikten ve ona göre davranıldıktan sonra, ondan hiçbir zarar gelmez, tersine, ruhumuzu heyecanlandırmak bakımından bazı hallerde faydalı da olabilir, yeter ki Kant'tan daha ileriye giderek, bilgi ile ilgisi olmayan bu felsefe ile, bilgiye sıkı sıkıya bağlı olan felsefe biribirine karıştırılmasın.
#1 - Nisan 21 2006, 18:41:18
« Son Düzenleme: Nisan 21 2006, 19:02:18 Gönderen: dark »

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.