Alternatifim Cafe

Teoman Fan Club

Discussion started on Fan Club & Birlikler

Geçen seferki fan club silindi,
Çünkü o fan'ı açan arkadaş yokmuş ortalarda.
Şimdi tekrar açıyorum fan cLub'ı.

Teoman Yakupoğlu Hakkında Birkaç Bilgi..

Teoman, (20 Kasım 1967), tam adı Fazlı Teoman Yakupoğlu, Türk rock müzik bestecilerinden ve söz yazarlarındandır. Kendisiyle aynı adı taşıyan ilk albümünün piyasaya çıkmasından itibaren sürekli olarak yükselen başarı grafiği çizdi. Sinemaya duyduğu ilgi ise onu yapımcılığa ve senaristliğe yöneltti.


Giresun doğumlu olan şarkıcının kardeşi yoktur. Avukat olan babası , sanatçı 2,5 yaşındaken öldü. Liseyi Kültür Kolejinde okuduktan sonra lisans öğrenimi için boğaziçi üniversitesi sosyoloji bölümüne kaydoldu ve bu bölümü bitirdi. Masterını ise İstanbul Üniversitesi'nde Kadın araştırmaları üzerine yaptı.

Sanatçı müzik kariyerine 1986 yılında kurduğu Mirage adlı grupta vokal yaparak başladı. Grubun dağılmasından sonra ise Mavi Sakal , Indians , Black Rose gibi gruplarda çalıştı ve sonra müzik kariyerine solo çalışmalarıyla devam etti. 1996'da Roxy Müzik Yarışmasında 'Ne Ekmek Ne De Su' şarkısı en iyi beste ödülünü alırken 'Yollar' şarkısıda en iyi söz ödülüne layık görüldü . Sanatçının ilk albümü de aynı yıl çıktı.

2000 yılında Altın Kelebek en iyi pop sanatçısı ödülünü aldı. Sanatçı şu anda Cihangir'de oturmaktadır ve şarkılarındaki ilham kaynağının Beyoğlu olduğunu belirtmektedir.

31 Ocak 2008 tarihinde Söz - Müzik Teoman isimli yeni albümünü çıkartmıştır. Albümde çeşitli sanatçılar Teoman'a ait şarkıları seslendirmektedir.

- Üyeler -

Devrik Cümle
-мσηѕσση-
... Nokta
_zıbarıq_
AnGeLs-_-DeMoNs
кєятємєуєηкєℓє
pr0can_can
-KüBiSh-



İmza Önizleme:

Resimli:

Teoman Fan Club
>>Tıkla<<
>>Tıkla<<

Resimsiz:



KOD:

Resimli:
Kod: [Seç]
[center][b]Teoman Fan Club
>>Tıkla<<[/b][/center]
[center][url=//forum.alternatifim.com/index.php?topic=129922.0][img]http://img401.imageshack.us/img401/7798/teomanwf7.jpg[/img][/url][/center]
[center][b]>>Tıkla<<
[/b][/center]


Resimsiz:
Kod: [Seç]
[center][url=//forum.alternatifim.com/index.php?topic=129922.0][u][size=11pt][b]>> Teoman Fun Club <<[/b][/size] [/u] [/url] [/center]


#1 - Ağustos 11 2008, 17:26:21
« Son Düzenleme: Şubat 22 2009, 16:45:23 Gönderen: вLαCк ραяαDε »

Oben Budak röportajı

Paramparça Teoman


Söz ve müziği Teoman’a ait bir sürü duygu, dinleyicilerinden sonra Sezen Aksu, Hayko, Yalın, Candan Erçetin gibi isimleri de ele geçirdi sonunda. Ama o tüm bu olup bitene rağmen yine bildiğiniz gibi; cool, yalnız ve depresif…

Son zamanlarda ne zaman bir Teoman röportajı okusam ümitsizliğe kapılıyorum. Yaptığı şarkılardan hayatta istediği mutluluğa ulaşamadığını anlıyorduk zaten ama bir de bunlara “İstanbul’u bırakıp gideceğim” ya da “Mutsuzluktan şarkı üretemiyorum” gibi söylemleri eklenince geleceği konunda endişe eder bir hale geldik. Bunalmakta haksız da sayılmaz aslında. Sevgili boyalı basınımız gece gündüz onun hayatını takip ederken insanın normal bir ruh halinde kalması çok da mümkün değil. Gecenin ilerleyen saatlerinde biraz içkili bir şekilde kulüpten dışarı çıktığınızda araba farlarından bile rahatsız olurken bir de gözünüze direkt olarak kamera ışıklarının sokulduğunu düşünsenize. Sanki eğlenmek suçmuş gibi  sorguya çekildiğinizi de bir düşünün. Eve kadar taksiyle takip edildiğinizi ve tek isteğinizin eve gidip yatmak olduğu o saatlerde konuşmaya zorlandığınızı hayalinize eklemeyi unutmayın. Ben düşündüm ve Teoman’a hak verdim doğrusu…

İçine ata ata hayatı kaçırıp gerçek istediklerini yaşayamayan o kadar çok ünlümüz var ki, ben aslında depresyondayım lafını bunlardan beklerken, senin gibi her istediğini özgürce yaşayan bir adamdan duymak şaşırttı beni…

Bu çok ciddiye alınmayı bekleyerek yaptığım bir açıklama değildi. Senede iki kere depresyona girerim zaten. Beş altı senede bir de daha derini olur. Ben depresyona girdim bundan sonra artık böyle olacak diye bir düşüncem yok. Bir ara çıkarız, herhalde nisana kadar hallederim.

Neler tetikliyor depresyonu?

Mevsim dönümlerinde çok oluyor, kış bunu tetikliyor, bir de uzun süre peşinden koşacak bir proje yaratamazsam depresyona giriyorum. Bunların hepsi birbirini negatif anlamda besleyen şeyler. Depresyonun yanlış bir boyutundaysam aklıma hiçbir proje gelmiyor, kreatif hiç bir şey gelmiyor. Hayata karşı planım olmuyor. Plan olmayınca da depresyona giriyorum. Fakat herhalde depresyonun kendisinden de sıkılıyorum ki bir süre sonra oradan da çıkıyorum.

Hayatının bir parçası olmuş gibi sanki.

Evet, ben alıştım artık.

Bazen de hiçbir şey yapmadan oturmak gerekmiyor mu? Mesela ben böyle bir lüksümün olmasını çok isterdim.

Zaten yoğun çalışıyorum sonrasında da hiçbir şey yapmadan oturuyorum. İşimde çok ufak değişiklikler yapıyorum hepsi o kadar. Depresyonumu ben ciddiye almıyorum, zamanla nasıl olsa geçecek. Şimdiye kadar hep öyle oldu. Yine öyle olacak.

Sonuçta seni depresyona sokan şeyler çok güzel şarkılar olarak vücut buluyor, karlı bir yanı da var sanırım depresyonun. 


Eskiden öyleydi. Şimdilerde pek şarkıya dönen bir şey yok. Yazı anlamında bir şeyler üretiyorum ama şarkı yok. Ama keyifli olayım da şarkı yazmasam da olur. Depresyonsuz da yazabilirim şarkıyı. Bir de bu konu yanlış anlaşılmasın, bana soruluyor ben de söylüyorum. Her yerde depresyonumu anlatıyor gibi olmak istemem. Bir de insanların ne dertleri var, benim ki hafif kalıyor olabilir. Benim hiçbir derdim yok ama bir yerlerden bir şey çıkıyor. Gazeteyi açsan moralin bozuluyor zaten. Dünyaya dair de Türkiye’ye dair de… Dünya’nın en kötü ülkelerinden biriyiz, Ortadoğu’ya baktığında da kaynıyor. Öyle bakıyorsun. Bazen de insan amaç bulamıyor, hedef bulamıyor, boşuna yaşadığını hissediyorsun. Seni sonsuza dek oyalayacak bir gayen yoksa arada böyle şeyler oluyor, ki benim yok şu sıralar.

Gaye? Müzik ne oluyor peki?

O benim zaten yapmış olduğum ya da bir sonra yeniden yapacak olduğum bir şey. Diyelim ki ilk albümünüzü yapıyorsunuz, üç dört albüm sonra her şeyi yerine oturturum diyorsanız o bir gaye. Ama sekizinci dokuzuncu albümünüzü yaptıktan sonra ya ben on dördüncü albümü yaptıktan sonra diye bir şey gelmiyor aklınıza. Başka bir yere atlamaya gerek duyuyorsunuz. İnsan hayatı hep aynı çizgide geçirince her şey bu kadar mı, belki başka şeylerde vardır diye etrafa bakmaya çalışıyor. Artık alıştığın hayat tarzı bir takım şeyleri eliyor. İnsan değiştikçe yerine koyacak şeyi de bulamaya biliyor. Çünkü neredeyse doğduğundan beri hemen hemen aynı şeyi hedeflemişsin. Zor şeyler bunlar.

Başaranlar vardır ama.

Tabii var, bazı arkadaşlarım yeni hayat kurmuşlar kendilerine. Güzel güzel yerlere gittiğimde görüyorum onları. Hayatın amacı mutlu ve huzurlu olmak zaten. Hayatta en çok hoşuma giden şey sahneye çıkmaksa eğer bunu elimde tutacağım ama yerine yeni şeyler eklemek için çaba harcayacağım.

Konserden zevk almamak mümkün değil, senin seyircilerin hakikaten bir garip. Bir keresinde konserini sahneden izlemiştim de seyircilerin inanılmaz gözüküyordu. O coşkuyu bırakıp eve gidip tek başına uyumak bile yıpratabilir insanı.


Sahneye alışınca onsuz duramıyorsunuz. Başka bir iş de yapsam, şimdi kazandığımın 20 katı para da  kazansam yine de sahneyi özlerim. Çok zor geliyor ayrı kalmak. Bir ara 6 ay ara vereyim dedim ama 3. ayda vazgeçip grubu yeniden kurdum. O seyirciyi bırakıp eve gelmek ise çok zor. Bir yerden düşmek gibi oluyor. Yine eve gelmek güzel, evim kendimi çok rahat hissettiğim bir yer çünkü. Ama turnelerde 20 konser üst üste veriyorsun, Sonra doğru yine aynı otel odasına dönmek zor oluyor. Nerede olduğunu karıştırıyorsun. Ben bu yüzden daha kısa turneleri tercih ediyorum, eve rahat rahat dönebileyim diye.

Ama bu sefer evden çıkmış gördüm seni, eskiden röportajı geç, çekim için bile evine çağırıyordun…


Candaş olunca buraya geldim. Çekim de yapmıyorum zaten artık. Bu albüm için sanırım en fazla iki ya da üç çekim yapacağım. Genelde fotoğrafları ben dağıtıyorum. O bile zor geliyor bana.

Bu durumu anlayabiliyorum, sonuçta manken değilsin, sanatçısın.

Bir de bir takım insanlar daha kreatifler bu konularda ama ben çok fazla bir yardımda bulunamıyorum çekim sırasında. Belli başlı fotoğrafçılar var ve onlar benden sıkılana kadar onlarla devam ediyorum.

Röportajın daha başlarındayken merak edilen bir konuya değinmek istiyorum, tası tarağı toplayıp gidiyormuşsun gibi şeyler okuyoruz, nedir bu işin aslı?

Ya yanlış anlatıyorum kendimi ya da yanlış anlıyorlar. Şöyle bir niyetim var ama; İstanbul, özellikle kış aylarında, beni çok yoruyor. Zaten yoğun konser programları da nisanda başladığı için o döneme kadar garip bir ruh haline giriyorum. Sıkı giyinmeyi sevmem, bu yüzden bu dönemi İstanbul’da geçirmemeye çalışacağım. Daha sıcak bir yer, daha sıcak bir ülke istiyorum.

Var mı kafanda bir yer?

Gezmeye planlıyım aslında. Buradan atlarım dört haftalığına Hindistan’a giderim, sonra gelir bir konser verir oradan da Tayland’a giderim diye düşünüyorum. Mümkün olduğunca şortla atletle terlikle geçireceğim yerler istiyorum. O röportajda söylemek istediğim şeyde İstanbul’un tam göbeğinde oturmak istemiyorum cümlesini anlatmaktı aslında. Bana huzur veren şeyler genelde tanımadığım insanların olmadığı, arkadaşların olduğu doğal yerler. Lüks merakım yok ama konfor merakım var. Rahat bir yerde olmak istiyorum. Bir hamak,  güzel bir ağaç gölgesi yeter. Göl kenarı olur, deniz kenarı olur… Bu tip yerler.

Gece hayatına nasıl ulaşacaksın peki? Gecelerin adamı olarak özlemez misin böyle şeyleri?

O tarz yerlerde olunca gece hayatını özlemiyorum. Yazları çadır tatiline yakın ya da bungalov tipi yerlerde kıyafetimi hiç değiştirmeden,  iki ay aynı şortu giyerek zamanımı geçirmeyi seviyorum. Şimdi mesela bir iki hafta içerisinde bir yere gitmiş olurum.

Lütfen git ve moralin düzelerek geri dön.


Ben insanların hayatını bozan, kriz anları yaratan depresyonlara girmiyorum. Biliyorum geçeceğini. Aşırı derecede önem yüklemezsen o zaten daha kolay geçiyor. Herkesin problemi var, çok keyfi yerinde olan insanları bile birazcık eşelesen bir takım dertler çıkıyor. Çok yoğun yaşandığı için pek fark edemiyorlar aslında.

Orası kesin. Peki sen profesyonel yardım alıyor musun?


Uzun yıllar aldım. Hatta arada bir gidip kaportayı toplattığım bir doktorum var. Ama anti-depresan falan sürekli kullanırım. Dozları için doktora gidiyorum tabii.

Teoman olarak doktora gitmek ağır ya da zor geliyor mu?


Yok, ben o tip şeylerde utanmadığım için problem olmuyor. Bunu bir hastalık gibi düşünmek lazım. Başın ağrıyor gibi bakmak lazım. Sonuçta vücudumuzdaki kimya buna karar veriyor. Seratonin iyi salgılanmıyorsa dışarıdan onu anti-depresan alarak telafi etmek zorundasın. Nasıl ki demir eksikliğini dışarıdan ilaç alarak geçiriyorsan, anti-depresan almanın da bir farkı yok.

Bu aralar senin için çok önemli olan albümüne gelelim mi artık? Çok özel bir durum hakikaten. Birçok önemli şarkıcı sırf sen istedin diye senin şarkılarını söylüyor, neler hissettin? Sen saygı değil sevgi albümü diyorsun ama…

Çok sevindim tabii ki. Saygı albümleri yapanlar için uzun bir kariyer lazım. Benim kariyerim uzun ama albüm anlamında çok uzun değil. On bir sene geçmiş ilk albümü çıkaralı, bu tam anlamıyla saygı albümü için biraz kısa bir süre. Tabii bu tam anlamıyla yeterli sebep değil. 30 senelik kariyerin vardır ama tek bir şarkın yoktur, saygı albümü yapamazsın. En fazla iki jenerasyonu etkilemişimdir. O yüzden sevgi albümü diyorum. Bir de sayı albümünün içinde şarkıcılar ustaya saygı şeklinde onun şarkılarını söylerler. Benim albümümde benden çok daha usta isimler var. O yüzden saygı albümünü sevgi albümüne çevirip kurtulmaya çalışıyorum. Benim çok sevdiğim müzisyen arkadaşımla bir araya geldim. Kendi jenerasyonumdan isimlerle öncekilerle sonrakilerle üç jenerasyonu topladık gibi oldu. İkinci albümde çıkınca artık geniş bir yelpaze benim şarkılarımı biliyor olacak. Çünkü insanlar beni sevmeyebilir, sesimi beğenmeyebilir, düzenlemelerimi beğenmeyebilir ama Sezen Aksu’nun söylediği Paramparça’yı benim ve Müslüm Gürses’in söylediğinden daha fazla beğenip dinlerse benim şarkım yeni bir kesime doğru yola çıkmış olacak. Döngüsünü daha da güzel tamamlamış olacak. 10 sene sonra benim şarkımı alıp söylese biri bu da beni mutlu eder.

Zorluk çıkartmadan şarkı veriyor musunuz?


Ben şu ana kadar kimseyi reddetmedim, bundan sonra da etmem herhalde.

Senin jenerasyonun ve senden sonraki jenerasyon seve seve söylemiştir de, önceki jenerasyonu ikna etmek nasıl oldu? Sezen Aksu’yu mesela…

Ben söylemedim, teklif ettik, o da kabul etti. Şarkıyı da kendi seçti, ben hiç karışmadım. Kendim sormaya utandım açıkçası.

Evet işte o yüzden söylüyorum.

İnsanlar ayıp olmasın diye kabul etmesinler istedim. Hayır diyeceklerdir belki… Bunda sadece yer almak isteyenler yer alsın istedim. Ticari bir proje olmadığından sadece zevk için yer alsınlar istedim. Yıllar sonra bakıp böyle bir şey yapmıştık diye yaptım. Bir de beraber söylediğim isimlerle daha ileride yarı emeklilik günlerine geçtiğimizde beraber bir şeyler yapmıştık diyebilelim istedim. Sonuçta insan ilk müziğe başladığı günlerde kendine rakip seçebiliyor. Sonrasında onların çok sempati duyduğun, aynı dönemi beraber yaşadığın, yaşattığın kişiler oluyor. Tanışmasanız bile arkadaş oluyorsunuz. Bu albümde Ferudun Düzağaç, Mirkelam, Yaşar gibi isimlerin olması beni çok mutlu etti mesela.

Arkadaşlarındı sanırım.

Zaten arkadaşlarımdı evet. Hatta birkaç sene sonra da alıp gitarları ele birbirimizin şarkılarını söylesek diye içimden geçirmiyor değilim.

Evet güzel olur hakikaten. Peki bu zamana kadar birçok projede yer aldın, başka albümlerde düetler yaptın, film çektin, her şeyi geç hemen hemen her gün gazetelerdesin ama yine de insanlara karşı sihrini kaybetmedin, hala senden sıkılmadık, neden? Biz bile gazeteye ya da dergiye cesaret isteyecek bir makale istesek hemen senin kapını çalıyoruz. Bunu yapsa yapsa Teoman yapar diye içimizden sadece senin adın geçiyor.

Belki bir açıdan benden sonra belki bir şeyler değişir diye bakıyorum. En azından şu genç çocuklar röportajlarında gerçek fikirlerini söylüyorlardır. Diğer halde herkesin röportajları aynı, herkesin demeçleri aynı. Sanki ezbere konuşuyor gibiler… Dürüstçe cevap vermedikten sonra o soruyu cevaplamanın ne gereği var. Gerçek düşüncelerimi söyleyemeyeceksem o dergide yer almamın ne anlamı var?

Bence de öyle olmalı ama röportajlarda çoğu zaman inanmadığı şeyleri söyleyen insanlarla karşılaşıyoruz…

Çok zor oluyor öylesi. Ben de bir iki kere söylemişimdir ama rahatsız edici.

Kimseyle kötü olmayayım durumu mu var acaba insanlarda?


Ben de o konuda çok dikkatliyim. Kimse üzerine negatif bir şey söylemem. Medeni insan gibi çenemi tutarım. Ama kendimi ilgilendiren konularda, zarar göreceksem bile, doğruyu söylemeyi tercih ediyorum. Bir olaya karışmamak adına diplomasi uygulamayı başarabiliyorum.

Ama olaylar seni her yerde gelip buluyor.

Maalesef, kolay lokmayım ben, kabul ediyorum.

İlişkilere gelecek olursak, kadınlar hakkında seni şaşırtan şeyler kaldı mı, bu kadar çok şey ?

Kadınlar tanımış birisi değilim aslında(gülüyor)

Nasıl yani? Üç aşağı beş yukarı bir fikrin vardır sanırım.

Kadınlar ve erkekler diye ikiye ayırarak konuşuyorum ama erkekler diyince çok daha az sonuç çıkarabiliyorum. Toplam kaç erkeğin özel şeylerini biliyorum ki ben. Ama kadınlar deyince daha geniş bir spektrumdan bakabiliyorum olaya. Soruna gelecek olursak, kadınlar her zaman şaşırtıyor beni.

Dertleşmek adına da kadınlar mı seçiliyor?

Bildiğin anlamda kemikleşmiş bir erkek grubum var. 20 senelik arkadaşlarım onlar. Fakat bir sürü de kadın arkadaşım var. Erkek arkadaşlarımdan daha fazla. Kadınlarla ilişkiden daha çok hoşlanıyorum.

Kadınların seni seks objesi olarak gördüğünü biliyor musun peki?


Öyle mi?

Senin şarkıların kadar seksiliğin de konuşuluyor.

Benim için öyle düşündüklerini bilmiyorum ama öyleyse çok iyi. Hiç şikayetim olmaz.

Bir ortama girdiğinde kadınların tutumunun değiştiğini fark etmiyor musun?

Ama o ündendir işte.

Valla çok fazla ünlüyle takılma olanağım oldu ama seninki gibi etkiler bırakana rastlamadım.

Ben sana inanmayı tercih ederim…

Gece hayatı demişken, her zaman tarz olan kıyafetlerinden bahsedelim mi. En son ne aldın mesela?

Krokodil bir kemer aldım Amerika’dan. O son gözdem şu sıralar.

Markası ne?

Yves Saint Laurent.

Genelde yurtdışından alışveriş edenlerden misin?


Evet çünkü sevdiğim bedendeki kıyafetleri anca oradan bulabiliyorum. İngiliz ya da Fransız kesimleri seviyorum. Christian Dior ve Yves Saint Laurent ban daha çok uygun, kesim olarak. Ama ikinci el dükkanlara da gidiyorum hala. Eskiden daha ucuzdu o tip şeyler ama artık pahalılaştı. Mesela 55 senelik deri montum var, ona bayılıyorum. Alışverişi çok seviyorum aslında ama bir iki haftadır artık alışveriş yapmamalıyım diye düşünmeye başladım.

Eskiden aldığın şeyler de evinde duruyor mu yoksa birkaç kere giyip sıkılır mısın, tişörtlerden mesela.

Sevdiğim kıyafetlerde kategorilerim vardır. A sınıfı değilse onlar bir sezon sonra arkadaşlarıma gidiyor. Fakat benim daha ilk albümüm çıktığında çektirdiğim fotoğraftaki ayakkabılarım duyuyor mesela. Eskidikçe güzelleşen ayakkabılar onlar. Her sezonda bütün iç çamaşırlarını ve çorapları değiştirim. Biraz eskirse hemen atarım mesela.

Modaya ne kadar ayak uyduruyorsun? Mesela geçen sezon yüksek belli pantolonun oldu mu ya da bu sezon kısacık şortlarla görebilecek miyiz Teoman’ı?


Ben çabuk alışmaya çalışıyorum moda olayına. Çünkü biraz gecikirsen “çok geçen sene giyinmiş” oluyorsun. Fakat tam anlamıyla da modanın merkezine oturmuyorum. Ben hep bana özel olsun istiyorum. Retro kıyafetlerle günümüz modasının ortalamasını buluyorum. Mesela hiçbir zaman sadece bir markanın kıyafetlerini giyip çıkmadım ortalığa. Karıştırmayı seviyorum. Dediğim gibi retro kıyafetler sevdiğim için yurtdışından kumaşlar seçip kendime göre takım elbise diktiriyorum.

Daha çok dar kesimlerden hoşlanıyorsun sanırım.

Evet öyle, o yüzden Türkiye’de pek üzerime göre bulamıyorum. O yüzden üzerime göre diktiriyorum. İdeal olanı terzi. Tam vücuduna oturan şeylere sahip oluyorsun.

Hastalık derecesinde takıntılı olduğun bir marka var mı?
Hayır yok. Ben bu kıyafet işine önem veriyorum ama bir yandan da çok önemli olmadığını farkındayım. Bu hayatı güzelleştiren güzel şeylerden bir tanesi moda biliyoruz ki ölümsüz bir şey değil. Klasik şeyleri giyince hiçbir zaman demode olmuyorsun.

#2 - Ağustos 11 2008, 17:34:55

Bende üye olmak istiyorum. :dondurma
#3 - Ağustos 11 2008, 18:09:24

Hemennn :Ç
#4 - Ağustos 11 2008, 20:33:29

bende :P
#5 - Ağustos 11 2008, 20:35:38
Bazı çocuklar hiç uslanmazlar
Onlar hep oyunbozan olurlar
Durmadan üzdüler diğer çocukları
Hep bozuldu oyunun kuralları


Tememdır.
#7 - Ağustos 11 2008, 20:46:12

Bir kaç Teoman fotosu..













#8 - Ağustos 11 2008, 21:19:57



İmzanızda benden olsun..  (6) İlk sıraya ekledim.. 
#11 - Ağustos 12 2008, 12:25:46
« Son Düzenleme: Ağustos 12 2008, 12:34:26 Gönderen: B StyLeé »

ben üye olayım (6)
#12 - Ağustos 12 2008, 20:07:30
Montla Sıç!



Teşekkürler burak, gizem,
kertemeyenkele,üyesin...
#15 - Ağustos 13 2008, 12:28:36

Teoman^dan son haberler:

Smokin Teoman'ı bozdu   


Teoman, Harbiye Açıkhava Konserleri'nde, alışılmış çizgisinin dışında bir konser projesiyle sevenlerinin karşısına çıktı. Ünlü rockçı "Paramparça Senfoni" adı altında "Teoman" şarkılarını senfoni orkestrasıyla birlikte seslendirdi. Yurt dışına yerleşmek istediğini söyleyen Teoman, sevgilisi Ayşe Boyner ile evlenip evlenmeyeceği sorusuna, "Ben kimseyle evlenmeyi düşünmüyorum. Hatta 150 sene daha evlenmeyeceğim!" diye yanıtladı. İlk kez smokinle sahneye çıkan Teoman, ceketinin düğmesini hızlı çekince kopardı ve ardından, "Acaba yanında fazla t-shirti olan var mı?" dedi. Teo, söylediği bir parçanın sözlerini karıştırması üzerine de "Ben bu parçayı 8 yıldır söylüyorum ama orkestrayla prova yapamadım. Sanırım ceket provasındaydım" dedi.


*****

'Gece Gündüz' programına konuk olan Teoman, yeni albümü ile ilgili ipuçları verdi.


NTV'de yayınlanan, Yekta Kopan'ın sunduğu 'Gece Gündüz' programına konuk olan Teoman, yeni albümü ile ilgili ipuçları verdi.

Kadınların 12 burca olan yakın ilgisinden bahseden Teoman, bunu 'Burçlarına Göre Kadınlar' isimli bir şarkıyla anlatmak istediğini belirtti. Teoman, "Burç meselesine gireceğim. 12 tane burcu anlatacak, daha doğrusu kadınlar perspektifinden, kadınlara bakarak anlatacak bir rock'n roll şarkısı yapıyoruz" şeklinde konuştu. Teoman, albümünü Ekim sonuna yetiştirmeye çalıştığını da sözlerine ekledi.      
#16 - Ağustos 15 2008, 14:32:13
« Son Düzenleme: Ağustos 15 2008, 14:39:20 Gönderen: вLαCк ραяαDε »

Biri Hariç her albümünü almışımdır kendisinin.
Üyelik lütfen .
#17 - Ağustos 18 2008, 21:18:49
kısmet

Biri Hariç her albümünü almışımdır kendisinin.
Üyelik lütfen .

Tememdir.
#18 - Ağustos 23 2008, 16:20:29

Berin Yavuzlar Röportajı



Teo’yla zamanın ruhu.

Söyleyemediği ne varsa kâğıda dökmüş Teoman. Uzun yıllar hep aynı duygularla yazdığı şarkıları onun gerçekte kırılgan ruhunun anahtarı olmuş. ‘Söz - Müzik Teoman’ yeni kitabının adı. İçinde kendi el yazısıyla şarkı sözleri, nota ve fotoğraflar var. Aynı adlı yeni albümde ise dostları onun şarkılarını yorumluyor. Gerçek Teoman’ı tanımak isteyenlere...


MARIE CLAIRE: Senin şarkılarını başkalarından dinleme konusunda biraz tutucuyum ben. Sevdin mi albümü?

TEOMAN: Sevdim, ama hiçbir zaman objektif olamıyorum ben. Şarkı yazarı gibi hissettiğimden kim söylese ona müteşekkir olacakmış gibi... Düşünsene kendi kulvarlarında hoş bir sürü isim var bu albümde. Öyle olmadığı zamanda bile çok hoşuma gidiyor. Bazen Beyoğlu’nda yürüyorum, uzakta bir barda bir çocuk benim şarkımı söylüyor. Çok hoşuma gidiyor. Güzel söylesin, çirkin söylesin ne fark eder.

M.C: Ki hep söylerler senin şarkılarını…

T: Evet. Çok zevkli oluyor; uzun saçlı bir çocuk gitarıyla benim şarkımı söylüyor, beş on kişi de onu dinliyor. Tam benim eski hayatım. Ben başka bir şeye geçmişim, benim eskiden sürdürdüğüm yolu sürdüren insanlar benim şarkımı söylüyor. Çok hoş bir şey.

M.C: Yavuz Bingöl de var albümde, Hayko Cepkin de. Neye göre belirledin isimleri?

T: Şarkının içeriğine göre insanlar seçiliyor. Bir de kendi kulvarlarında iyi isimleri almak istiyorum. Ben şarkılarım daha geniş bir yelpazeye gitsin istiyorum. Müzik tarzı olarak kendi beğenim var tabii ki ama onları kategorilendirip; mesela ‘arabesk kötüdür de rock iyidir,’ gibi şeylerim olmadığı için her şeyin yeri var. Mesela Yavuz Bingöl’ün İki Çocuk’u okuması benden daha anlamlı oluyor ve içerik anlamında yaptığı müziğe daha çok oturuyor. Veya seversiniz sevmezsiniz ama Serdar Ortaç birtakım şeyler yapıyor ve ben onun insanlara hissettirdiği şeyi hissettiremem. Onun da yapılması gerekiyor. Benim dünyaya bakış açım bu. Yani düğününde çok eğleneceksen, mutlu olacaksan benim şarkılarımla pek yapamazsın ama Hande Yener’le eğlenirsin. Bu böyle.

M.C: Bu tabii hazmetmiş adam bakışı.

T: E tabii, 17 yaşında böyle düşünmüyordum. (Gülerek) 17 yaşında çok sert gitar çalmayan herkes bana homo gibi geliyordu.

M.C: Bu albümle İzel dinleyip de seni dinlemeyen adam bir anda “Aa ne güzel şarkıymış” dedi.

T: Tabii, ben şarkı sözü yazarlığıma şarkıcılıktan daha çok önem veririm. İsterim ki benim müziğimi, sesimi, düzenlememi sevmiyordur ama belki o şarkı başka tarzlar tarafından diğer yerlere de ulaştırılabilir. Ben o şarkılarım bir şekilde yaşasın istiyorum farklı farklı tarzlarda. İsterim ki mesela bir punk grubu çıksın benim duygusal bir şarkımı alsın, isterse komediye çevirsin.

M.C: Albümle beraber bir de kitap yayınlandı. Bu sana ne ifade ediyor?

T.: Kendimle ilgili bir dönemi kapatıp yeni bir şey açmak istiyorum ben. Bu bir şeyin sonuna geldiğim için değil yeni bir başlangıç canım istediği için yapıyorum. Ya bu güzel bir toparlama gibi oldu. İkinci albümün de neredeyse yarısından çoğu tamam. Erol Büyükburç, Feridun Düzağaç, Pamela var. Pamela ile çok güzel bir düet yaptık. Renkli Rüyalar Oteli... Bu iki albüm ve kitap sıfırdan başlayabilecek kadar rahat hissedebileceğim bir döneme hazırladı beni.

M.C: Kitapta Teoman’a dair çok şey var.

T.: Bu doğrusu kendimi değerlendirmek için de iyi bir şey. Şarkıların hepsi bir arada, teker teker albümleri koyup dinlemek zorunda değilim. Veya şarkı sözlerine odaklanacaksam albümleri elime alıp o kargacık burgacık, o küçük yazılardan okumak yerine burada hepsine birden bakabilirim. 60-70 tane şarkı var. Sanki birer şiirlermiş gibi algılarsak... Değiller tabii ki ama11 senede lirik olarak baktığımda kafamı daha rahat toparlayabileceğim bir şey.

M.C: Şarkı sözleri senin insan tarafını da çok ortaya koyuyor.

T: Benim sözlerle ilgili normalde çok düşünülmeyen bir şeyim var. Ben şarkı sözlerine bakarak bir insanı tanıyorum, bu nasıl biriymiş diye düşünüyorum çünkü onlar bize fikir veriyor. İnsan kendisinden bahsetmezse tabii ki bunlar çıkmaz ama ben bahsetme taraftarıyım, daha doğrusu şarkıdan kişiyi çıkarma taraftarıyım.

M.C: Bütün şarkılarını ezbere bilmeme karşın kitabı okuyunca çok başka bir şey algıladım.

T: Hakikaten güzel öyle bir şey olması, çünkü bir başka perspektiften de bakılabiliyor o zaman. Şarkıları söylerken bazen sözlere odaklanamıyor insan. Her ne kadar onun sözlerini seviyorum desem de, müzik bazen önüne perdeyi çekiyor. Ama böyle tek başınasın kâğıdın üzerinde. Sadece sen ve kitap... Arasında hiçbir perde olmayınca çok daha rahat anlaşılabiliyor.

M.C.: Mesela Mektup şarkısının orijinal haline bakıyorum. Aslında burada bir tür düz yazı var.

T.: Öyle zaten... New York’ta bir Fransız kafesinde yazdım ben o mektubu. Küçük başka şeylere yazdım. Sonra onları temize çektiğim ilk kâğıt budur.

M.C.: İnsan dillendiremediği duygularını yazarken daha mı cesur oluyor?

T.: Zaten sanatın bir avantajı da o korkulardan arınmak. Çünkü üzerine gelindiği zaman veya sorulduğu zaman “Aman abi, bu şarkı...” diyebileceğin başka bir kaçış alanı yaratıyor sana. Ben aslında kendimi kurcalayayım ki normalde fazla söyleyemeyeceğim, insanlar arasında pek dile getiremeyeceğim, utanabileceğim şeyleri de şarkıya koyarım diye düşündüm. Ayrıca şarkılar beni değiştirdiler de. Onlarda duygularımı anlata anlata normal hayatta da duygularımı daha rahat anlatan bir adam haline dönüştüm. Yani şarkı meselesi bana çok yardım etti. Bir sürü şeyi söyleyemezdim sevgilime. Şimdi artık rahat söylüyorum, utanmıyorum.

M.C.: Dürüst olmamanın sonuçlarını sen de yaşamış olmalısın.

T.: Ne kadar az sırrı olursa insan o kadar cesur oluyor. Bazen yoğun olarak insan dürüst olursa onun cezasını çeker gibi geliyor ama orta uzun vadede insan rahatlıyor ya. Konfor için gerekli dürüstlük.

M.C.: Kaç yılında yazmıştın Mektup’u?

T.: 2003’te yazdım.

M.C.: Dört beş yıl önceki duygularından bahsetmek şu an saçma geliyor mu?

T.: Yok ya o duygulardan sonra ben En Güzel Hikâyem albümümü yaptım. Onlar, bir sonraki albüm, Gönülçelen albümü, hemen hemen hepsi aynı duyguyla yapıldılar.

M.C.: “Yağmaladım seni” demişsin. Yağmaladın mı?

T.: İkili ilişkilerde arada öyle bir şeyi hissediyorum ben. Bir tür savaşa dönüyor...Yani hem çok sevdiğiniz birisi var hem aynı zamanda taktiksel şeyler yaparken de hissediyor insan kendini. Çok dürüstçe bir şey değil ama bunu söylediğinde bir rahatlama hissediyor insan en azından. Yani Hıristiyan kültüründeki papaza gitmek gibi bir şey oluyor bu.

M.C.: Kadın erkek ilişkisi üzerine söyleyecek çok şeyin var mı?

T.: O konuda söylenecek çok şey var ama söylediğim şeyin tersi de doğru bir çok yerde. O kadar da çelişkili bir şey ki kadın erkek ilişkisi. Bir şekilde medeniyet sadece kadın erkek ilişkisi düşünülerek kurulmadığı için, başka başka özelikle de erkek dünyası tarafından kurulduğu için kadın erkek ilişkileri de bence biz erkekler yüzünden kötü gidiyor. İrdeleyip irdeleyip, sonuçlara varıp, ama aynı zamanda istisnaların da yoğun olarak bulunduğunu bildiğim bir bölge kadın erkek ilişkisi.

M.C.: Kesin doğrular yok olsa gerek...

T.: Kadın erkek ilişkisini bir kenara bıraktığında da tam doğruları yok insanın. Bizim kendi içimizde de o kadar büyük çelişkilerimiz var ki... O çelişkilerle yumak içinde bir başkasıyla birlikte olmaya çalışıyorsun. Evrenle uyumsuzuz zaten. Bir sürü alanda önümüze kerteler çıkıyor kadın erkek ilişkisinde. Belki bu işler başka karakterlerde, belki kentte olmayınca falan daha kolaydır. Belki de bu yüzyılın, 21. yüzyılın sorunları. Ama yine de 19. yüzyıl romanlarını oku Rus edebiyatında, Anna Karennina’da da şu anda aynı problemler var. Büyük ihtimalle 4000 sene evvel de vardı.

M.C.: Sadece belki insanların daha çok zamanı vardı karşısındakine ayıracak.

T.: Tabii... Zamanın yavaş aktığı zamanlarda insanların ömrü 30- 35 sene. Diyelim ki Ortaçağ’da. Fakat Ortaçağ’da büyük aşklar var. Diyelim ki 20 sene sürüyor. Hatta bunun 19 senesinde birbirini görmüyor insanlar. Öyle güzel şeyler var. İşte çağın ruhuna göre... Zamanın ruhu o kadar hızlı ki yavaşlatmak gerekiyor. Yavaşlatmak için de ben kendi kendime çareler bulmaya çalışıyorum. Diyorum ki; “Eğer bilmem nereye gidersem cep telefonumu, laptop’ımı almayayım. Üç tanecik kitap alayım, tatile gittiğim yerin fitness center’ı olmasın ki ‘Ben burada spor yapayım mı?’ diye düşünmeyeyim bile.” Ne olsun orada? Bir hamak olsun, güzel bir ağaç olsun, suya da bir şekilde bulaşacağımız bir yer olsun ara sıra. Ya göl olsun ya deniz olsun. O kadar... Yani ben zamanı yavaşlatma peşindeyim.

M.C.: O bahsettiğin aşklar şimdi yok değil mi?

T.: Ona izin yok artık. Yani sen istesen de yok artık. Gerçi şimdi zamanın ruhu böyle deyip de bütün suçu ona atmamak lazım. Tamam zamanın ruhu böyledir ama sen kendi küçük dünyanı kurabilirsin. Belki tek başına, belki iki kişi ile. İki kişi bir dünya anlamına gelebiliyor bazen. O iki kişilik dünyanı sen kurarsan, geri kalan şeylerden de fazla etkilenmezsen, o söylediğimiz belki de 20 senelik Ortaçağ aşklarına doğru gidilebilir.

M.C.: Bir de bazen elinden kaçırdığın oluyor, sonradan anlıyorsun…

T.: Ozzy Osbourne’un bir röportajı var, orada çok güzel bir şey söylüyor; “İnsan böyle gerçekleri ve hataları öğrendiğinde hep geç oluyor.” “Keşke insan her şeyi bilerek doğsa ve hata yapmasa, gittikçe salaklaşsa” diyor. Yani salaktan zekiye doğru gitmenin veyahut tecrübe edinmenin hiçbir avantajı olmuyor ki. Tecrübe zaten hata sayesinde elde edilen bir şey. “Tersten olmalıydı bu gerçeklik olacaksa” diyor.

M.C.: O kadar enteresan olur muydu o zaman?

T.: Olmazdı tabii. Zaten o da imkân dahilinde değil. Oyunun zevki kalmazdı.

M.C.: Anlaşılamamak gibi bir derdin var mı?

T.: Sosyal bir ortamdasın. Karşındakilerin parametreleri veya ölçü birimleri seninkiyle aynı mı bilemiyorsun. Umut edeceğimiz şey doğru algılanmak ama bunun yüzde yüz olmayacağını da her zaman biliyoruz. Yapacağımız şey oturup ağlamak veya insanlara kendini doğru anlatmaya çalışmak olabilir, ama benim yöntemim o değil. Benim yöntemim şu; olduğum gibi olacağım, anlayan anlar anlamayan anlamaz. Yapabileceğimiz pek bir şey yok.

M.C.: Kompleksler ve korkular giriyor işin içine.

T.: Hiçbir zaman tam anlamıyla güçlü olamıyoruz zaten. Hepimizde kendini kanıtlama ve anlatma isteği var. İnsanlara değil, kendimizi kendimize de kanıtlamak istiyoruz. Ama yıllar geçtikçe şunu görüyoruz sadece; kendini pek fazla önemsemiyorsun, hatalarını görüyorsun. Oysa kendini hatalarınla da sevebilmek gerekiyor.

M.C.: Bu kitaptan sonra nasıl bir sayfa açacaksın?

T.: Ben de bilmiyorum.

M.C.: Bu sensin. Senden başka bir şey mi arıyorsun?

T.: Yo, burada total olarak benim kendi içeriğimden oluşturmuş olduğum ve belirli de bir yolda giden bir şeyi belirledim ben. Belki ben bunlardan yola çıkıp; “Tamam ya ben böylesine devam ederim” de diyebilirim. Ama en azından aslında kendimi değiştirmek, geliştirmek, başkalaştırmak isteyebilirim. Ama yapmak istediğim şey; eğer anlatmak istediğim şeyin hattı değişmeyecekse disiplinimi değiştirmek. Bir yerde yoğunlaşırken güdük kalmış yerleri oluyor insanın. Ben hayatta o kadar da eksiklerim olduğunu biliyorum ki, o taraflara da gidilebilir.

M.C.: Neler eksik kalmış?

T.: Sadece bilgiye dayalı değil bu hayat tarzıyla da ilgili olarak bir sürü şeyi eksik bırakmışım ben. Türlü zevklerden uzak kalmışım. Bazı arkadaşlarım var yemek yaparken o kadar büyük zevk alıyorlar ki. Ben mesela ondan çok uzağım. Kenime küçük mutluluklar aramaya çalışlıyorum. Sabahleyin arkadaşıma kahvaltıya gittim, hatta bir sürü şeyi de ben hazırladım. Biraz özenince zevk almaya başladığımı gördüm. Ben bunlardan yedi sekiz senedir o kadar uzak kalmışım ki. Son beş senedir bulaşık ve çamaşır makinesinin düğmesine basmadım. Hiçbir şey yapmadım. Hiçbir zaman yer silmedim.

M.C.: O çok sıkıcı bir iş, onu boşver.

T.: Ama Paulo Coelho var ya, o sürekli yaptığı şeylerden sıkılınca, üç dört sene önce okuduğum bir şey bu gerçi, sanırım İtalya’da küçük bir kasabaya gidip haftada 200 dolara bulaşıkçılığa başlamış. Dördüncü hafta filan birisi onu tanımış, o zamana kadar da çalışmış. Orada başka bir deneyim var. İnsan türlü deneyimlere açık olmalı. Ben hiç öyle olmadım.

M.C.: Senin hayatta böyle dertlerin varken başkalarının çok başka dertleri var.

T.: “Başka dertleri var” dediğin şey aynı zamanda sende yoksunluğa neden oluyor. Bir sürü şeyin güzelliğini unutuyorsun. Mesela yıllar evvel cuma ve cumartesileri sahaflara inerdim. Beyazıt’tan Eminönü’ne kadar hep uğradığım kitapçılar vardı. Yüzde 40 indirimle falan alırdım eski şeyleri. Hepsine uğraya uğraya saatler sonra Eminönü’ne varırdım. Kış aylarıysa acayip yağmur olurdu, otobüs beklerdik 1,5 saat. O kalabalıkta üç vesaitle falan evine gitmeye çalışırsın. Evine girdiğin zaman inanılmaz bir mutluluk vardır. Ayakların buz tutmuştur, kalorifere dayarsın ama yeni aldığın kitapları yanına dizer, onları güzel güzel okursun. O benim için mululuktu. Öyle bir mutluluk uzun zamandır yok bende.

M.C.: İnsan farkındaysa o mutluluğu tekrar yakalayabilir.

T.: Ün veya yaptığın işe yoğunlaşmak, onun haricindeki bir sürü işi yapmak zorunda kalmamak insanı yabancılaştırıyor biraz. Mesela ben yıllardır hiç bankaya gitmedim hiçbir kuyruğa girmedim. En fazla kuyruğa nerede girdim ben? Amerikaya girerken. Kuyruk maceralarım orada oluyor. Bunlar avantajlı şeyler tabii. Benim arkadaşlarım var, yoğun çalışıyorlar. Evlerine geldikleri zaman uyumadan önceki o 45 dakika o kadar güzel ki. Ben bütün bir hafta hiçbir iş yapmadan kitap okuyorum ama onların o 45 dakikada yaşadıkları rehavet duygusuna uzak kalıyorsun. Hayatın biraz da zorlukları olması gerekiyor.

M.C.: Yaşadığın son olayları düşününce senin için de kolay değil.

T.: Onu da çok umursamayarak geçiştiriyorum. Gerçi ne kadar umursamasan da başka bir sürü insanı etkiliyor. Öyle şeyleri trajedi gibi yaşamayı gururuma yediremiyorum.

M.C.: Fotoğraflar için yapılan şantajı yeyip yutacağını hiç düşünmemiştim zaten.

T.: Yani yer miyim? Çok salakça. Artık yatarlar içeride. Elimizdeki kayıtlarla yatarlar.

M.C.: Seninle aynı karede olan kişiler için rahatsız oldun mu?

T.: Onlar çok kötü işte. Allahtan ki o resimleri ben hiç görmedim, bende değillerdi ve benden alınmadılar. Onu bildiğim için rahatım. Suçlusu ben olsaydım kendimi daha kötü hissederdim

M.C.: Öfkelendin mi?

T.: İnsanlıktan midem bulanıyor sadece. Öyle insanların var olması çok korkunç. Hayatta o kadar büyük dertler var ki. Sevdiklerini kaybetmek, bilmem ne... Onun haricindekiler bana saçma geliyor. Ne olacak ki? Sen kendini nasıl hissediyorsan dimdik ayakta duracaksın. O tip çamur insanlar varsa da önünde sonunda yeniliyorlar. Onların bana büyük zararlar vermesi imkânsız.
 
#19 - Ağustos 23 2008, 16:32:09





#23 - Mart 05 2009, 11:04:45
« Son Düzenleme: Mart 05 2009, 11:05:21 Gönderen: soriee_etolie »

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.