Alternatifim Cafe

Vladimir Vladimiroviç Mayakovski

Discussion started on Yazarlar

Vladimir Vladimiroviç Mayakovski (Rusça: Владимир Владимирович Маяковский / 1893-1930); Rus, Enternasyonalist şair, Sovyet yazar.
Doğumu: 7 Temmuz 1893, Gürcistan / Kutais
Ölümü: 14 Nisan 1930

Yaşamı
7 ya da 19 Temmuz (Ne annesi, ne babası, ne de kendisi tam olarak bilmiyor) 1893'te Gürcistan'ın Kutais kentinden 20 verst uzaklıktaki Bağdadi köyünde doğdu. Babası Vladimir Konstantinoviç Mayakovski Bağdadi bölgesi orman işçisi idi ve Luda ve Olya adında iki kız kardeşi vardı. Ona kendi aralarında Volodya olarak hitap ediyorlardı. Kızkardeşi Luda'nın anılarına göre, aile, Gürcü geleneklerine bağlı bir hayat yaşayan ancak Rusça'yı da korumaya özen gösteren mutlu bir ailedir. Aile bir süre sonra Kutais kentine taşınır ve Mayakovski burada 1900 yılı sonunda sonunda Kutais Lisesi'ne gitmeye başlar. Okulda çok başarılıdır, hatta okulun en iyisidir. Bu dönemde kurmaca romanları özellikle de Jules Verne'i çok sever. Öğretmeni onu bir sanatçı olarak kabul edip onunla özel olarak ilgilenmeye, dersler vermeye başlar.

Mayokovski bu dönemde politikaya da ilgi duymaya başlar. 1905 başarısız devrim girişimi sırasında kızkardeşi gizlice Moskova'ya gider ve onu devrim ile tanıştıracak bazı belgeler getirir. Bu sıralarda Kutais de Bolşevik Partisi'nin yeraltı eylemlerinin merkezlerinden biri olmuştur. Bu dönemden sonra şiir ve devrim onun için bölünmez bir bütün haline gelir. Bir süre sonra babası kesik parmağından kaptığı bir enfeksiyon sonucu ölür.

Moskova yılları

Bu ölümden sonra aile Kuatis'den Moskova'ya göçer. Moskova'da bır sure büyük bir yoksulluk içinde yaşarlar. Annesi çalışmaya başlar. Mayakovski ise sosyalist arkadaşlar bulur ve kendini bir sanatçı olarak Moskova’da tanıtmaya çalışır. Tekrar okula başlar. Derslerde felsefe kitapları okumaya, düşünmeye başlar. Marksizm onu büyüler. Sosyalist devrim hayalleri ile yaşamaya başlayan Mayakovski'nin dersleri artık eskisi gibi iyi değildir. Bu dönemde sadece 14 yaşındadır. Annesi anılarında bu dönemi şöyle anlatır.

“ ...Okula gitti ancak zamanının çoğunu derslere vermek yerine propagandaya ayırdı. Daha 14 yaşında idi ancak 19 yaşında biri gibi davranıyordu ve çok ateşli idi. Parti üyeleri onunla görüşmeye geliyor, onunla buluşuyor ve devrim için ondan faydalanıyorlardı. Vlademir adeta yaşlanmıştı. ”

Mayakovski bir olaydan sonra okuldan atılır. Bir çok kez tutuklanır. Bolşevik partisinde propagandacı, örgütçü ve yazıcı olarak faaliyet göstermeye başlayan Mayakovski’nin evi 29 Mart 1908'de polis tarafından basılır ve Mayakovski tekrar tutuklanır. Bu esnada gizli bilgilerin de yazıldığı not defterini yutar. Parti bu dönemden sonra ona daha fazla bağlanır. 15 yaşında bir daha dönemeyeceği evinden polislerce alınır ve bilinmeyen bir yere götürülür. İlk girdiği hücrede 12 ay geçirir. Bu dönemde 3 yıl aradan sonra tekrar kurmaca romanlar okumaya ve yoğun bir şekilde yazmaya başlar. Bu Mayakovski'nin okuduklarından ziyade kendi özgün fikirlerini yazdığı bir dönem olarak tanımlanabilir. Hapis yıllarından sonra bu sefer Moskova Resim ve Heykel Okulu’na kaydolur. Burada özgün ve halktan olan çalışmaları ile diğer öğrencilerden farklılaşır. 1911'de fütürist harekete katılır ve Fütürist Bildiri'ye imzasını koyar. Burjuva göreneklerine meydan okuyan ve sığ kamu beğenisini sarsan edebi ürünler verir.

Öğretmenlerini eski dünyanın temsilcileri olarak görmekte ve devrimle kurulacak yeni dünyaya ilişkin resimler yapmaktadır. Bu çalışmalarının Rus fütürizminin başlangıcı olduğu söylenebilir. Bir zamanlar elden ele dolaşan Puşkin'in şiirlerinin yerini Mayakovski'nin şiirleri almaya başlar. Bu arada polis tekrar Mayakovski'nin peşine düşer. Şair, trajedi adlı oyununu St. Petersburg'da bir parkta sahnelemeye başlar. Bu oyundan sonra ünü iyice yayılır. 1913 kışında Korni Çekovski'de bu oyunu izler ve oyun hakkında yazar. Ona göre bu oyunda bizzat Mayakovski vardır. Oyunda ortada bir adam ve çevresinde değişik kılıklarda onu yok etmeye çalışan bir çok insan vardır. Çekovski, bunun gerçekten bir trajedi olduğunu ve bunun için şairin bir büyük bir ün yapacağını söyler. Gorki'nin eşi Maria ise anılarında Mayakovski hakkında şöyle der:

“ ...1918'de Mayakovski'yi sahnede izledim. Bana göre o eğer bu meslekte ilerlese idi müthiş bir oyuncu olabilirdi. ”

I. Dünya Savaşı ve Ekim Devrimi yılları

1914 yılında I. Dünya Savaşı patlak verir. Mayakovski başlarda oldukça heyecanlıdır ve zafer kazanma duygusu ile başı dönmüştür. Ancak ilk meydan savaşından sonra tanık olduğu şeyler fikirlerini değiştirir. 1915 yılında Pantolonlu Bulut adlı şiir kitabını yazar. Maksim Gorki bu şiirini çok beğenir ve şairle ilgili övgü dolu yazılar yazar. Gorki'nin eşi anılarında Gorki'nin Mayakovski hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirmiştir:

“ ...Eşim Mayakovski'ye çok önem verirdi. Onun şiirde bir yerlere gelmesini istiyorsu. Çünkü her ikisi de aynı şeyleri düşünüyor ve aynı şeyin peşinde koşuyordu. Onun günün birinde hakkında çok konuşalan biri olacağını çok iyi biliyordu. ”

Mayakovski'ye göre bulut çağdaş sanatın birleştiği bir değerdir. Bunun yanında cehennem şiddet ve bireycilik gibi şeyler de yeni bir anlam kazanmıştır. 1915-1917 yılları arasında Lili Brik ile büyük bir aşk yaşar, yıllarca bu aşkın etkisinde kalır. Mayakovski'nin Moskova'nın fütürist sanatı kabul edeceğine dair en ufak bir şüphesi yoktur. Ona göre devrim onun devrimidir ve devrim gerçekleştiğinde tüm düşleri gerçek olacaktır.

Bu duygularla 1917 Ekim Devrimi'ni çoşkuyla karşılar ve devrimin başlıca sözcülerinden birisi olur. Devrim sonrası çıkan iç savaşta Mayakovski bu sefer sanatını propaganda afişlerinde göstermeye başlar. Artık duvarlarda, direklerde binalarda Mayakovski'nin hazırladığı propaganda afişleri vardır. Ekim devrimi ile Rusya'da fütürizmin gelişmesinin aynı döneme denk gelmesi nedeniyle fütürizm bir tür komünist fütürizm olarak algılanır ve bir araya gelen fütürist sanatçılar halka seslenmeye başlar.

Şair 35 Gazete ve 57 dergide yazı yazmıştır. Dergi ve gazetelerde yazdıkları siyaset ve propaganda koksa da onu diğer köşe yazarlarından ayıran bir çok şey vardır.

Şairin İzvestya'da yayımlanın politik şiirlerini okuyan Lenin şöyle der:

“ ...Mayakovski'nin şiirlerinden pek bir şey anlamıyorum ancak onun meydanlarda savaşacak bir uzman olduğunu hissediyorum. Onun yazdıkları siyasi açıdan belki tartışılabilir. Şiirlerinde çok fazla politik bir şey yok, insanları bir şeye davet eder bir hava yok. Şiiri komünistleri birleştirmeye yetmez. Ama politik bakış açısının doğru olduğuna inancım sonsuz. ”

Lenin Mayakovski'nin dobra dobra konuşmasından fazlası ile hoşlanır ve bu nedenle özellikle propaganda da ondan faydalanmaya çalışır. Mayakovski de Bolşoy Tiyatrosu'nda Vilademir İlyiç Lenin adlı şiirini okur.

Yeni Lef dergisini (1922-1923) yeniden yaşatmaya çalışır (Новый леф, 1927-1928). Kağıdın yetişmediği, basımevlerinin çalışmadığı, savaşın yıprattığı dönemlerde; halkın gazete ve mizah dergileri yerine kullandığı ROSTA (Rusya Telgraf Ajansı) Pencereleri adlı pankartları hazırlar. 1925'te yazdığı bazı taşlamalar yüzünden İngiltere'ye girişi engellenir. ABD'ye dolaylı olarak, Meksika'dan geçerek girer. Aynı yıl yakın dostu Sergey Yesenin Leningrad'da İngiltere Oteli'nde intihar eder. Yesenin, son şiiri; "Elveda dost, elveda"yı damarını açarak, kanıyla yazmıştı. Buna karşılık hemen bir şiir yazıp, okumaya başlar, fakat zamanın devrimcilerinden büyük tepki görür. Bu olaydan tam 5 yıl sonra; 1930'da Lili Brik'i ve ailesini SSCB hükümetine emanet ettiğini belirten bir mektup bırakarak silahla intihar eder. Ölümünden sonra doğduğu köy olan Bağdadi'ye şairin adı verilir.

Eserleri

Şiirleri

    * Pantolonlu Bulut
    * Omurganın Flütü
    * Lenin Destanı
    * Yüz Elli Milyon

Oyunları

    * Trajedi - Vladimir Mayakovski
    * Gizemli Güldürü
    * Tahtakurusu
    * Banyo
    * Moskova yanıyor

Kitapları

    * Amerika'yı Keşfim
#1 - Nisan 04 2009, 19:48:40
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


BEN DE ÖYLE

Filo bile sonunda limana döner,
tren soluk soluğa koşar gara doğru,
Bense ondan daha hızlı koşmaktayım sana
-çünkü seviyorum-
budur beni çeken, sürükleyip götüren.
Cimri şövalyesi Puşkin'in, iner
bodrumunu karıştırıp seyretmeye.
Ben de, sevgilim
döner dolaşır gelirim sana.
Taparım,
benim için çarpan o yüreğe.
Sevinçlisinizdir evinize dönerken.
Atarsınız tıraş olurken, yıkanırken,
kirini pasını vücudunuzun.
Ben de aynı
sevinçle dönerim sana-
evime dönmüyor muyum
sana doğru
koşarken?
Yeryüzü insanları toprak ananın koynuna dönerler sonunda.
Hepimiz döneriz en son yuvaya.
Ben de öyle,
bir şey var
beni sana çeken
daha ayrılır ayrılmaz,
birbirimizden uzaklaşır uzaklaşmaz.



BİLİRİM GÜCÜNÜ SÖZCÜKLERİN

Bilirim gücünü sözcüklerin, o çınlayan sözcüklerin ben;
onların değil, o yığınları coşturan, kendinden geçiren,
başka sözcüklerin gücünü, çıkarıp ölüleri topraktan
tabutları meşeden adımlarla götürenlerin her zaman.
 
Gün olur okunmadan, basılmadan atılırlar da sepete,
bir çıktıları mı oradan gemi azıya alırlar elbette,
gümgüm öterler yüzyıllar boyu, tırmanıp gelen trenlerdir
öpüp yalamağa nasır tutmuş ellerini şiirin bir bir.

Bilirim gücünü sözcüklerin. Esip geçmiş de bir rüzgâr
bir halayın topraklarına düşmüş taçyapraklarıdır bunlar.
İnsandır bütün ruhu, dudakları ve bütün iskeletiyle.





DİNLEYİN!..


Dinleyin !
Bu yıldızları böyle
                                        her gece
                                                       niçin yakarlar ?
Herhalde birisine gerekli diye?
Herhalde yanmalarını isteyen birisi var?
Ve herhalde birisi
                                       bu balgam parçalarını
                                       inci diye sayıklar?
Ve zorlayıp
                            bir öğle vakti kalkan toz borasını
                            Tanrı katına varır
                            geç kalmak korkusu yüreğinde
                            yalvarır

                            öper Tanrı' nın elini merhamet dilenerek
                            ağlar -
                            anlatır kendisine niçin bir yıldız
                            gerektiğini -
                            bu azaba yıldızsız katlanamayacağını
                            Ve sonra o birisi
gezdirir boğuntusunu diyar diyar
                            sakin gözükmeğe çalışarak:
                            "Şimdi daha iyisin değil mi?"
                            diye sorar
                            yoluna ilk çıkana
                            "Korkmuyorsun artık
                             değil mi?"
Dinleyin!
Yaktıklarına göre bu yıldızları
                                                  böyle
                                                                 her gece
Birisinin işine yaramaları şart
                                                    öyle değil mi
                              ve şart olsa gerek
                              gene her gece
                              hiç olmazsa bir yıldızın yanıp sönmesi..

#2 - Mart 28 2010, 00:29:40

İMAN


İstediğiniz kadar uzatın bekleyişi
gördüğüm şey öylesine berrak
ve bu berraklık bir masal gibi
            öylesine bırakmıyor ki beni
şu uyağı koyunca
çok daha güzel bir hayata tırmanacağım
            ikinci dize uyunca.
En basit bir soruya bile ihtiyacı yok artık:
Tüm ayrıntılarıyla görüyorum işte
nağme nağme yükseliyor
taş taş üstünde yükselir gibi
ve ne bir pislik ne de bir toz zerresi
tüm hatlarıyla görüyorum yükseliyor
pırıl pırıl yüzyıllardan katlarıyla
insanları diriltme atölyesi...

İşte
   geniş alınlı kimyager
deneylerin kırışıklığı
         çehresinde.
Kitaptan
-   "Bütün Dünya'dır adı kitabın-
şöyle bir sayfa açıyor:
Yirminci Yüzyıl...
      "Kimi diriltsek acaba?...
Mayakovski'yi?...
Yok canım! Yeni baştan yaşatmaya değmez o şair...
Daha güzel daha değerli daha iyi
birini arayalım..."
Ve nasıl haykırıyorum bilseniz
   nasıl haykırıyorum avazım çıktığı kadar
buradan
Bitirmek üzere olduğum şu sayfadan:
"Boşuna karıştırma ilerki sayfaları!
Dirilmeyi hakkeden sadece ben varım!"



KİTLELER ANLAMIYOR


Yazarla okurun
                       arasında
                                    aracılar durur,
ve aracının
                 zevki
                         en ortalamadır.

Aracılar ordusunun
                             bu ortalama zevkinden
hem eleştiri
                  hem düzelti
                                    binlercedir.

Sen
      ne dersen
                      de
Aracı gene
                bildiğini
                           okur:

"Ben
        başka
                 bir insanım.
Nadson'un
                 şiirlerini
                            şimdiki gibi anımsıyorum...
İşçiler
         kısa dizeleri
                           sevmiyor.
Ama Aseyev
                    aracılara
                                  hâlâ sövüyor.
Ya noktalama imleri?
                                Bir nokta
                                              sanki bir ben.
Siz
     nokta ekerek
                          şiirleri süslüyorsunuz.
Yoldaş Mayakovski,
                                yambla yazsaydınız,
size her dize için
                          yirmi kuruş fazla öderdim."

Eleştirmen
                on milyonların
bu iki temsilcisinin
                            yanından geçerken duygulandı.

Hiç bir ayrıcalıkları yoktur
                                      et ve kemik...
İnsan insandır!

Ama akşam oturup
                             çay içerken övünür durur:

"Ben
         bu işçi sınıfını
                              iyi tanırım.
Suskunluğunun
                        nedenini bilir
                                            ruhunu okurum.
Ne bozulur,
                 ne umutsuzluğa düşer.
Böyle bir sınıftan
                         kim okunabilir?
Yalnızca Gogol,
                        yalnızca klasikler.

Köylüler mi?
                   onlar da aynı,
                                        hiç bir ayrımı yok.
Şimdiki gibi anımsıyorum.
                                       İlkyazdı, yazlıktaydı..."

Bizdeki yazarların
                           böyle boşboğazları
kitlelerin
             sık sık
                       beynini bulandırıyor.
Ve devrim öncesinin

söz
    fırça
          ve keski sanatının

bir sürü örnekleri dolaşıp duruyor
ve aydın yetenekler
                               kitlelere akıyor.

Düşler,
           güller
                   ve gitar sesleri.

Ben korkudan benzi uçmuş
                                            yazarlardan
                                                               yoksul şiirlerinden
yakınmayı
               artık bırakmalarını
                                           rica ediyorum.

O böyle
            birkaç
                      bayatlamış masalı,
saatlerce anlatır
                        açıklar,
bu umutsuz aydın
                           her şeyde bir kusur bulur:

"İşçiler ve köylüler
                            sizi anlamıyorlar" der.

Yazar
         suçlu suçlu
                            boynunu büker.

Ama bu
           en etkili eleştirmen
köylüyü
            ilk kez
                      savaştan önce,
yazlıkta
            et
               alırken gördü.

İşçileriyse,
                bundan daha az.

İkisini birlikte
                   bir su baskınında
                                             tesadüfen gördü.

Bir köprüden
                     çevreye,
                                  taşan sulara,
yüzen buzlara
                      bakıyorlardı.

Çünkü yönetici sınıf
                              artık sanattan da
en az sizin kadar
                           anlıyor
Sen kitlelere
                   yüksek kültürü
                                           götür!

Böylesini ve benzerlerini.

Size de,
            bana da,
                          köylülere de,
                                             işçilere de

iyi kitap gerekli,
                       çünkü iyi kitap
                                              anlaşılır.



LİLİ'CİĞİM


              (Mektup yerine)

Tütün dumanı kemiriyor havayı.
Oda
Kruçyonıh'ın Cehennem' inden bir bölüm gibi.
Anımsıyor musun
İlk kez
ardında bu pencerenin
tutkudan çıldırmışçasına
okşamıştım ellerini.
Şimdi
oturuyorsun aynı yerde,
yüreğin
demirden bir kılıf içinde.
Ve yarın
paralayan sözlerle
kovacaksın belki beni
Ve loş antrede
uzun süre
titreyişlerle sarsılan bir kol
bulamayacak
ceketteki yerini.
Çıkacağım, ezilmiş.
Fırlatacağım vücudumu sokağa.
Yabanıl
çılgın
umutsuzlukla paramparça.
Hayır
gerek yok buna,
sevgilim,
biriciğim,
gel
vedalaşalım şimdiden.
Ağır bir gülle gibi
aşkım
nereye kaçarsan kaç
asılıdır sana
nasıl olsa.
Bırak
son bir haykırışla uluyayım
horlanmışlığın acı yankısını.
Çalışmaktan
anası ağladığında öküzün
gider
salar kendini soğuk sulara.
Aşkından başka
deniz yok bana,
ve gözya??ları da
bir erinç
koparamıyor ondan.
Yorgun fil
sessizliği aradığında
yatar
kızgın kumlara saltanatla.
Aşkından başka
güneş yok bana.
Ve bilmiyorum bile
neredesin şimdi ve kiminle.
Eğer
bir başka şair olsaydı
böylesine üzdüğün,
onarırdı acısını
parayla ve ünle.
Fakat
sevinç vermiyor bana hiçbir çınıltı
senin sevgili adının
çınıltısından başka.
Atmayacağım
bir boşluğa kendimi,
zehir içmeyeceğim.
Ve dayayıp
şakağıma namluyu
çekmeyeceğim tetiği.
Ağzı hiçbir bıçağın
bakışların kadar senin
kesemez beni.
Yarın unutacaksın
seni taçlandırdığımı,
ve yakıp tükettiğimi
çiçeklenmiş bir ruhu
aşkla.
Ve uçarı günlerin fırtınalı karnavalı
dağıtacak
sayfalarını kitaplarımın.
Sözlerimin kurumuş yaprakları mı
durduracak seni
çırpınan soluğuyla.
Bırak hiç değilse
son bir sevgi dalgası sereyim
beni bırakıp giden adımlarının altına.



OMURGANIN KAVALI

Dumanlar içinde mavi olmayı unutan
                                                             gökyüzü,
paçavralar giyinmiş
                                       sığıntı gibi bulutlar,
son aşkımla tutuşacaksınız bütün!
Sevinç çığlıklarımla bastıracağım
                                                         ordular
                                                                  gürültünüzü!
Siz ki bir yuvanın sıcaklığını unutmuşsunuz,
                                                                            dinleyin !
Ve çıkın artık siperlerden:
                                           bitirmeseniz de olur
                                                                      savaşı..
Ne en korkunç dövüşlerin,
                                              ne de
                                         kan tüten yaraların en derini
solduramaz aşk sözlerini!
Bilmez olur muyum hiç
                                            sevgili Almanlar!
Dudaklarınızın ucunda hep
                                             Goethe'nin
                                                           Gretchen'i var...
Ama o,
            yüzyıllardır sayıkladığınız
                                                   tombul
                                                         pembe tenli kız,
neme gerek benim!
                                    Seni söylüyorum türkülerimde
                                                                    şimdi ben,
makyajlı
             kızıl saçlı sevgilim!
Bu kasatura uçları gibi
                                   sivri
                                         günlerden,
                                                         yaşadığımız,
yüzyılların sakalı ağardığında
                                                kalacak olan
                                                              sensin yalnız!
Bir de ben...
                    o kentten
                                  bu kente...
                                                  senin ardında!
Londra'nın
                 kalın
                         sisinde yitirsem seni,
alev dudaklarıyla
                          gece lambalarının
gene de uzanır
                          öperim..
............................................
Dalgın
           ve hüzünlü,
köprüden geçsen:
                             "Aşağısı da güzel" diye düşünerek,
                             "Ve ölmek
                                         de belki güzeldir !" diyerek,
bil ki benim
                  köprünün altında akan,
                                                        benim la Seine,
benim çağıran seni
                                 çürümüş dişlerini göstererek..
...............................................
Güçlüyüm ben,
                             gerekliyim çünkü onlara.
"Sıran geldi!"
                             deseler günün birinde,
savaşa itseler beni,
                                vurulsam:
Kan değil
                adın fışkırır
                                  yırtık dudaklarımdan..
İster
            taç giydirsinler,
                                  ister -
                                  se Sainte - Hélène 'e sürsünler:
Hayat fırtınalarının dalgalarını
                                              gene de
                                                              ben
                                                              mühürlerim!
Ellerim
             kelepçelidir evet
                                        ama evrenin
                                                             tahtıdır yerim!
Siz
         ürkek çocukları
                                   hüznün,
                                               ve siz
                                                          gökyüzünün
mavi olduğunu unutanlar!
                                         Dinleyin artık
                                                             susun da!
Belki de
             son
                    aşkıdır
                            bu
                                 gökyüzünün:
                                                     onulmaz yarası
                                                     kanar da kanar
                                  veremli ciğerlerimin dokusunda.
 



PANTOLONLU BULUT'DAN

PANTOLONLU BULUT'dan (Giriş)

Pelteleşmiş beyninizde
kirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi

hayal kuran düşüncenizi,
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim,
dalga geçeceğim, geberesiye küstah ve zehir dilli.

Tek bir ak saç yok ruhumda,
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı,
yirmi iki yaşında.
 
Çıtkırıldımlar!
Kemana yatırırsınız aşkı siz.
Kabalar, onu trampete yükler.
Fakat, tersyüz edebilir misiniz, kendinizi benim gibi,
Öyle ki, dudaklar kalsın ortada, salt dudaklar!
 
Çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı,
kibirli, patiskadan ve melek soylu memur karısı.
 
Sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla,
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını...
 
İster misiniz
ten kudurtsun beni,
 
- ve gök gibi, renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım, sevecen olayım ki öylesine
hani, erkek değil de, pantolonlu bir bulut desinler bu!
 
İnanmıyorum çiçekli Nice diye bir yerin var olduğuna!
Benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler,
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da...



SON MEKTUP

                       (Şairin cesedinin yanında bulunmuştur)
 
Hepinize!..
          İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele dedi-
kodudan, unutmayın ki, merhum nefret ederdi.
          Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. İş değil
bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem),ama benim için başka bir çı-
kar yol kalmamıştı.
         Lili, beni sev.
         Hükümet Yoldaş!  Ailem : Lili Brik, anam, kız kardeşlerim ve
Veronika Vitoldovna Polonkaya' dan ibarettir. Yaşamlarını sağlar-
san, ne mutlu bana..
         Bitmemiş şiirleri Brik'lere verin, ne lâzımsa onlar yapar.
         "Bir varmış bir yokmuş"
                                             derler hani :
Aşkın küçük sandalı
                                 hayat ırmağının akıntısına
                                                                            kafa tutabilir mi!
Dayanamayıp parçalandı işte sonunda...
Acıları
           mutsuzlukları
                                  karşılıklı haksızlıkları
           h a t ı r l a m a y a   b i l e   d e ğ m e z :
Ödeşmiş durumdayız kahpe felekle.
Ve sizler mutlu olun
                                yeter.
#3 - Mart 28 2010, 00:35:12

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.