Alternatifim Cafe

Osmanlı Devleti'nde sanat

Discussion started on Osmanlı Tarihi

Ahmed Karahisari (1468, Afyonkarahisar - 1556, İstanbul), ünlü bir Osmanlı hattatıdır.

Diğer birçok Osmanlı hattatından farklı olarak Şeyh Hamdullah ekolünü değil Yakut-ı Mustasımi ekolünü benimsemiş ve bu ekolün en güzel örneklerini vermiştir. Sülüs ve Nesih yazının en güzel örnekleri kendisine aittir. Üslubu sadece kendi öğrencisi olan birkaç hattat tarafından benimsenmiş ve diğer Osmanlı hattalarınca pek ilgi görmemiştir. Bunun en önemli nedeni tüm Osmanlı hattatlarının piri olarak kabul edilen Şeyh Hamdullah'ın büyük tesiridir.

En önemli yapıtı Kanuni Sultan Süleyman'ın isteği üzerine yazmış olduğu ve halen Topkapı Müzesi'nde muhafaza edilen büyük ebattaki Kur'an-ı Kerim'dir. Diğer eserleri arasında Piyale Paşa Camii yazıları ve Süleymaniye Camii kubbe yazıları bulunmaktadır. Yine bu cami içerisindeki pencere üstü levhaları da kendisi ve öğrencileri tarafından yazılmıştır.

Tekniği ve yazıya getirdiği yenilikler bakımından Şeyh Hamdullah ve Hafız Osman'la beraber en önemli üç Osmanlı hattatından biri olarak kabul edilir.
#1 - Mart 21 2010, 16:03:42
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Darülbedayi, Türkiye'de Batılı anlamda tiyatronun gelişmesinde önemli bir değişimi sağlayan, Osmanlıdaki ilk konservatuvar kurumudur.

1914'te İstanbul Şehremini Belediye Başkanı Operatör Dr. Cemil (Topuzlu) Paşa kentin medenileşmesi için birçok yenilik yapmaya karar verir. Hayata geçen projeleri arasında Batılı anlamda bir müzik ve tiyatro konservatuvarı kurmak vardır. Bu iş için belediye meclisinden o dönem için oldukça büyük para olan 3000 lira ödenek ayırdı. Bu önemli projeye Darülbedayi-i Osmani adını veren Cemil Paşa bu işi gerçekleştirmek için Reşat Rıdvan bey'in de önerisiyle Paris'ten çok önemli bir tiyato yönetmeni ve yöneticisi Andre Antoine'ı İstanbul'a davet etti. Şehzadebaşı'nda bulunan vilayete ait Letafet Apartmanı bu konservatuvar için tahsisi edildi.

Müzik ve tiyatro için eğitim verecek olan bu okula Namık Kemal'in oğlu Ali Ekrem (Bolayır), "konservatuvar" sözü yerine "Darülbedayi" adının verilmesini önerdi ve kabul edildi. Tiyatro Bölümü için kıraat (okuma), telaffuz (söyleyiş), tecvid (tonlama), Aruz, edebiyat tarihi, haile (trajedi), drama, mudhike (komedi), raks (dans), adab-ı muaşeret (görgü), eskrim gibi dersler kondu. Kısa bir süre sonra Birinci Dünya Savaşı'nın çıkması nedeniyle ülkesine dönen Antoine'ın yerini Reşat Rıdvan ve Muhsin Ertuğrul başkanlığında bir ekip aldı.

Cemil Topuzlu'dan sonra İstanbul Şehremini olan İsmet bey Darülbedayi'ni yönetmeliklerini hazırlamada önemli gelişmeler kaydetti. 1916'da bu okulun halka açık ilk oyunu bir adaptasyon olan "Çürük Temel" 20 Ocak 1916'da Asker Ailelerine Yardım Cemiyeti yararına ilk kez oynandı. Türk ve Dünya Oyun yazarlarından birçok oyunu oyunun oynandığı Darülbedayi 1934 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları adını aldı. Günümüze dek Türkiye'nin en köklü tiyatro kurumu olarak başarılı çalışmaları devam etmektedir.
#2 - Mart 21 2010, 16:04:02
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Giuseppe Donizetti (Donizetti Paşa) (d. 6 Kasım 1788, Bergamo-İtalya, – ö. 12 Şubat 1856, İstanbul). İtalyan müzisyen.

Türkiye'yi 19. yüzyılda batı müziği ile tanıştıran ve ilk Türk bandosu olan (Mûsikâ-i Hümâyûn)'un gelişmesinde en büyük katkıyı sağlamış olan kişidir.

Giuseppe Donizetti İtalya ve Fransa da çeşitli bandolar yönettikten ve son olarak Napolyon' un bandosundan ayrılmış ve reformcu Osmanlı hükümdarı II. Mahmut (1785-1839) tarafından İstanbul'a gelmesi için yapılan daveti kabul ederek 17 Eylül 1828'de görevine başlamıştır. II. Mahmut, eski orduyu dağıtmış ve kurduğu yeni ordu (Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye) ile birlikte, önceki ordu bandosu olan geleneksel Mehter bandosunu da kaldırmıştır. Yerine batı standartlarında yeni bir bando kurmaya karar vermiş ve ilk kuruluşta bandonun başına getirilen Fransız müzisyen Manguel'in yetersiz kalması üzerine, Giuseppe Donizetti'yi bu görev için davet etmiştir. Donizetti istanbul' a varınca ilk iş olarak askeri bando Mûsikâ-i Hümâyûn'u yapılandırmış ve bir ay içerisinde padişaha ilk konserini verecek hale getirmiştir. Bundan sonraki 28 yıl boyunca Osmanlı Devleti'nin hizmetinde çalışarak hükümdarın kurduğu modern ordunun bando teşkilatını ölümüne kadar yönetmiştir. İstanbul, Donizetti için adeta ikinci bir vatan olmuş ve 12 Şubat 1856'da ölene dek İstanbul'da yaşamıştır.

Giuseppe Donizetti'nin, II. Mahmut için bestelediği "Mahmudiye Marşı" onbir yıl, II. Mahmut'un ölümünden sonra tahta çıkan oğlu Sultan Abdülmecit için bestelediği "Mecidiye Marşı" da (1839) 22 yıl boyunca Osmanlı Devleti'nin marşı olarak çalınmıştır.

Sultan Abdülmecit tarafından Paşa unvanı ile taltif edilen Donizetti'nın başarıları sadece askeri bando kurulması ile sınırlı kalmamış, sarayda Osmanlı hanedan ailesinin fertlerine de müzik dersleri vermiş, Pera'da (Beyoğlu ve çevresinin eski adı) her yıl düzenlenen İtalyan opera gösterilerini desteklemiş, sarayda konserler düzenlemiş ve İstanbul'u ziyaret eden Franz Liszt, Parish Alvars ve Leopold de Meyer gibi zamanın önde gelen virtüözlerine ev sahipliği yapmıştır. Donizetti'nin kendisi gibi müzisyen olan iki kardeşi daha vardır. İçlerinden en yetenekli ve ünlüleri küçük kardeşi (Gaetano Donizetti), bir opera bestecisidir.

Donizetti'nin cenazesi, ölümünden sonraki üç hafta boyunca Beyoğlu'ndaki Santa Maria Kilisesi'nde muhafaza edilmiş ve 6 Mart 1856'da Santa Esprit Kilisesi'inin mezarlığına nakledilerek defnedilmiştir.

Ölümünden sonra yerine Callisto Guatelli Paşa atanmış ve 1856-1858 ile 1868-1899 yılları arasında bandoyu yönetmiştir.

Müzikolog Emre Aracı tarafından kaleme alınan kapsamlı bir biyografisi Donizetti Paşa Osmanlı Sarayının İtalyan Maestrosu adı altında Yapı Kredi Yayınları tarafından 2006 yılında yayımlanmıştır.
#3 - Mart 21 2010, 16:04:23
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Fasulyacıyan Topluluğu, Osmanlı döneminin ilk tiyatro topluluklarındandır. Ermeni aktör Tomas Fasulyacıyan tarafından kurulmuştur. Ahmet Fehim ve Küçük İsmail toplulukta yer alan diğer ünlü isimlerdir.

Topluluk, Bursa'da dönemin Osmanlı valisi Ahmet Vefik Paşa himayesinde yerleşik bir salonda oyunlar sergilemiş, bizzat Ahmet Vefik Paşa'nın çevirdiğı veya adapte ettiği Moliere oyunlarını başarıyla sahnelemiştir. Paşanın valilikten ayrılması ile topluluğun Bursa'daki çalışmaları sona erdi.
#4 - Mart 21 2010, 16:04:39
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Gentile Bellini (1429-1507) Rönesans döneminde Venedik'te yaşamış İtalyan bir ressamdır. 1478 yılında Venedik Cumhuriyeti tarafından Fatih Sultan Mehmet'in portresini yapmak üzere İstanbul'a gönderilmiştir.

Gentile Bellini'nin İstanbul Öncesi Yaşamı

Gentile Bellini, ressam bir ailenin çocuğu olarak 1429 yılında Venedik'te dünyaya geldi. Babası Jacopo Bellini ve özellikle erkek kardeşi Giovanni Bellini de o dönemin çok ünlü ressamlarındandı. O dönemde yetenekli ressamlar çok saygı görmekteydiler. İtalyan yarımadasının kuzeyindeki Floransa ve Venedik gibi kentlerinde yaşayan sanatçılar Rönesans döneminin çekirdeğini oluşturmaktaydılar. Gentile ve Giovanni o dönemde özellkle birçok dinsel temaları tablolar yaptılar. Venedik'teki Scuola Grande di San Marco binasının içindeki tabloları da iki kardeşler birlikte yapmışlardı. Gentile Bellini Venedik'teki Dükler Sarayı'nda da birçok tablolar yaptı ama 1577 yılında çıkan yangında bu tablolar yok oldu.

Gentile Bellini'nin döneminde Osmanlı-Venedik İlişkileri

İtalyan yardımadasında o dönemde tek bir devlet yerine birçok kent krallıkları bulunuyordu. Bunlardan en güçlülerinden biri de yarımadanın kuzeydoğu bölgesinde yer alan Venedik Cumhuriyetiydi. Venedik ilk önceleri Bizans İmparatorluğunun bir parçasıyken bağımsızlığını kazanmış, güçlü filosuyla başta Girit ve Kıbrıs olmak üzere birçok Ege ve Akdeniz adalarını eline geçirmişti. Venedik 1204 yılında Konstantinopolis'i talan eden dördüncü Haçlı seferi'nde önemli bir rol oynamıştı ve Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettiğinde kentte büyük bir Venedikli toplumu yaşamaktaydı. İstanbul'un Osmanlıların eline geçmesi Venedik'e büyük bir zarar verdi. O yüzden 1453-1479 yılları arasında Venedik ile Osmanlılar arasında birçok çatışmalar yaşandı. Sonunda Venedik Senatosu'nun Osmanlıların yaptığı barış önerisini kabul etmesiyle bu çatışmalar sona erdi. Barış anlaşması Venedik'in Osmanlılara büyük bir miktarda ödeme yapmasını öngörmesinin yanısıra olağanüstü başka bir koşul daha içeriyordu. Fatih Sultan Mehmet portresini yapmak üzere Venedik'in en yetenekli ressamlarından birinin İstanbul'a gönderilmesini öngörüyordu. İşte Bellini bu koşullar altında 1479 yılında İstanbul'a geldi, kaldığı 16 ay boyunca Fatih Sultan Mehmet'in ünlü portresinin yanısıra birçok tablolar ve çizimler yaptı.

Gentile Bellini'nin İstanbul Seyahati

Fatih Sultan Mehmet tablosunu yapmasına izin vermeden önce Bellini'nin yeteneğinden emin olmak istemişti. Bu nedenle Bellini İstanbul'daki ilk aylarını sarayda çeşitli insanların tablolarını yaparak geçirdi. Yukarıda görülen "Oturan Katip"" adıyla anılan tablosu da bunlardan biridir. Boston'daki İsabella Gardner Müzesinde bulunmaktadır.

Gentile Bellini'nin Fatih tablosu en önemli tablolarından biridir. Tablonun sağ alt köşesinde latin harfleriyle 25 Kasım 1480 tarihi atılmıştır. Tablonun gerçekçiliği dikkat çeker. Bellini Fatih'in kanca burnunu aynen olduğu gibi yansıtmıştır. Fatih'in Bellini'ye bu tablosunu yaptırtması onun zamanına göre açık görüşlü bir insan olduğunu gösterir. Ne yazık ki ölümünden sonra yerine geçen II. Bayezid tutucu ve bir padişahtı. Babasının ölümünden sonra bu tabloyu ve Bellini'nin İstanbul'da yaptığı diğer tabloları pazarlarda sattırdı. Venedikli tüccarlar ucuz fiyatlara bu ve diğer tabloları satın alarak Avrupa'ya götürdüler. Bugün Fatih Sultan Mehmet'in Bellini tarafından yapılmış bu tablosu Londra'daki National Gallery'ye aittir.
pazarlarda
#5 - Mart 21 2010, 16:05:45
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Hat sanatı

Hat sanatı, hüsnühat (Arapça: حسن - hûsn - "güzel" + خط - khat - "yazı") veya kaligrafi (Yunanca: κάλλος - kallos - "güzellik" + γραφή - graphẽ "yazı") yazı sistemleri ve yazı öğeleri kullanılarak geliştirilen, sıklıkla dekoratif amaçla kullanılan, bir görsel sanat türüdür.

Bu sanat dalının çağdaş bir tanımı ise "işaretlere anlamlı, ahenkli ve hünerli bir şekilde biçim verilmesi sanatı" şeklindedir. Belirli bir yazı stiline yazı tipi, hat türü, el veya alfabe gibi tanımlanabilir.

Farklı yazı sistemlerinde farklı şekillerde, farklı coğrafyalarda ortaya çıkmış olan hat sanatı, özellikle matbaa öncesinde büyük önem arz etmiştir. Bugün tipografi sanatıyla ilişkilendirilebilecek hat sanatı sıklıkla yazı sistemlerine veya farklı hat kültürlerine göre sınıflandırılır: İslam hat sanatı (İslami kaligrafi), Arap hat sanatı (Arap kaligrafisi), Fars hat sanatı (Fars kaligrafisi), Japon hat sanatı (Japon kaligrafisi), Çin hat sanatı (Çin kaligrafisi), Batı hat sanatı (Batı kaligrafisi) gibi...

Modern hat sanatı işlevsel el ile yazılmış betiklerden ve tasarımlardan işaretlerin soyut bir şekilde ifade edildiği ve bazen bu soyutsal ifadenin harflerin okunabilirliğinin yerine geçtiği güzel sanat eserlerine kadar geniş bir yelpazededir. Klasik hat sanatı tipografiden ve klasik olmayan yazı tiplerinden farklı olsa da bir hat sanatçısı bu alanların hepsinde eser verebilir; karakterler tarihsel bir şekilde disipline edilmiş olsalar da yazı anında doğaçlama bir şekilde oluşturulurlar, değişken ve spontanedirler.

Dış Bağlantılar

Çin kaligrafisi

    * Çin kaligrafisi ve galeriler Çin Çevrim içi Müzesi (İngilizce)
    * Çin kaligrafisi sanatı (İngilizce)
    * Çin tarihindeki tanınmış hattatlar ve galerileri (İngilizce)

Batı kaligrafisi

    * Cynscribe World Wide Web Kaligrafi Dizini (İngilizce)
    * The Edward Johnston Foundation - Kaligrafi araştırma merkezi (İngilizce)

İslam kaligrafisi

    * İslam kaligrafisi (İngilizce)
    * Arap kaligrafisi galerisi - National Institute for Technology and Liberal Education (İngilizce)
    * İslam kaligrafisi örnekleri (İngilizce)
    * Washington D.C. Kongre Kütüphanesi'nde İslam kaligrafisi (İngilizce)

Diğer kaligrafi türleri

    * Moğolca: Inkway Kaligrafi (İngilizce)
    * Nepali: Nepali Kaligrafi (İngilizce)
    * Tibetçe: Tibet Kaligrafisi tarihçesi (İngilizce)
    * Japonca: Shodo Journal research Institute (İngilizce)

Kaligrafi müzeleri

    * Pettenbach, Avusturya Kaligrafi ve Minyatür Grafikleri Müzesi
    * İskenderiye Kütüphanesi Yazmalar müzesi
    * Naritasan Kaligrafi müzesi
    * Ditchling Müzesi
    * Klingspor Müzesi
    * Sakıp Sabancı Müzesi
    * Beyazıt hat sanatı müzesi

Dünya kaligrafi birlikleri ve cemiyetleri

    * Association for the Calligraphic Arts
    * North West Calligraphers’ Association
    * The Chinese Calligraphy Association
    * The Washington Calligraphers Guild
    * Calligraphy Society of Florida
    * The International Association of Master Penmen, Engrossers and Teachers of Handwriting IAMPETH
    * L’esperluette (Fransızca)
    * Centro Internazionale Arti Calligrafiche (İtalyanca)
    * Peannairi (Irish Scribes)
    * Associazione Calligrafica Italiana (ACI) (İtalyanca)
    * Meitokai
    * Calligraphy & Lettering Arts Society
    * C.A.U.S. – Centro Arti Umoristiche e Satiriche

Uluslararası yarışmalar

    * C.A.U.S. – Alphabets and Calligraphy
#6 - Mart 21 2010, 16:14:02
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Hâfız Post, Klâsik Türk musıkisi bestekârı olup, asıl adı Mehmet'tir. (d.İstanbul, ö. 1694 - İstanbul) "Post" lâkabının kendisine, vücudunun çok kıllı olmasından dolayı verildiğine dair bir rivayet vardır. Sultan IV. Mehmed döneminin klâsik Türk büyük müzik ustalarındandır. Saray'da yapılan fasıllara sazı ve sesi ile katılmış, bütün çağdaşları gibi Selim Giray Han'dan yardım ve ilgi görmüş, bu sanatsever devlet adamının düzenlediği edebiyat ve müzik toplantılarına katılarak sanatçı kişiliğinin gelişmesini sağlamıştır. Gençliğinde resmi görev almamış, son zamanlarına Divan hocaları zümresine katılmış, daha sonra Bîrun Kâğıt Eminliği'ne getirilmiştir. Hafız Post 1694 yılında vefat ederek Karacaahmet Mezarlığı'nda, Divan şairi Nabi'nin mezarının yanı başında toprağa verildi. Ölümüne o dönem şairlerince anısına beyitler yazılmıştır.

Fenni, "Çergehte eyleyüb âhır karar/ Postu şîr-i ecel çâk eyledi", Itrî ise: "Dedi Itrî Hâfız'a mevâ ola ya Rab cinan" demiştir.

Hafız Post, Türk güzel sanatlarının önemli bir kolu olan Hat sanatıyla da ilgilenmiş, çağının değerli hattatı Tophaneli Mehmed Efendi'den Taliyk, Sülüs, Nesih dersleri almıştır. Nâili'nin edebî çevresinde yetişen sanatçı, bu bilgilerin yanı sıra Arapça ve Farsça'da öğrenmiştir. O da hocası gibi Halvetiyye tarikatına mensuptur. Çağdaşı olan bazı şairler gibi, halk şiirinden kaynaklanan bir ilhamlâ âşıkhane şiirler de söylemiştir. Tanburî ve hanendedir.

Eserleri

Hafız Post'tan günümüze Tevşih, Durak, Beste, Ağır Semaî, Yürük Semaî olmak üzere on eser ulaşabilmiştir. En bilinen ve günümüzde de seslendirilen eseri "Gelse o ??uh meclise namı tegafül eylese" diye başlayan rast yürük semaidir.

Hâfız Post'un Divan, Tasavvuf, Âşık ve Halk edebiyatının her tür şiir şekline beste yapmıştır. Dinî eserlerine Halvetî şairlerinin , özellikle Niyazî Mısrînin şiirlerini seçmiştir. Yaşadığı çağda ve daha sonraki yüzyıllarda ünü yalnız Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalmamış, bütün İslâm ülkelerine yayılmıştır.
#7 - Mart 21 2010, 16:14:30
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Levni (17. yüzyıl sonları, Edirne- 1732, İstanbul), asıl adı Abdülcelil Çelebi, Lale Devri'nin en tanınmış minyatürcüsüdür. Minyatür sanatına derinliği ve perspektifi getirmiş, yapay, yaldızlı ve canlı renkler yerine daha doğal renkler kullanmıştır.

Topkapı Sarayı'ndaki nakkaşhanede tezhip öğrendi, daha sonra da II. Mustafa zamanında sarayın başnakkaşlığına getirildi. III. Ahmet döneminde de bu görevini sürdürdü. Lale Devri'nin insanı olmasından dolayı, minyatürlerinde daha çok eğlence sahnelerini işledi. Şair Vehbi'nin, III. Ahmed'in şehzadelerinin 1720'deki sünnet düğünün anlatan Surname'sini süsleyen minyatürleri Levni'nin en ünlü eserleri arasındadır.

Perspektif, resmettiği insanların kişisel özelliklerini yansıtmaya verdiği önem, resimdeki renk ve kompozisyon uyumu Osmanlı Minyatür sanatı için oldukça önemli yeniliklerdi.

Levni'nin eserleri arasında Kaygusuz Abdal minyatürü bulunmaktadır.
#8 - Mart 21 2010, 16:14:49
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Minyatür, çok ince işlenmiş ve küçük boyutlu resimlere ve bu tür resim sanatına verilen addır. Orta Çağda Avrupa'da elyazması kitaplarda baş harfler kırmızı bir renkle boyanarak süslenirdi. Bu iş için, çok güzel kırmızı bir renk veren ve Latince adı “minium” olan kurşun oksit kullanılırdı. Minyatür sözcüğü buradan türemiştir. Bizde ise eskiden resme “nakış” ya da “tasvir” denirdi. Minyatür için daha çok nakış sözcüğü kullanılırdı. Minyatür sanatçısı için de “resim yapan, ressam” anlamına gelen nakkaş ya da musavvir denirdi. Minyatür daha çok kâğıt, fildişi ve benzeri maddeler üzerine yapılırdı.

Tarihçe

Minyatür, doğu ve batı dünyasında çok eskiden beri bilinen bir resim tarzıdır. Ama minyatürün bir doğu sanatı olduğunu, batıya doğudan geldiğini ileri sürenler vardır. Doğu ve batı minyatürleri resim sanatı yönünden hemen hemen birbirinin aynı olmakla birlikte renk ve biçimlerde, konularda ayrılıklar görülür. Minyatür, kitapları resimlemek amacıyla yapıldığından boyutları küçük tutulmuştur. Bu ortak bir özelliktir. Doğu ve Türk minyatürlerinin bazı başka özellikleri de vardır. Bu minyatürlerin çevresi çoğu kez "tezhip“ denen bezemeyle süslenirdi. Minyatürde suluboyaya benzer bir boya kullanılırdı. Yalnız bu boyaların karışımında bir tür yapışkan olan arapzamkı biraz daha fazlaydı. Çizgileri çizmek ve ince ayrıntıları işlemek için yavru kedilerin tüylerinden yapılan ve "tüykalem“ denen çok ince fırçalar kullanılırdı. Boyama işi için de çeşitli fırçalar vardı. Resim yapılacak kâğıdın üzerine arapzamkı katılmış üstübeç sürülürdü. Renklere saydamlık kazandırmak için de bu yüzeyin üzerine bir kat da altın tozu sürüldüğü olurdu.

Bilinen en eski minyatürler Antik Mısır-Mısır'da rastlanan ve M.Ö. 2. yüzyılda papirüs üzerine yapılan minyatürlerdir. Daha sonraki dönemlerde Yunan, Roma, Bizans ve Süryani elyazmaları'nın da minyatürlerle süslendiği görülür. Hıristiyanlık yayılınca minyatür özellikle elyazması İncil'leri süslemeye başladı. Avrupa'da minyatürün gelişmesi 8. yüzyılın sonlarına rastlar. 12. yüzyılda ise minyatürün, süslenecek metinle doğrudan doğruya ilgili olması gözetilmeye ve yalnızca dinsel konulu minyatürler değil dindışı minyatürler de yapılmaya başlandı. Baskı makinesinin bulunuşuna kadar Avrupa'da çok güzel ve görkemli minyatürler yapıldı. Bundan sonra minyatür daha çok madalyonların üzerine portre yapmak için kullanıldı. 17. yüzyıldan sonra fildişi üzerine yapılan minyatürler yaygınlaştı. Daha sonra minyatür sanatına karşı ilgi azalmakla birlikte dar bir sanatçı çevresinde geleneksel bir sanat olarak sürdürüldü. Selçuklular döneminde de minyatüre önem verildi. Selçuklular'ın İran ile ilişkileri nedeniyle minyatür sanatı İran etkisinde kaldı. Mevlana'nın resmini yapan Abdüddevle ve başka ünlü minyatür sanatçıları yetişti. Osmanlı Devleti döneminde ise 18. yüzyıla kadar İran ve Selçuklu etkisi sürdü. Fatih döneminde, padişahın resmini de yapmış olan Sinan bey adlı bir nakkaş, II. Bayezid döneminde de Baba Nakkaş diye tanınan bir sanatçı yetişti. 16. yüzyılda Reis Haydar diye tanınan Nigarî, Nakşî ve Şah Kulu ün yaptılar. Gene aynı dönemde, Behzad'ın öğrencisi olan Horasanlı Aka Mirek de İstanbul'a çağrılarak saraya başnakkaş (başressam) yapılmıştı. Mustafa Çelebi, Selimiyeli Reşid, Süleyman Çelebi ve Levnî 18. yüzyılın ünlü nakkaşlarıdır. Bunlardan Levnî, Türk minyatür sanatında bir dönüm noktasıdır. Levnî, geleneksel anlayışın dışına çıktı ve kendine özgü bir biçim geliştirdi. 19. yüzyıl başlarında yenileşme hareketleriyle birlikte minyatürde de batı resim sanatının etkileri görüldü.

Günümüz minyatür'ü

Minyatür yerini yavaş yavaş bildiğimiz anlamda çağdaş resme bırakmaya başladı. Ama batıda olduğu gibi ülkemizde de geleneksel bir sanat olarak varlığını sürdürmektedir. Birkaç Yüzyıllık kesintiden sonra Prof.Dr. Süheyl Ünver'in çabalarıyla tekrar günyüzüne çıkmış minyatür sanatı Günümüzde Günseli Kato, Nusret Çolpan, Gülbün Mesera, Gülçin Anmaç ve yetişmekte olan birçok genç sanatçı tarafından icra edilmektedir. Minyatür resmin çok güzel anlatıldığı bir sanattır.Ve bu sanat tüm dünyada yaygınlaşmıştır.
#9 - Mart 21 2010, 16:15:53
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Osman Hamdi, (d. 1842 İstanbul - ö. 24 Şubat 1910 İstanbul) Türk müzeciliğinin kurucusu kabul edilen arkeolog, müzeci ve ressamdır. Güzel Sanatlar Akademisi Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi'nin ve İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin kurucusudur.

İlkokul öğrenimini Silivri'deki bir okulda yapan Osman Hamdi, 1856 yılında Maarif-i Adliye okuluna başladı. 1860'da hukuk öğrenimi için Paris'e gitti. Hukuk öğreniminin yanı sıra o dönemin ünlü ressamlarından olan Gerome (1824-1904) ve Boulanger (1824-1888)'in atölyelerinde çıraklık yaparak iyi bir resim eğitimi aldı. 1869 yılında Bağdat Yabancı İşler Müdürlüğü'ne atandı. 1871'de İstanbul'a geri dönünce sarayda çalıştı. 1881'de Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi)'a atandı. Bu görevi ile Türk müzeciliğinin parlak dönemleri başladı. 1883 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi'ni ve İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni kurdu ve müdürlüklerini üstlendi. 1884'te o güne kadar hiç gündeme gelmemiş olan ve çokça kayıp verilmiş olunan bir zaafı gidermek için, antik eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklayan Asar-ı Atîka Nizamnâmesini çıkarttırarak yürürlüğe soktu.

Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı, Lagina ve Sayda'da arkeolojik kazılar gerçekleştirdi. Sayda da yaptığı kazılarda bulduğu, arkeoloji dünyasının başyapıtlarından sayılan, aralarında İskender Lahiti'nin de bulunduğu bir takım antik eserler çıkardı. Burada bulunan eserler bugün Osman Hamdi Bey'in bulmuş olduğu birçok eser gibi, kendisinin temellerini attırdığı İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir.

"Kaplumbağa Terbiyecisi" ve "Savaştaki Beyaz At" Osman Hamdi’nin en ilgi çeken ve özgün eserlerinden birisidir Eskihisar' da kendi adında müzesi vardır.

Eserleri

• Kahve Ocağı (1879) • Haremden (1880) • İki Müzisyen Kız (1880) • Çarşaflanan Kadınlar (1880) • Vazo Yeren Kız (1881) • Gebze Manzara (1881) • Kız-Tevfika (1882) • Türbe yaretinde İki Genç Kız I • Türbe yaretinde iki Genç Kız II (1890) • Feraceli Kadınlar (1904) • Pembe Başlıklı Kız (1904) • Kaplumbağa Terbiyecisi (1906) • Mimozalı Kadın (1906) • Şehzade Türbesinde Derviş (1908) • Silah Taciri(1908) • Beyaz Entarili Kız (1908) • Kahvedeki Bozayı (1908)
#10 - Mart 21 2010, 16:16:22
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Paul Lange (1865 - 1920, İstanbul), Osmanlı padişahları V. Mehmet Reşat ve VI. Mehmet Vahidettin döneminde Mızıka-yı Hümayun şefliği yapmış Alman müzisyen, müzik eğitmeni (Doç.). Lange 1890'larda önce Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nde daha sonra Alman Lisesi'nde müzik öğretmenliği yaptı. Osmanlı Sarayı'nda görevli olduğu için, o zamanlar İstanbul'da yaşayan diğer almanlar gibi, İtilaf Devletleri tarafından I. Dünya Savaşı'ndan sonra sürülmemiştir. Ancak 1920 yılında öldüğünde, aynı gün ailesi İtilaf Devletleri tarafından sürülmüştür. Oğlu Hans Lange daha sonra Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşti ve Arturo Toscanini'nin asistanı ve bir orkestra şefi oldu.
#11 - Mart 21 2010, 16:16:38
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Yervant Osgan (1855-1914) Avrupa'da heykel eğitimi gören ilk Osmanlı vatandaşıdır. Hakkında fazla bilgi bulunmamakla birlikte, Fransa ve İtalya'da eğitim gördüğü bilinmektedir. Sanayi-i Nefise'nin İlk atölye eğitmenlerindendir.

Günümüze ulaşmış dört heykeli bulunmaktadır: Osman Hamdi ve eşi Naile hanımın büstleri, Tavukçu kadın ve Zeybek. Yapıtları oldukça detaylı çalışılmıştır.

İlk heykeltıraş kuşağını yetiştirmiş olan Yervant Oskan bu anlamda sanat tarihimizde önemli bir yer tutmasına karşın hakkında detaylı bir kaynağa rastlanamamaktadır.
#12 - Mart 21 2010, 16:16:57
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Dolmabahçe Saray Tiyatrosu, Abdülmecit'in Dolmabahçe Sarayı yakınında, bugünkü İnönü stadyumu yanında Bayıldım yokuşuna çıkan yolun köşesinde 1859 yılında yaptırdığı tiyatro binası.

Üç sıra üzerine otuzdan fazla locası vardır; üçyüz kişi alabilecek genişlikte İtalyan üslubunda bir yapıydı. Abdülaziz tahta çıkınca bütçe kısıntısı nedeniyle kapatıldı, daha sonra da yandı.
#13 - Mart 21 2010, 16:17:10
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.