Alternatifim Cafe

Avrupa'nın Ortasında Bir Katliam Yaşandı

Discussion started on Avrupa ve Bizans Tarihi

Yeni!
Baştan belirteyim maksat gayem bu tarzda bir konu açmak değildi. Konu konuyu açtı. Oldukça uzun bir yazı sanırsam. Okunur mu pek bilmiyorum. Ama içimde ukte kalır sonra hem vicdani olarak bir yükümlülük aldım, yayınlamak mecburiyetindeyim. İçim rahat etmedi. Okuyan veyahut konuyu açıp göz atanlara buradan teşekkürlerimi iletmek istiyorum. İlgi ve alâkaları için, daha fazla vaktinizi almadan sözü konuya bırakayım. (:
"Küçük çocukları küçük mermilerle mi öldürüyorlar?" demişti Saraybosnalı Adnan.
Ado... 7 yaşındaydı. Maviş maviş bakan gözleri korku yüklüydü.
O razıydı. Küçük mermilerle öldürülmeye hazırdı.
Bombardımanın korkunç uğultuları altında bağrıma bastığım Ado, tirtir titriyordu.
İşte o zaman "Lanet olsun !" dedim. "Seni, küçük mermilerle ölmeye razı edenlere lanet olsun" dedim...
-Münire Acım Coşkun

Avrupa'nın Ortasında Bir Katliam Yaşandı

Bosna-Hersek'de büyük bir insanlık dramı yaşandı. Savunmasız Müslümanlar alçakça katliama tabi tutuldu. Her vicdanlı insan burada uygulanan vahşeti lanetledi. Ve tabii vahşetin uygulayıcılarını da...

Ama bu katliamın kimlerin "eseri" olduğunu anlayabilmek için olaya daha geniş bir açıdan bakmak gerekmektedir. Sırp vahşetinin karanlık geçmişine baktığımızda ilginç gerçeklerle karşılaşmaktayız. Benzer bir vahşeti geçmişte uygulayan Çetnik lideri mason Mihailoviç'i, onun "biraderi" Sırp lideri Miloseviç'i, Sırbistan-İsrail yakınlaşmasını, Sırbistan'ın kritik bağlantılarını göz önünde tutmak gerekmektedir. Hırvatistan'da locaların örgütlediği faşist gruplar, Siyonist silah tüccarları, gizli servislerin senaryoları, Balkanlar'da yaşanmış olan vahşete ışık tutmaktadır.

Sosyalist blok dağılırken, Avrupa'nın eski sosyalist ülkelerinde de son derece hızlı gelişmeler meydana geldi. Vaclav Havel, Petre Roman gibi mason liderler elinde bu ülkeler yeniden şekillendiler ve "Yeni Düzen"e uygun hale getirildiler. Bu ülkeler arasında, Güney Slavları'nın birleşmesiyle oluşan Yugoslavya ise çok değişik bir rota çizerek tarihin en büyük katiamlarından birine sahne oldu. Yugoslavya'yı diğer eski doğu bloku ülkelerinden ayıran özellik ise Müslüman bir topluma, Bosnalı Müslümanlara ev sahipliği yapıyor olmasıydı. Ve Yugoslavya'nın parçalanması sonucunda Avrupa'nın ortasında bağımsız bir Müslüman devlet oluştu: Bosna-Hersek.

Bunun ardından Bosnalı Müslümanlara uygulanan vahşete tüm dünya tanıklık etti. Ancak biz bu bölümde, olayların bilinen detaylarını ele almayıp, olayların perde arkasını aralamaya çalışacağız. Sırp terörünün bilinmeyen öyküsünü, Sırplara kimlerin destek verdiğini inceleyeceğiz. Rusya'nın ve Yunanistan'ın Sırpları desteklediği, kamuoyunun büyük çoğunluğu tarafından bilinmektedir. Biz olayın biraz daha değişik bir boyutunu, göze çarpmayan bir yönünü ortaya sermeye, Sırp vahşetinin ardındaki değişik bir gücü gün ışığına çıkarmaya çalışacağız: Masonluk.


Vahşetin İlk Basamağı: Belgrad Büyük Locası
Bosna-Hersek'te yaşanan katliam, tesadüfler sonucu, kısa bir süre içinde, aniden patlak veren bir olay değildir. Müslümanlara karşı yürütülen bu sistemli vahşetin öyküsü, 1900'lü yılların başına kadar uzanmaktadır. Fransız Büyük Locası'nın yardımıyla 9 Haziran 1919'da, Sırbistan'ın başkenti Belgrad'da Yugoslavya Büyük Locası'nın kurulması, Bosna'daki vahşetin tarihi açısından oldukça önemlidir:

"Yugoslav Büyük Locası 9 Haziran 1919'da kuruldu. Merkezi Belgrad'daydı. 300'e yakın üyesi vardı. 1928'de Üstad Stojkaviç, Tchedimir Mihailoviç'e yerini devretti. 1934'te Uluslararası Mason Kongresi Belgrad'da toplandı. 40'a yakın Avrupalı ülkeden katılım oldu... Locaların çalışmaları gün geçtikçe daha da güçlendi." (Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, Daniel Ligou, sf.1262-1263)


Bosna-Hersek katliamının kökleri 1919'da kurulan Belgrad Locası'na kadar dayanıyor. Çoğunluğunu Sırpların oluşturduğu loca, Balkanların ana locasıydı.

Belgrad'da kurulan bu loca, aslında 1850'lerde kurulan ilk Belgrad Locası'nın bir devamıydı. Belgrad Locası, oldukça ilginç özelliklere sahip bir locaydı. Adeta "Balkanların P2'si" denebilecek bir yapıya sahipti. Türk masonlarının yayın organı Mimar Sinan dergisinde, bu durum şöyle özetlenmektedir:

"Belgrad Locası ile ilgili bilgiler, 'Masoni U Jugoslaviji - Yugoslavya'da Masonlar 1764-1980' adlı kitapta, Dr. Levis'in raporunda yer alıyor. Raporda şöyle denilmekte: 'Belgrad'da, Hür Duvarcılar adını taşıyan gizli bir örgüt mevcuttur. Belgrad Locası'nın faaliyet yönü politiktir ve maksat ve gayelerine, mevcut durumu yıkmakla varmaya çalışır... Belgrad Locası, Balkanlar'daki ana locadır. Vidin, Sviştov, Rusçuk, Varna, Niş Locaları Belgrad Locası'na bağlıdır. Bu yılın 5 Ağustosu'nda Belgrad'da genel toplantı yapılacak ve bu toplantıya tüm bağlı localar delegeleri katılacaktır...

Belgrad Locası, tüm ülkelerin devrimci kulüpleri ile devamlı temas halindedir... Radosavijeviç'in sözlerine göre, Belgrad Locası, Peşte hür masonları ile de temastadır ve gayesi Belgrad'da iktidarı yıkmaktadır... Loca'nın 60 yaşlarındaki bir üyesi aynı düşünceye sahip birinin huzurunda, yakında Belgrad Locası'ndan büyük işler zuhur edeceğini ve bu işlerin bütün dünyayı şaşırtacağını ve sürpriz olacağını söylemiştir. Bu ifadeden Loca'nın politik planları da sezilmektedir." (Mimar Sinan, 1987, sayı 65
Loca üyesi masonun "kehaneti" doğruydu. Gerçekten de Belgrad Locas'ından "büyük işler zuhur etti"... Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Yugoslavya topraklarında Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı kuruldu. 1919'da, bu yeni Krallıkta, "Sırpların, Hırvatların ve Slovenlerin Büyük Locası" ismiyle yeniden Belgrad Locası oluşturuldu. Bu Loca'nın, 1926 yılında bastırdığı, yalnızca loca üyelerine mahsus ve içinde locada alınan kararların, kabul edilen prensiplerin bulunduğu kitapçık, masonların Bosna-Hersek'te yaşayan Müslümanlardan dolayı o dönemlerde duydukları rahatsızlığı açıkça göstermektedir. Kitapçıkta, masonik idealler açısından Krallık sınırları içindeki şartları inceleyen Loca'nın, Boşnaklara özel bir ilgi gösterdiği de görülmektedir.
Loca'nın 1926'da yayınladığı "Manifestation Maçonnique De Belgrade - Compte Rendu Officiel" (Belgrad Locası Manifestosu) başlıklı kitapçığın 47. sayfasında yer alan satırların tercümesi şöyledir:

Belgrad Locası'nın 1926 yılında basılmış olan ve Müslümanlarla ilgili kararların yer aldığı kitapçığı. Loca, "Sırpların, Hırvatların ve Slovenlerin Büyük Locası" olarak tanıtılıyor.

"Masonik hedef ve ideallerin tesisi için uygun olmayan şartların göz önünde bulundurulması gerekir... Bölgedeki Müslüman nüfus, bu şartların en önemlisini teşkil etmektedir. Bu toplumun güçlenmesi ve baskın bir yapıya kavuşması, masonik idealler açısından, Belgrad Locası'nın oluşmasından şiddetle kaçınması gereken bir durumdur. Böyle bir durumun oluşmaması için azami özen gösterilmelidir."

"Balkanların ana siyasi locası" olan bu Loca'nın Müslüman Boşnakların güçlenmemesine dair verdiği karar, son derece önemlidir. Bu kararlar, doğal olarak, akla bazı sorular getirmektedir: "Acaba Belgrad Locası bu 'azami özen'i nasıl gösterecekti?" Bu "özen"e rağmen Müslümanlar etkin konuma gelirse ne olacaktı? Loca, o zaman ne gibi tedbirler alacaktı? Müslümanların "yok edilmesi" mi gündeme gelecekti?

Sırp, Hırvat ve Slovenlerin büyük locasının bu kararı aldığı dönemde, Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı sınırlarında Müslümanlara baskı ve katliam uygulaması da başlamıştı:

"Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı'nın kurulmasının ardından Müslümanlara yönelik soykırım politikası artırılarak sürdürüldü. Sancak, Bosna-Hersek, Kosova ve Makedonya'da soykırım uygulandı. Krallığın ilk yıllarında, yalnızca Doğu Bosna'da 3.000 Müslüman hiçbir nedeni olmadığı halde öldürüldü." (A Survey of The History of Genocide Against The Muslims in The Yugoslav Lands, Prof. Mustafa İmamoviç, sf.70)

1992-95 yılları arasında Bosna'da Müslümanlara uygulanan vahşetten kısa bir süre önce de, Doğu blokunun klasik kapalılık politikası sonucu kapatılmış olan mason localarının Sırbistan'da büyük bir şatafatla yeniden açılmış olması da oldukça dikkat çekicidir



ANAHTAR KİTAP: YUGOSLAVYA'DA MASONLAR - Sırp terörüne kimlerin fikir babalığı yaptığını, tarihteki Müslümanlara yönelik Sırp vahşetlerini kimlerin yönettiğini öğrenebilmek için, Sırbo-Hırvatça dilinde yazılı olan "Masoni U Jugoslaviji (1764-1980)" (Yugoslavya'da Masonlar 1764-1980) adlı kitaba başvurduk. Kitap, her ne kadar son dönemde iktidarda olan masonlardan söz etmese de, Sırp terörünün tarihsel kökeni hakkında çok önemli bilgileri içeriyor. Kitabın tercümesinde ve daha pek çok bilgiye ulaşmamızda bize yardımcı olan Bosnalı Müslümanlara teşekkür ederiz.
"Yugoslavya'da masonlar yeniden faaliyete geçti... Tanjug haber ajansına göre, Yugoslavya Büyük Locası, Batı Almanya Büyük Locası'nın desteği ile Belgrad'da yeniden oluşturuldu. Yugoslavya Büyük Locası'nın yeniden faaliyete geçmesi dolayısıyla düzenlenen törenlere Batı Avrupa ülkelerinin yanı sıra Amerika ve Kanada'dan da çok sayıda mason katıldı." (Sabah, 14 Temmuz 1990)

Locaların açılış törenlerine çok sayıda üst düzey Sırp yöneticinin katıldığı bilinmektedir. Bu ilginç gelişme, vahşetin mimarları hakkında önemli bir ipucu vermektedir. İlerleyen sayfalarda Bosna Savaşı'nda yaşanan vahşetin biraz daha öncesine dönüp, Sırp terörünün nasıl yüzyıllar boyu sistemli bir şekilde körüklendiğini inceleyeceğiz.

#1 - Mart 13 2010, 19:16:57
« Son Düzenleme: Mayıs 26 2010, 14:13:41 Gönderen: Armoni »
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Sırp Irkçılığının Masonik Geleneği

Belgrad Locası'nın kararlarının nasıl uygulandığını incelemeden önce dönüp, yaşanan vahşetin temeli olan Sırp ırkçılığını incelemek gerekiyor. Sırplar tarafından uygulanan vahşet, asırlardır aşırı Sırp milliyetçileri tarafından yürütülen bir beyin yıkama faaliyetinin sonucudur. Radikal Sırp milliyetçileri "Sırpların bütün ırkların en üstünü ve anası" olduğunu iddia edecek kadar radikal görüşlere sahiptirler.

Önemli olan, böylesine "toplu bir paranoya"nın nasıl oluşabildiği -ya da oluşturulabildiği-, böylesine bir ırkçılığın nasıl inşa edildiğidir. Dünyanın başka yerlerinde ırkçılığın kimler tarafından kışkırtıldığını hatırladığımızda ise, bu kitabın konusu olan masonluk faktörünün Sırp teröründeki rolünü aramamak mümkün değildir. Ve olayı bu yönüyle incelediğimizde, Sırplar arasında ırkçılığın, dünyanın diğer pek çok yerinde olduğu gibi mason locaları ile içiçe gelişmiş bir hareket olduğunu görürüz.

19. yüzyılın başlarında, locaların gerçekleştirdiği Fransız İhtilali'nin rüzgarları, Osmanlı yönetimindeki azınlıklara ulaştı. Bunun sonucu olarak azınlık isyanları başladı. Bu isyanların localar tarafından desteklendiği, "Yugoslavya'da Masonlar" kitabında şu şekilde anlatılmaktadır:

"Sırbistan Yüksek Kurulu'nun almanağında (1912-1913), mason localarının Osmanlı dönemi Balkan isyanlarında, isyancıları desteklediği belirtiliyor." (Masoni U Jugoslaviji, Zoran Nemeziç, sf.347)

Söz konusu isyanların ilki, 1804 yılında başlayan Sırp isyanıydı. Sırp isyanının lideri "Karayorgi" adıyla tanınan bir Sırp milliyetçisiydi. "Masonlar Sözlüğü"nde, bu isyanın Karayorgi ile birlikte bir diğer önemli ismi olan Petar Icko'nun olaylardaki rolü şöyle ifade edilmektedir:

"Peter Icko, Belgrad'daki büyük locaya kayıtlıydı. 1800 yılında diğer bazı masonların da yardımıyla, 'Sırp halkının özgürlüğü için' Türklere (Osmanlı'ya) karşı ilk ayaklanmayı organize etti. Askeri bir güç oluşturmaya çalışırken, bu çabası Türk yetkililerince haber alındı ve hareketin, Icko ile aynı locaya kayıtlı olan Papaz Alexa Nenadoviç gibi önde gelenleri idam edildi. Icko ise kaçarak kurtulabildi. Fakat bastırılan bu isyan, Türklere karşı düzenlenen diğer isyanların ateşleyicisi oldu. Icko da bu isyanlarda önemli bir politik rol oynadı. Icko, daha sonra Karayorgi tarafından Belgrad Belediye Başkanlığı'na atandı." (Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, Daniel Ligou, sf.1263)

Petar Icko ile isyanı yöneten diğer isim olan Karayorgi'nin masonluğu hakkındaki bilgi ise "Masoni U Jugoslaviji" kitabında belirtilmektedir:

"Petar Icko ile de yakın ilişki içinde olması nedeniyle masonlar, onun da mason olduğu tezini savunuyor. Ayrıca kullandığı sembol ve işaretlere bakılırsa Karayorgi'nin Belgrad Locası'na bağlı olduğu anlaşılıyor." (Masoni U Jugoslaviji, Zoran Nemeziç, sf.153)

Ancak daha da önemli olan, Karayorgi Ayaklanması sırasında, Sırpların ilk büyük çaplı "etnik temizlik" hareketini gerçekleştirmiş olmalarıdır:

"Müslümanların imha edilmeye çalışılması ve sistemli bir şekilde zulme uğratılması, 1804'deki ilk Sırp ayaklanmasında Sırbistan ve Karadağ'ın genişleme politikası ile yoğunlaştı. Bu iki devlet Müslümanları yok ederek etnik yönden 'temiz' bölgeler oluşturmak istiyordu. Ünlü Sırp tarihçisi Stojan Novakoviç'in bildirdiğine göre, 'Türklerin genel imhası' 1804'teki ayaklanma döneminde başladı. Bu Türkler Bosnalı Müslümanlar anlamına geliyordu." (Bulletin - State Commision for Gathering Facts on War Crimes in the Republic of Bosnia-Herzegovina, Ekim 1992, sf.6)

Osmanlı, Karayorgi Ayaklanması'nı bastırmaya çalışırken, yeni bir Sırp ayaklanması da 1815'te Milos Obrenoviç önderliğinde başladı. Obrenoviç, 1815'te Sırp Prensi olarak tanındı. Daha sonra yerine oğlu Micheal Obrenoviç geçti. Sırp Prensinin en büyük özelliği, "Masonlar Sözlüğü"de şöyle bildirilmektedir:

"Micheal Obrenoviç: Mason Sırp Prensi. Ayrıca mason Mazini ve Garibaldi ile çok yakın ilişkileri vardı." (Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, Daniel Ligou, sf.1263)

Sırp ırkçılığının temellerini atan ve bu yönde faaliyet gösteren başka isimler de vardı:

"Ulusal bilincin uyanışı: Güney Slavların 19. yüzyıl başlarında Avrupa'daki yeni düşünce akımlarıyla tanışması özellikle dil, edebiyat ve kültür alanında ulusal kaynaklara dönüş yönünde güçlü bir eğilim doğurdu... Sırp aydınlarından Dositej Obradoviç standart bir Sırp edebiyat dili oluşturma çabalarına girişti. Onu izleyen Vuk Stefanoviç Karadziç de Kiril Alfabesi'nin Sırpça'ya uyarladı." (Ana Britannica, cilt 22, sf.454)

Sırp ırkçılığının kurucularından olan Obradoviç de tıpkı, Micheal Obrenoviç gibi masondu:

"Dositej Obradoviç: Mason Sırp edebiyatçı, daha sonra bakan oldu. Trieste Locası'na bağlıydı." (Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, Daniel Ligou, sf.852)

Obradoviç'in masonluğu, "Masoni U Jugoslaviji" kitabında da yer almaktadır:

"Dositej Obradoviç'in mason olduğu Sırp kaynaklarında belirtiliyor." ("Maçonnerie en Serbie, Son Historie et Son But Actuel", Bulletin Officiel du Bureau de Nachatee, No: 33, 1909)

Aynı şekilde, Stanoje Stanojeviç, 1931'de yazdığı "Hür Masonluk" adlı kitabında Dositej Obradoviç'i önemli masonlar arasında saymaktadır." (Masoni U Jugoslaviji, Zoran Neneziç, sf.149)

Obradoviç'in yolunu izleyen Vuk Stefanoviç Karadziç'in masonlarla olan yakın ilişkisi de aynı kitapta anlatılmaktadır. (Masoni U Jugoslaviji, Zoran Neneziç, sf.166)
#2 - Mart 13 2010, 19:18:00
« Son Düzenleme: Mart 13 2010, 19:29:22 Gönderen: Armoni »
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Yeni!
'Camileri Yıkın!' Emrini Veren Radikal Piskopos: Petar Petroviç Njegos ve Masonik Bağlantıları

Sırp ırkçılığının arka planını araştırırken "Çetniklerin babası" sayılabilecek olan Karadağlı piskopos Petar Petroviç Njegos'u göz ardı etmek mümkün değildir. Müslüman katliamının baş ideologlarından olan Njegos, Boşnak profesör İsmail Baliç'in makalesinde şöyle tanıtılmaktadır:

"Bosnalı Müslümanlara karşı soykırım hareketi, Osmanlı ordusunun 1683'de Viyana'da yenilgisinin hemen ardından başladı Bu soykırıma Karadağ'da 'Istraga Poturica' (Türkleşmiş olanların yok edilmesi) adı verilmişti. Aynı vahşet, 18. yüzyılda yine tekrarlandı. Kanlı senaryo, bir Ortodoks papazı ve şair olan Petar Petroviç Njegos (ölümü: 1851) tarafından, 'Gorki Vijenac' (Dağ Çelenki ) adlı destansı şiirinde tarif edilmişti. Njegos, kendisinden sonraki tüm katliam ve baskılara ideolojik bir temel hazırladı.


Petar Petroviç Njegos

Njegos'un İslami kimliğin yok edilmesini teşvik etmek için kullandığı slogan çok açıktı: 'No lomite munar i dzamiju' (Tüm camileri ve minareleri parçalayın!)" (Who Are The Bosnian Muslims and What is The Background of The Present Conflict in Their Home-Country?, Prof. İsmail Baliç, sf.3, 5)

Njegos hakkında başka kaynaklarda da benzer bilgiler detaylı olarak anlatılmaktadır:

"Yakın tarihte, Bosnalı Müslümanlara karşı soykırım hareketi, 18. yüzyılın başlarında, Karadağ'da İslam'ı kabul etmiş olanların yok edilmeleriyle başladı. Bu soykırım, Petar Petroviç Njegos tarafından 'Gorski Vijenac' adlı çalışmasında övülerek anlatıldı. Bu destansı çalışma, daha sonra Sırplar ve Karadağlılar tarafından Müslümanlara uygulanan tüm soykırım ve baskılara ideolojik temel hazırladı. Njegos şiirini, ilk Sırp ayaklanmasının ve Müslüman katliamının lideri olan Karayorgi'ye ithaf etmişti." (A Survey of The History of Genocide Against The Muslims in The Yugoslav Lands, Prof. Mustafa İmamoviç, sf.59)

Müslümanlara yönelen Çetnik vahşetinin en önde gelen fikir babası olan, yazdıkları Sırplar tarafından büyük ilgi gören Njegos'un, masonik bağlantıları da oldukça dikkat çekicidir. Njegos da, Sırp vahşetinin "masonik geleneği"nin bir parçasıdır. "Masoni U Jugoslaviji" kitabından Njegos'un masonlarla kurduğu yakın ilişkileri şu şekilde aktarılmaktadır:

"Njegos'un mason olup olmadığı ile ilgili kesin bilgi yok... Fakat, 19. yüzyıl Sırp büyükleri olan Vuk Stefanoviç Karadziç ile Petar Petroviç Njegos'un masonlarla çok yakın şahsi ilişkiler kurduğu biliniyor." (Masoni U Jugoslaviji, Zoran Nemeziç, sf. 166)

Njegos'un resimlerinin mason localarının duvarlarını süslediğini göz önünde bulundurduğumuzda, konu daha da netleşmektedir:

"Bosna-Hersek'in 1908'de Avusturya-Macaristan dönemindeki ilhakından sonra, Sırp masonları, Macar masonlarından ayrılarak 'Sırbistan Yüksek Meclisi'ni kuruyorlar. Belgrad'da 'Hür Masonlar Evi' açılıyor. Bu locanın içi değişik resim ve sembollerle süslü. Balkon kısmında Dositej Obradoviç ve Petar Petroviç Njegos'un resimleri var." (Masoni U Jugoslaviji, Zoran Nemeziç, sf.173)

Bu arada, duvarlarında Njegos'un resimleri bulunan bu locanın, yazının başında incelediğimiz ve "Müslümanların etkin bir konuma gelmesinin engellenmesi gerektiğini" kararlaştıran Belgrad Locası olduğunu da hatırlatmakta fayda vardır.

Njegos'un başlattığı masonluk-Ortodoks iç içeliği, daha sonra onu izleyen pek çok Ortodoks Kilisesi mensubunca da devam ettirildi:

"Sırbistan'daki localarda, devlet adamlarından, Ortodoks Kilisesi mensuplarına, hatta hahamlara kadar pek çok kişi yer alıyordu." (Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, Daniel Ligou, sf.1265)


Saraybosna Suikastinden Bugüne Uzanan Masonik Sırp Irkçılığı

Yükselen radikal milliyetçilik hareketleri sonucunda Sırplar ve Karadağlılar 1878'deki Berlin Anlaşması ile bağımsızlıklarını kazandılar. Yüzyılın başından beri süren isyanlar sonunda amacına ulaşmıştı.

Sırplar, Balkan Savaşı'nda Osmanlı'ya karşı savaştılar. Sırp ırkçılığının en ateşli dönemlerinden biri olan bu dönemde "Büyük Sırbistan" hayalleri kurulmaya başlanmıştı. Acaba bu hareketin önderliğini kimler yapıyordu? Bu konuda önemli bazı bilgileri, Bosnalı Müslüman Muhammed Bosnavi şöyle anlatmaktadır:

"1903 yılında üç Sırp, birisinin adı Ljubo Ljuboyeviç, Belgrad'da 'Birlik ya da Ölüm' adlı gizli bir örgüt kurdular. Bu üç kişinin ikisi avukat, diğeri de generaldi. Aralarından birisini Brüksel'e, oradaki mason localarıyla ilişki kurması için yolladılar. Bu localardan, provokasyon gibi çeşitli örgütsel yöntemler öğrenmek amacındaydılar. Amaçları Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu yıkmaktı. Hırvatları ve Boşnakları din değiştirmiş Sırplar olarak görüyor, onların hepsini içine alacak bir devlet kurmayı amaçlıyorlardı. Eğer Boşnak ve Hırvatlar, 'Sırplaşmayı' kabul etmezlerse, yok edileceklerdi. Bu örgüt daha sonra 'Kara El' olarak bilinen örgütü kurdu. Avusturya Arşıdükü'nü vuran Gavrilo Princip de bu örgüte bağlıydı."

. Dünya Savaşı'nı ateşleyen kıvılcım olarak bilinen, Avusturya-Macaristan Arşidükü'ne düzenlenen suikasti ve "tetikçi" Gavrilo Princip'i biraz daha detaylı incelemek gerekmektedir:

"1914 yılında Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand ve karısı Sofia, Bosna'nın Sırbistan'a katılmasını savunan radikal Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip tarafından Saraybosna'da öldürüldü." (War Crimes in Bosnia-Hercegovina, A Helsinki Watch Report, Ağustos 1992)

Acaba Bosna'yı Sırbistan sınırları içine almak ve "Büyük Sırbistan" kurmak hevesinde olan Princip kimdi?

"Avusturya veliahtını Saraybosna'da vuran Gavrilo Princip'in mason olduğu biliniyordu." (La Republique du Grand Orient, Henry Coston, sf.98)

"Masonların, Saraybosna'da Avusturya-Macaristan veliahtı Ferdinand'a, Gavrilo Princip adlı radikal Sırp milliyetçisi tarafından düzenlenen suikastte parmağı olduğu iddiasını, İngiliz gazetesi John Bull 11 Temmuz 1914 tarihli sayısında yazmıştı. Buna göre, Gavrilo Princip suikasti işlemeden önce, Paris'teki 'Grand Orient' Locası'ndan para ve talimat alıp suikasti işlemişti. Avusturya-Macaristan basını da suikasti tezgahlayanın mason locaları olduğunu bildiriyordu." (Masoni U Jugoslaviji, Zoran Neneziç, sf.304)


I. Dünya Savaşı'nı başlatan kıvılcım, radikal Sırp milliyetçisi Princip'in masonik Sırp gizli örgütünün yardımıyla, Arşidük'ü vurmasıydı.

"Gavrilo Princip, Yahudi asıllıydı." (Wie der Weltkrieg 1914 "Gemacht" Wurde, E. Ludendorff, sf. 29)

"Saraybosna komplosunun hazırlanmasında gizli Sırp örgütlerinin etkisi asla yadsınamaz. Arşidük'e karşı kullanılan silah bir Sırp örgütü olan 'Narodna Odbrana' tarafından sağlanmıştı ve bu örgütün başında masonların olduğu biliniyordu. Amaç, Avusturya-Macaristan Slavları arasında devrimci bir ajitasyon oluşturmaktı." (La Republique du Grant Orient, Henry Coston, sf.96)

Suikasti gerçekleştiren Princip'in mason olması ve onun arkasındaki örgüt Narodna Odbrana'nın "loca" olarak özetlenebilecek olan yapısı, "Büyük Sırbistan" hedefinin kimler tarafından savunulduğunu, desteklendiğini açıkça göstermektedir. Bu suikastin ardında masonların olması, aşırı Sırp milliyetçiliğinin localar tarafından provoke edildiğinin önemli bir göstergesi olarak ortaya çıkmaktadır.

Saraybosna suikastinin masonlar tarafından düzenlenmiş olduğu bilgisi son derece önemlidir. Çünkü Saraybosna komplosunun planlayıcılarından olan Vasa Cubriloviç, daha sonra Eski Yugoslavya'daki Sırp ırkçılığının temeli sayılabilecek olan 1937 Memorandum (muhtıra)'unu hazırlamıştır:

"1937 ve 1939'da radikal Sırp milliyetçileri iki gizli memorandumu benimsediler. 1937'deki memorandumu, 1914'de Avusturya Macaristan veliahtına suikastte bulunanlardan ve daha sonra Sırp Akademisi üyesi olan Vasa Cubrilovic hazırlamıştı. II. Memorandum'u Akademi üyesi ve Nobel Ödülü almış olan Ivo Andric hazırladı." (Etnische Sauberung, Völkermord, für Grobserbien, Von Tilamn zülch, sf.21)
Sırbistan dışında, sözde "ezilen" (!) Sırpların olduğunu ve onların "kurtarılıp" Sırbistan sınırlarının genişletilmesi düşüncelerini savunan Saraybosna Suikasti'nin faillerinden Vasa Cubriloviç'in hazırladığı bu Memorandum son derece önemlidir. Çünkü, 1986 yılında, yine Sırp Akademisi tarafından, 1937'deki Memorandum örnek alınarak, Sırp aşırı milliyetçiliğini kışkırtan yeni bir Memorandum hazırlanmıştır. Bosna-Hersekli Müslümanlara uygulanan vahşetin ideolojik temelini oluşturan bu Memorandum, Sırp lider Miloseviç ve ekibinin temel politikasını oluşturmuştur:

"Bu iki Memorandumu hazırlayanlar Milosevic'in örnek aldığı 86 Memorandumu'nun da fikir babalarıydı... Miloseviç'in politikasının kaynağını 1986'da açıklanan ve Sırp Bilim ve Sanat Akademisi'nin, Sırp olmayan halklara karşı propagandasını içeren Memorandumu oluşturur. İçinde, 'Sırp halkına karşı düzenlenen bir tuzağın' korkunç senaryosu yazılmıştı. Halka, savaşmaktan ya da yok olmaktan başka bir seçeneğin olmadığı telkini verilmişti.

Bu gizli Memorandum, bir milyonun üstünde basıldı ve Sırpların arasında elden ele dolaştı. Daha sonra Sırp ve Hırvat gazetelerinde yayınlandı. Memorandumu hazırlayanlar yalnızca yazarlar, Akademi üyeleri değil, aynı zamanda devlet ve parti adamları ve kamuoyu tarafından otorite kabul edilen kişilerdi. Bunların başında savaş taraftarı ve savaşı kışkırtıcı romanlarıyla ünlü Dobrica Cosiç geliyordu. Cosiç'in en yakın danışmanı Svetozar Stojanovic ile Miloseviç'in partisinin Başkan Vekili Mihajlo Markoviç de bu grubun üyeleriydiler. Markoviç, Memorandum'da Sırp sınırlarının ileride uygulanacak şekilde formüle edildiğini tasdikledi." (Etnische Sauberung, Völkermord, für Grobserbien, Von Tilamn zülch, sf.16, 19)

Ve mason locası niteliğindeki Narodna Odbrana'dan, Miloseviç'in temel aldığı 1986 Memorandumu'na uzanan, "Büyük Sırbistan" ideolojisi, ilk uygulamasını II. Dünya Savaşı yıllarında, aşırı Sırp milliyetçisi mason General Mihailoviç zamanında, Çetnik çeteleriyle ortaya koydu.
Sırbistan dışında, sözde "ezilen" (!) Sırpların olduğunu ve onların "kurtarılıp" Sırbistan sınırlarının genişletilmesi düşüncelerini savunan Saraybosna Suikasti'nin faillerinden Vasa Cubriloviç'in hazırladığı bu Memorandum son derece önemlidir. Çünkü, 1986 yılında, yine Sırp Akademisi tarafından, 1937'deki Memorandum örnek alınarak, Sırp aşırı milliyetçiliğini kışkırtan yeni bir Memorandum hazırlanmıştır. Bosna-Hersekli Müslümanlara uygulanan vahşetin ideolojik temelini oluşturan bu Memorandum, Sırp lider Miloseviç ve ekibinin temel politikasını oluşturmuştur:

"Bu iki Memorandumu hazırlayanlar Milosevic'in örnek aldığı 86 Memorandumu'nun da fikir babalarıydı... Miloseviç'in politikasının kaynağını 1986'da açıklanan ve Sırp Bilim ve Sanat Akademisi'nin, Sırp olmayan halklara karşı propagandasını içeren Memorandumu oluşturur. İçinde, 'Sırp halkına karşı düzenlenen bir tuzağın' korkunç senaryosu yazılmıştı. Halka, savaşmaktan ya da yok olmaktan başka bir seçeneğin olmadığı telkini verilmişti.

Bu gizli Memorandum, bir milyonun üstünde basıldı ve Sırpların arasında elden ele dolaştı. Daha sonra Sırp ve Hırvat gazetelerinde yayınlandı. Memorandumu hazırlayanlar yalnızca yazarlar, Akademi üyeleri değil, aynı zamanda devlet ve parti adamları ve kamuoyu tarafından otorite kabul edilen kişilerdi. Bunların başında savaş taraftarı ve savaşı kışkırtıcı romanlarıyla ünlü Dobrica Cosiç geliyordu. Cosiç'in en yakın danışmanı Svetozar Stojanovic ile Miloseviç'in partisinin Başkan Vekili Mihajlo Markoviç de bu grubun üyeleriydiler. Markoviç, Memorandum'da Sırp sınırlarının ileride uygulanacak şekilde formüle edildiğini tasdikledi." (Etnische Sauberung, Völkermord, für Grobserbien, Von Tilamn zülch, sf.16, 19)



1940'larda Sırp çeteleri "Çetnik"leri örgütleyen ve büyük bir Boşnak katliamına girişen Mihailoviç, en az bugünkü kadar korkunç bir terör uygulamıştı. Mihailoviç'in en önemli özelliklerinden birisi de tescilli mason olmasıydı.
#3 - Mart 13 2010, 19:26:01
« Son Düzenleme: Mart 14 2010, 02:30:31 Gönderen: Armoni »
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

II. Dünya Savaşı Sırasındaki 'Masonik' Çetnik Vahşeti

II. Dünya Savaşı'nın ardından ABD ve İngiliz desteğiyle 90'lı yıllardaki katliama benzer bir terör uygulayan Sırp Mihailoviç çetesi, Belgrad Locası'nın verdiği kararın en iyi uygulayıcılarından biri oldu. Mihailoviç, Balkanların Miloseviç'ten önceki kasabıydı. 90'ların başında uygulanan Müslüman katliamının bir benzerini gerçekleştirmişti:
Çetnikler, tecavüz, işkence gibi vahşice yöntemleri kullarak yüz bine yakın Müslüman katlettiler. Üstte bu terörün hedefi olmuş Müslümanlardan bir grup.

"Boşnak dramları ve Mihailoviç çeteleri... Saraybosna, bizim tarihimizin eski ve ısırganlı bir parçası. O yörelerdeki Müslümanların yüzyıllar boyunca çekmedikleri acı kalmadı. Ve şimdikinden daha da korkuncunu ne zaman yaşadılar biliyor musunuz? 1941'de Mihailoviç'in örgütlediği Çetnik çetelerine karşı... Mihailoviç emrindeki Çetnikler, Müslümanları öldürmeyi bir zevk haline getirdiler. Boşnak delikanlıların gırtlaklarını keserken fotoğraf çektirmeyi bir ka hramanlık gösterisi sayıyorlardı. Katlettikleri insanın gırtlağına dayanmış bıçaklarıyla gülerek poz veriyorlardı objektiflere. O sırada kendilerinden biri de yine gülerek bir tas tutuyordu boğazlanacak gencin göğsü üstünde". (Sabah, 10 Ağustos 1992)

"Mihailoviç'in başını çektiği gruplar, Çetnikler, o dönemde Müslümanları vahşice katlettiler." (Le Nouvel Observateur, 13-19 Ağustos 1992)

"Çetnikler: II. Dünya Savaşı sırasında Sırp Generali Draga Mihailoviç'in Kralcı savaşçıları. Partizanlara karşı savaşıyor, kimi zaman Nazilerle iş birliği yapıyor ve Müslümanları topluca katlediyorlardı. Hırvatlar ve Müslümanlar bugünkü Sırp kuvvetlerini Çetnik olarak nitelendiriyorlar. Sırp tarafına bağlı milisler de kendilerini Çetnik olarak tanımlıyor." (Liberation, Kasım 1992)

Sırp ırkçılığının karanlık geçmişinden gelen soykırım yöntemi, Çetnik grupları tarafından II.Dünya Savaşı döneminde de acımasızca uygulandı:

"Müslümanların yaşadığı en trajik olay II. Dünya Savaşı'yla başladı: 100.000'den fazla Müslüman, Çetnik ve Ustaşa katillerinin hedefi olup hayatlarını yitirdiler... 1941-1945 yıllarında Bosna-Hersek'te Müslümanlara yapılan bu katliam, aslında 250 yıllık bir tarihi olan, sistemli ve planlı bir zulüm, tarihi, kültürel ve etnik bir imha operasyonuydu... Katliam, alçakça dürtülere ve karanlık bir geçmişe dayanan bir ihtiras suçuydu." (A Survey of The History of Genocide Against The Muslims in The Yugoslav Lands, Prof. Mustafa İmamoviç, sf.58, 59)

"Yazılı ve sözlü belgeler çok açık bir biçimde Müslümanların büyük çoğunluğunun savaş operasyonlarında veya kamplarda değil, evlerinde, terörizmin hedefi olarak öldüklerini gösteriyor. Müslümanları tek tek bulup öldüren saldırganlar ise genelde onların eski komşularıydı. Çetnik hareketine katılmış olan Sırp komşuları..." (A Survey of The History of Genocide Against The Muslims in The Yugoslav Lands, Prof. Mustafa İmamoviç, sf.58)
Hırvat Ustaşa çetelerini ilerleyen bölümlerde ayrıntılarıyla inceleyeceğiz. Şimdi ise katliamda başı çeken Çetnikleri ele alacağız. Sırp ırkçılığının vurucu gücü olan Çetnikler, Müslümanlara karşı asırlardır uygulanan katliamların asıl sorumlusudurlar:

"Bosna-Hersek'te soykırım gerçekleştiren tüm düzenli ya da düzensiz Sırp birlikleri 'Çetnik' olarak tanımlanmaktadır. 'Çetnik' deyimi, Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalmadır ve 'isyan' anlamına gelen 'Çete' sözünden türemiştir. O dönemdeki Sırp isyanlarının amacı, sadece Osmanlı İmparatorluğu'na karşı savaşmak değil, aynı zamanda bütün Müslüman nüfusuna karşı soykırım uygulamaktı. Çetniklerin hareketi Balkan Savaşları'ndan sonra Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı'nın kurulması döneminde (1918-1920) de devam etti. O dönemde Çetnikler 3.000 Müslüman sivili öldürdü. Çetniklerin II. Dünya Savaşı sırasında gerçekleştirdikleri en büyük suç ise 100.000'den fazla Müslümanın katledilmesiydi. Çetnik hareketinin ideolojisi, Müslümanların ve Hırvatların bulunmadığı 'homojen bir Sırbistan' meydana getirmekti. Çetnikler her zaman Sırp hegemonyasının kavgacı yumruğunu temsil etmektedirler.

Bosna-Hersek Cumhuriyeti'nde şimdiki saldırganlığın ve Müslümanlara karşı soykırımın aynı ideoloji altında, aynı metodlarla sürdürüldüğünü düşünürsek, Bosna-Hersek'te çatışan tüm düzenli veya düzensiz Sırplara 'Çetnikler' denebilir." (On Chetniks' Crimes Commited Over Muslim Girls and Women, The Riyasat of Islamic Community, sf.7)

Kendine, Sırp vahşetinin fikir babası Njegos'un ismini veren Chicago'daki Sırp Tarih ve Kültür Cemiyeti'nin "General Mihailovic" adlı kitabı. Kitabın yazarı Radoje Vukceviç, nedense, öve öve bitiremediği Çetnikler tarafından katledilen 100.000 savunmasız Müslümandan hiç söz etmiyor.


Çetniklerin 'Locası'

İşin en dikkat çekici yönlerinden birisi de, II. Dünya Savaşı'nda, 100.000 Müslümanı öldüren, Müslüman kadınlara tecavüz eden Çetniklerin lideri Mihailoviç'in, yüksek dereceli bir mason olmasıdır:

"Draga Mihailoviç: (1893-1946) İtalyan mason dergisi Hiram, Draga Mihailoviç'in mason olduğunu yazıyor. İtalya Büyük Locası'nın bir organı olan bu dergideki yazıyı Birader Salvador Loi, 1980 Eylül tarihli, 5 numaralı dergide yayınlamış.." (Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, Daniel Ligou, sf. 805)

Aynı kaynakta, o dönemde bütün Sırp masonlarının Mihailoviç'in önderliğinde Çetnik çatısı altında birleştiği bilgisi de yer almaktadır:

"Yugoslavya'nın savaşa girmesinden sonra masonlar Draga Mihailoviç önderliğinde birleştiler." (Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, Daniel Ligou, sf.1262-1263)

Bundan sonra Çetnik hareketinin önde gelen ideologları, Sırbistan'ı etnik olarak "arındırma" fikrini geliştirdiler:

"İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte, Çetnikler, sistemli bir şekilde 'Müslümanların fiziksel imhası' hareketine başladı. Bu soykırım programı, Çetniklerin önde gelen ideologlarından Stevan Moljevic tarafından özellikle vurgulanmaktaydı. Moljevic, 'Homojen Sırbistan' adlı makalesinde, ve -kendisiyle aynı görüşü paylaşan- bir diğer Çetnik ideologu olan Dragica Vasic'e Şubat 1942 yılında yazdığı mektubunda, ülkenin tüm 'Sırp olmayan elementlerden temizlenmesi' gerektiğini söylüyordu. Bunun için yabancılar cezalandırılmalı ve ait oldukları yerlere gönderilmeliydiler: Hırvatlar Hırvatistan'a, Müslümanlar Türkiye'ye veya Arnavutluk'a... Draga Mihailoviç bu mantık doğrultusunda kumandanlarına Müslümanların imhasına yönelik çok sayıda emir verdi." (A Survey of The History of Genocide Against The Muslims in The Yugoslav Lands, Prof. Mustafa İmamoviç, sf.72)

Üstteki alıntıda isimleri geçen en önemli Çetnik ideologları Stevan Moljevic ve Dragica Vasic'in mason olmaları da olayın perde arkasını açıklayan önemli bilgilerdendir:

"Draga Mihailoviç, II. Dünya Savaşı yıllarında Sırp direnişini örgütlediğinde dikkati çeken, çok sayıda masonun yanında yer almasıydı. Bu masonlar arasında özellikle Çetnik ideologu Dragica Vasic ve Stevan Moljevic'in adı geçmektedir... Ayrıca 1944 yılında Çetnik Milli Merkez Komitesi Genel Sekreterliği'ne sicilli bir mason olan Duro Durovic seçilmişti." (Masoni U Jugoslaviji, Zoran Neneziç, sf.493)

Çetnik ideoloğu Dragica Vasic'in Belgrad Locası'na bağlı olduğu ise aynı kitabın 557. sayfasında yer alan bir diğer bilgidir. Bütün bunlar, Müslümanlara yönelen Çetnik terörünün kimlerin eseri olduğunu bir kez daha göstermektedir. Masonların önderliğini yaptığı Çetnikler'in Siyonistlerle iş birliği içinde olması da önemli bilgiler arasındadır:

"Amerikan memurları ve tanıkları arasında aylarca Mihailoviç ordusunda olanlar vardı. Yugoslav Yahudileri, Mihailoviç'in birçok üst kademe ekibinde de yer alıyorlardı. Eski Sırp ordusunda da adeta efsaneydiler. I. Dünya Savaşı ve sonrasında, Siyonistler kendilerine İsrail toprakları ve Amerika dışında en güvenli yer olarak Sırbistan'ı buldular. Bir çoğu Mihailoviç'in arkadaşlarının arasında yer aldılar... Bölgedeki Siyonistler, Mihailoviç'in adamları tarafından kullanılıyorlardı." (General Mihailovich, Dr. Radoje Vukcevic, Serbian Historical and Cultural Society, sf.101)

"Draga Mihailoviç'in önderliğini yaptığı Sırp gerilla hareketi Çetniklerin arasında çok sayıda Siyonist vardı. Bunun yanı sıra Çetniklerin arasında özel bir 'Yahudi Tugayı' kurulmuştu." (The Universal Jewish Encyclopedia, cilt 10, sf.620)

Mihailoviç'in istihbarat merkezinin Kudüs'te bulunması da pek çok gizli bağlantıyı açığa çıkarmaktadır:

"Çetniklerin Kudüs'te 'Karayorgi' adlı bir radyo istasyonu vardı... Mihailoviç, istihbarat için bu radyo istasyonunu kullanıyordu..." (General Mihailovich, Dr. Radoje Vukcevic, Serbian Historical and Cultural Society, sf.14, 66)
#4 - Mart 13 2010, 19:28:42
« Son Düzenleme: Mart 13 2010, 19:30:48 Gönderen: Armoni »
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Tito Dönemindeki Baskılar

II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından, Yugoslavya'da yaşayan Müslüman topluluk Tito'nun komünist rejimiyle karşı karşıya kaldı. "Özyönetim"i ile Rus-ABD ekseni dışında üçüncü bir yol tutan, Mısır'ın mason lideri Nasır ile birlikte Bağlantısızlar Hareketi'nin liderliğine soyunan Tito kimdi? Tito'nun bağlantıları hakkında fazla bir bilgi yok. Ama asıl ismi Josip Broz olan bu liderin kendine seçtiği "Tito" takma ismi oldukça dikkat çekicidir. Profesör Hikmet Tanyu'nun hazırladığı "Tevrat Terimleri Sözlüğü"nde Tito kelimesi hakkında şu bilgiler yer almaktadır:

Tito nizam vaziyetinde

"TİTO: Harodim Reislerinin Prensi. Süleyman'ın mabed işçileri üzerine tayin ettiği şefler bu isimle anılıyorlardı. Tito'nun mabed şefi veya Prensi olduğundan bahsediliyor."

Zaman zaman Tito'nun birliklerine karşı savaşan Çetniklerin, savaş sonlarında Tito'ya katılmaları ilginçti:

"Krala sadık, Sırp çetniklerle Josip Broz Tito'ya bağlı komünist partizan hareketi arasında çarpışmalar oldu... Fakat daha sonra bazı Çetnik grupları komünistlere katıldı." (Etnische Sauberung, Völkermord, Für Grobserbien, Von Tilamn zülch, sf.15)

Tito, II. Dünya Savaşı'nın ardından Yugoslavya'yı yeniden kurmuş, bir devletler federasyonu oluşturmuştu. Fakat bu federasyon içinde Müslüman Boşnaklar ve Arnavutlar, en düşük statüde tutulmuşlar, 'kurucu millet' olarak tanınmamışlardı.

Mason Çetnik ideoloğu olan Vasa Cubriloviç, Tito'dan büyük destek alan isimlerin başında geliyordu:

"30'lu yıllarda, 'Büyük Sırbistan' ideoloğu olarak bilinen Vasa Cubriloviç, yazılarında Bosnalı Müslümanlara ve Arnavutlara olan nefreti alevlendirmeye başladı. Ancak bu faşist düşüncelerine rağmen Tito tarafından Bakan yapıldı..." (Etnische Sauberung, Völkermord, Für Grobserbien, Von Tilamn zülch, sf.16)

Tito döneminde süren İslam aleyhtarı propaganda ve baskılar da Belgrad Locası'nın kararlarına uyuyordu. "İslam'ın Avrupa'daki son halkası" olarak değerlendirilen Boşnaklar bu dönemde de potansiyel tehlike olarak görüldü ve yine asimile edilmeye çalışıldı. Bosnalı Müslümanların İkinci Dünya Savaşı'nda uğradığı soykırım, Müslümanların bilinçlenmesi tehlikesini doğurabileceği için, Tito rejimi tarafından adeta unutturulmuştu:

"Bir Sırp-Karadağ egemenliği halini almış olan komünist rejimde Müslümanların trajik geçmişleri unutturulmuş ve adeta konuşulmaması gereken bir konu olmuştu. Sanki hayatını kaybeden Müslümanlar diğer milletlerin bireylerinden daha az değerli ve daha az insanlarmış gibi, gerçeğin kasıtlı olarak gizlendiği düşüncesi akla geliyor. Yüzlerce, binlerce çocuk, kadın, yaşlı, her yaştan Müslümanın vahşice katledildiği çok sayıdaki infaz alanları, sadece Müslüman ve etnik olarak farklı oldukları için öldürülen masum insanlara dahi en ufak saygı duyulmaksızın unutturuldu." (A Survey of The History of Genocide Against The Muslims in The Yugoslav Lands, Prof. Mustafa İmamoviç, sf.57)

Müslümanları asimile etmeye yönelik çalışmalar, Tito rejiminin temel politikası durumundaydı:

"Müslümanlar, büyük bir çoğunluğu ll. Dünya Savaşı sırasında öldürülmüş olmalarına rağmen, varlıklarını savaş sonrasındaki on yılda sayısal çoğalma ve zihinsel gelişme ile kanıtladılar. Bu gelişme, kültürel-politik varlıklarının inkarının ve manevi varlıklarının tahribinin sistematik bir şekilde uygulanmasına rağmen oldu. Eğitim müfredatı o şekilde planlanmıştı ki, komünist hakimiyetindeki 45 yıl boyunca Müslümanlar okullarda kendileri, soyları, geçmişleri, edebiyatları ve genel manevi ve maddi mirasları hakında hiçbir şey öğrenemiyorlardı. 1945'ten sonraki yıllarda Müslüman dini liderlere zulmedildi, çoğu hüküm giydi. Onlarca yıl boyunca, Müslümanların kutsal ve diğer yapıları yıkıldı, mezarlıkları parçalandı, eski Müslüman Boşnak kentlerinin mimari ve şekilsel yapısı tahrip edildi ve Müslüman sokaklarının biçimleri değiştirildi. Kısaca amaç, Müslümanları sözde Yugoslavya'nın, fakat aslında Büyük Sırbistan'ın kültürel-politik tabanı içinde asimile ve yok etmekti. Müslümanlar ellerindeki bütün güçleriyle, bu baskılara karşı çıktılar." (A Survey of The History of Genocide Against The Muslims in The Yugoslav Lands, Prof. Mustafa İmamoviç, sf.75)

Önde gelen bir Bosnalı Müslüman'ın, Tito dönemi ile ilgili yaptığı bazı yorumlar oldukça ilginçti:

"Tito döneminde tüm ordu Sırpların elindeydi. Ordu generallerinin %80'i Sırptı. Bu ordu ise Avrupa'nın en büyük dördüncü ordusuydu. Bize sürekli olarak Sovyet tehdidi ile karşı karşıya bulunduğumuz, bu nedenle dev bir ordumuzun olması gerektiği söylenirdi. Ama ilginç olan, Amerika'nın Truman döneminde yaptığı 'Yugoslavya'ya yapılan herhangi bir saldırı Amerika'ya yapılmış sayılacaktır' açıklamasıydı. Buna göre aslında Sovyet işgali diye bir tehdit yoktu. Sırpların egemenliğindeki bu ordunun bugünler için hazırlandığını düşünüyorum. Tito, Yugoslavya'nın en güzel yerlerinde yaptırdığı 48 ayrı villasında günlerini geçiren bir adamdı. Kendisini eğlendirmesi için -Ortaçağ kralları gibi- soytarısı vardı. Tito'nun Sırpların elinde bir figüran olduğuna inanıyorum."

Komünist rejim, son yıllarında estirmeye başladığı yumuşama havasına rağmen, Müslümanlar üzerindeki baskıyı artırarak devam ettirmişti:

"Tito'nun 1980'de ölümünden beri Yugoslavya'da nisbeten daha geniş bir hürriyet olmuştur. Yazık ki, ülkenin Müslüman azınlığının bu yeni yumuşamadan hisse almasına müsaade edilmemiştir. Aksine onlar bu akımın başlıca hedeflerinden biri olmuşlardır... 1981'den beri çoğunlukla Kosova'da 1.000'in üstünde Müslüman, Yugoslavya'da büyüyen siyasi mahkumlar listesine katılmış bulunuyor. Bu, Güney Afrika'daki siyasi mahkumların tamamının iki katından daha fazladır." (Impact International, 8-21 Nisan 1983


İzzetbegoviç ve Yükselen Bosna

İzzetbegoviç ve arkadaşlarına komünist rejim tarafından uygulanan baskı, Türk basınında da konu olmuştu

Bosna'nın uğradığı korkunç katliamın nedeni neydi? Bosna kimleri kızdırmış, telaşlandırmıştı? Bu soruların cevabını aramak eski Yugoslavya'da nelerin olduğunu anlamak için şüphesiz oldukça önemlidir. Bosna'yı bazı çevreler için sözde tehlikeli hale getiren etkenlerin başında şüphesiz lideri Aliya İzzetbegoviç geliyordu.

İzzetbegoviç, dindar bir Müslümandı. Saraybosna'da yüksek öğretim gördüğü süre boyunca konferanslar vererek, yazılar yazarak halkın manevi olarak bilinçlendirilmesinde aktif rol oynadı. Tavırları Tito Yugoslavyası'nda "rahatsızlık" kaynağı olmuştu. 1949'da "Genç Müslümanlar" oluşumu içindeki faaliyetleri nedeniyle totaliter rejim tarafından 5 yıl hapse mahkum oldu. 1970 yılında ünlü "İslam Bildirisi"ni yayınladı. Tüm dünya Müslümanlarına uyanışın ve yeniden dirilişin çağrısını yaptı. 1980 yılında yazdığı "Doğu ve Batı Arasında İslam" adlı eseri büyük yankılar uyandırdı. İzzetbegoviç, daha sonra İngilizce'ye ve Türkçe'ye de çevrilen bu kitabında, dünyadaki mevcut sistemleri inceliyor, hepsinin açıklarını, yanlışlarını ortaya koyuyor ve insan için en uygun sistemi gösteriyordu: İslam ahlakı. Bu hareketi, yeniden komünist rejimin sert tepki göstermesine neden oldu. Ve İzzetbegoviç Yugoslavya'nın en kötü hapishanesinde 14 yıl hapse mahkum edildi.

İzzetbegoviç, kitabında "birinci dereceden sakıncalı" bir konuya yani masonluğa da değinmişti:

"Yahudi dini (apocalyptic) edebiyatında Mesih öç alan ve adaleti icra eden kişi olarak övülmektedir. Yahudi adaletinin esas tutumu işte budur. Burada, yani dünyadaki cennet fikri özünde Yahudidir ve sadece içeriği bakımından değil, kaynağı itibarıyla da öyledir. 'Bu kalıbı Aziz Augustin Hıristiyanlığa, Marx ise sosyalizme intibak ettirmiştir.' (B. Russel, The History of Western Philosophy). 'Yeryüzünde cennet' isteyen bütün ihtilaller, ütopyalar, sosyalizmler ve diğer akımlar özünde Eski Ahit'ten (Tevrat) ileri gelmektedir, Yahudi kökenlidir.

İnsanlığın bilim temeli üzerinde rönesansını vaat eden mason düşüncesi de pozitivist ve Yahudi kökenlidir. Pozitivizm, masonluk ve Yahudilik arasındaki iç ve dış bağlantıları araştırmak şüphesiz ilginç olurdu. Böyle bir araştırma sadece düşünce yönünde değil, son derece açık bağlantı ve tesirler de ortaya çıkacaktır." (Doğu ve Batı Arasında İslam, Aliya İzzetbegoviç, sf.277)

9 yıl sonra hapisten çıktığında, İzzetbegoviç kendisini seven, destekleyen kitlelerle karşılaştı. Demokratik Hareket Partisi-SDA'yı kurdu. 1990 yılında yapılan ilk çok partili seçimde SDA birinci parti durumuna geldi. Stadyumlarda, on binlerce kişinin katıldığı SDA toplantıları yapılıyordu.


"Ben şimdiye kadar daima Müslüman kaldım ve bundan sonra da Müslüman olarak kalacağım. Bugün İslam için çalışmaktayım ve hayatımın sonuna kadar da İslam için çalışacağım. Çünkü benim için İslam, yüce, iyi ve güzel olan her ne varsa hepsinin diğer adıdır."

14 yıl hapse mahkum olmadan önce İzzetbegoviç bunları söylüyordu. 1989'da hapisten çıktığında kendisini ve davasını seven Bosnalı Müslümanların desteğiyle karşılaştı. Kendisine bağlanan yığınlar, çoktan locaları rahatsız etmeye başlamıştı

"İzzetbegoviç Devlet Başkanlığı'na getirildiğinde tam bir halk kahramanı haline gelmişti. Osmanlı Devleti'nin bölgeden çekilmesinden sonra başlayan ve günümüze kadar süren katliam, tehcir, baskı ve eziyet döneminden sonra Müslümanların haklarını cesaretle savunması, halkın onu 'Aliya, Aliya' çığlıklarıyla bağrına basmasına yetmişti." (Doğu ve Batı Arasında İslam kitabının önsözü)

İzzetbegoviç'in önderliğindeki Bosna, elbette yeni düzenin patronları için kabul edilir bir güç değildi. Müslümanların nüfusu arttığı gibi, her türlü engellemeye rağmen Müslüman halk daha da bilinçleniyordu:

"Bosna-Hersek'in etnik yapısı, son on yılda daha büyük bir Müslüman çoğunluğa doğru kaydı. Müslümanların doğum oranı diğerlerine göre daha yüksekti. Ayrıca, 1981 yılında kendilerini 'Yugoslav' olarak tanımlayan %7.9'luk nüfusun önemli bir bölümü, 1991'de kendini 'Müslüman' olarak tanımlayacaktı." (Remaking the Balkans, Christopher Cviic, sf.76)

"Komünist rejimin gücünü yitirdiği ve hürriyetin doğduğu kısa dönemde (1990-1992), Bosna, bir 'İslami Rönesans'ın güçlü gösterilerine sahne oldu. Televizyonlarda sıkça görünen İslami mesajlar, bunlara pek alışık olmayan Yugoslav toplumunu oldukça şaşırttı." (Who Are The Bosnian Muslims and What is The Background of The Present Conflict in Their Home-Country?, Prof. İsmail Baliç, sf. 7)

İzzetbegoviç gibi bir liderin önderliğinde, büyüyen ve bilinçlenen bir İslam topluluğunun Avrupa'nın ortasındaki varlığı büyük bir problemdi. Belgrad Locası yıllar önce, bu topluluğun "etkin bir konuma gelmesi"nin doğuracağı sakıncalardan bahsetmemiş miydi? İzzetbegoviç'in "sakıncalı" sözleri çoktan locaların kulaklarını tırmalamaya başlamıştı..

Böyle bir liderin önderliğindeki Bosna, yeni düzenin patronları için ne anlama gelirdi? Sistemin karanlık isimleri, kurmak istedikleri din dışı sisteme karşı en büyük hedef olarak İslam'ı seçmişlerdi. Şimdi, Avrupa'nın ortasında, modern ve "Avrupalı" bir toplum olan Bosnalı Müslümanlar, İzzetbegoviç'in hedeflediği gibi Müslüman ve modern bir devlet kurarsa ne olurdu? Belli ki, bu gidiş menfaatperest ve dünya genelinde pek çok karanlık ittifaklar kurmuş çevreler için son derece tehlikeliydi. Zaten vahşi saldırıları sırasında Sırplar da, "İslam'a karşı Avrupa'nın tarihsel misyonu"nu yerine getirdikleri yalanını öne sürüyorlardı:

"Sırplar Batı kamuoyuna sistemli bir şekilde şu mesajı vermektedirler: 'Eğer Avrupa'nın göbeğinde İsrail'e rövanş olacak bir İslam devletinin kurulmasını istemiyorsanız, bizi ve bu askeri eylemimizi doğrudan veya dolaylı yollardan destekleyiniz. Biz, Avrupa'nın genel çıkarları adına hareket ediyoruz'." (Bosna-Hersek ve Türkiye, Yrd. Doç Dr. Mediha Akarslan, sf. 51)
#5 - Mart 13 2010, 19:32:39
« Son Düzenleme: Mart 13 2010, 19:35:12 Gönderen: Armoni »
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

İzzetbegoviç'e Karşı Alternatif Liderler: Pasiç ve Abdiç

İzzetbegoviç'in belirli çevrelerde neden olduğu rahatsızlık, önce alternatif ve "uygun" liderler bulma politikası şeklinde kendini gösterdi. Bunun bir sonucu olarak ortaya, ilginç bağlantıları olan, Bosna halkının menfaatinden çok farklı çevrelerin menfaatini kollayan bir isim çıktı: Adil Zülfikarpasiç. Zülfikarpasiç, İzzetbegoviç'in kurduğu Demokratik Hareket Partisi-SDA içinde yer almış bir politikacıydı. Zamanla İzzetbegoviç'e karşı bir muhalefet hareketi geliştirdi. Daha sonra yandaşlarıyla partiden ayrılarak MBO-Bosna Müslüman Organizasyonu adlı partiyi kurdu. İzzetbegoviç'in hareketi yerine alternatif tarzlar geliştirmeye çalışıyordu.

Peki kimdi bu Zülfikarpasiç? Bosna'nın birliğe en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde, Bosnalı bir diplomatın bildirdiğine göre, sahibi Yahudi olan İsviçre'deki bir bankada yürüttüğü "karlı işlerini" bırakıp ülkeye dönerek, anlaşılmaz bir ayrılık hareketini neden başlatmıştı?


Sabah, 30 Aralık 1990

"Demokratik Hareket Partisi SDA'nın, Müslümanların ulusal partisinin bir disiplin problemi ortaya çıktı. Liderliğinde çatlak oluşmuştu. Daha küçük olan grubun lideri bir iş adamı olan Adil Zülfikarpasiç idi. Yugoslavya'da Rolls Royce kullanan tek politikacıydı. İsviçre'de karlı bir işten sonra Müslüman ülke kurmayı amaçlayan SDA'ya önderlik etmek için Bosna'ya döndü. Zülfikarpasiç: 'Bosna entelijensiyası bizim elimizde' diyordu. 'Açık bir demokratik yapıyla, liberal bir Avrupa Partisi oluşturacağız.' Fakat Zülfikarpasiç, halka pek güvenilir gelmiyor, Rolls Royce'unun varlığı bile şüpheli bir mal varlığı olarak görülüyordu." (A Paper House - The Ending of Yugoslavia, Mark Thompson, sf.98)

"İzzetbegoviç ise şöyle diyordu: 'Şimdilik partimiz kapsayıcı olmak zorunda. Herkesi temsil etmek isteyen partiler küçük ve zayıf. Bu bir iç savaş riskini doğurur, asıl amacımız Bosna-Hersek'i birarada tutmaktır. Çok belirsiz bir döneme giriyoruz. Şimdiye dek Müslümanların politik lideri olmadı. Birliğe ve büyük bir partiye ihtiyacımız var.'... Gerçekten de, Müslümanların birleşmekten başka bir seçeneği yoktu. İzzetbegoviç, Zülfikarpasiç'in partisinin, SDA'ya ait Müslüman oylarının %1'i veya 2'sini alacağını tahmin etti. Böyle de oldu. İzzetbegoviç, diğerlerinden farklı olarak, Bosnalı Müslümanların, eğer birleşmezlerse, yok olup gideceklerini çok iyi biliyordu." (A Paper House - The Ending of Yugoslavia, Mark Thompson, sf. 99, 103)

Bosnalı Müslüman milislerin komutanı Ahmet Adiloviç'in, Türkiye'de bulunduğu dönemde, Zülfikarpasiç hakkındaki açıklamaları ise şüphesiz dikkate değerdi:

"Adil Zülfikarpasiç hakkında iyi şeyler söylememiz mümkün değil... Ama onun bazı eller, gizli örgütler tarafından, Müslümanların arasını bozmak, Müslümanların arasında ayrılık çıkarmak amacıyla gönderildiği düşüncesine sahibiz."

Yine aynı diplomatın bildirdiğine göre, Bosna Hersek'te yayınlanan İslami Düşünce Dergisi Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr. İdris Resiç ise Zülfikarpasiç hareketinin "masonik" kaynaklı olduğunu belirtmişti.

Kimilerine göre, 20 Eylül 1991'de İzzetbegoviç'e karşı düzenlenen bir suikast girişiminin ardında da Zülfikarpasiç'in partisi vardı. (Bosna-Hersek ve Türkiye, Yrd. Doç Dr. Mediha Akarslan, sf.52)

İzzetbegoviç'e alternatif bulma arayışı Zülfikarpasiç'ten sonra da devam etti. İzzetbegoviç'e karşı "liberal cephe" oluşturan bazı Boşnak politikacılar çıktı ortaya. Bunların en önemlilerinden biri Fikret Abdiç'ti. Abdiç, aranan özelliklere sahipti. Bosna'nın Bihaç bölgesinde etkin olan, mal varlığı ile ünlü Abdiç, aslında Pasiç gibi yolsuzluklara bulaşmış biriydi:

"Avusturya Savcılığı, Abdiç'in sahibi olduğu Agromerc adlı şirketin soruşturma geçirdiğini doğruladı. Avusturya'da yayımlanan Kurier gazetesi, söz konusu şirket hakkında, yaklaşık 8 milyon ABD doları tutarında yolsuzluk yaptığı suçlamasıyla soruşturma yapıldığını yazdı. Gazete, Abdiç'in şirketinin, Bosna'daki mülteci kampları için harcanması gereken parayı, zimmetine geçirmekle suçlandığını kaydediyor." (Zaman, Mustafa Özcan, 28 Haziran 1993)

Hatta Lord Owen, 93 Haziranı'nda Cenevre'de yapılan barış görüşmelerine İzzetbegoviç ve yardımcısı Eyüp Ganiç'in yerine Abdiç'in gelmesini isteyecekti. Owen, burada Abdiç'i övecek, sözde uzlaşmacı kişiliğine olan beğenisini dile getirecekti. Fakat Abdiç'in "darbe" hayalleri, Armija BiH'in (Bosna-Hersek Ordusu) İzzetbegoviç'e tam bağlılığını bildirmesi ile büyük ölçüde suya düştü.

Sırp saldırıları boyunca İzzetbegoviç, masonik çevrelerin hedefi oldu. Sırp liderler, sürekli olarak manevi değerleri ön plana çıkarmakla suçladıkları İzzetbegoviç'i, kendi uyguladıkları vahşetin sorumlusu olarak göstermeye çalıştılar. Tamamen hayal ürünü senaryolar üzerine inşa edilen bu çabalar, malum çevrelerden de destek gördü.


Yugoslavya'nın Parçalanması

Bosna, Yugoslavya'da yeni kurulmak istenen Büyük Sırbistan için büyük bir tehlikeydi. Bunun üzerine, bu toplum için kesin çözüm yürürlüğe kondu: "Etnik temizlik". Yugoslavya Birliği'nin parçalanması bu yöntemin uygulamaya konmasının ilk adımını oluşturdu. Parçalanma süreci ise en ince detaylarına kadar hesaplanmıştı. CIA'in, Yugoslavya'nın parçalanmasını 18 ay önce bildirmesi işin ilginç yanlarından biriydi:

"CIA, Yugoslavya'ya 18 ay daha tanıyor... Amerikan Gizli Haber Alma Örgütü'ne göre, Yugoslavya'nın parçalanmasına sadece 18 ay kaldı. Tito'nun ülkesine 18 aylık ömür biçen CIA uzmanları, bu sonun kanlı bir iç savaşla geleceğini de savunuyorlar." (Sabah, 30 Aralık 1990)

CIA'in bildirdiği parçalanma operasyonuna ise, Avrupalı devletler destek oldular. Sırbistan'ın ülkede hegemonya kurmaya yönelik tavırları Slovenya, Hırvatistan ve Bosna'yı rahatsız ediyordu. Bu aşamada Almanya bu cumhuriyetlere güvenlik sözü vererek parçalanmayı sağladı. Önce Slovenya ve Hırvatistan bağımsızlık ilan ettiler. Bosna, Sırbistan'la başbaşa kalmak ya da iç savaş tehlikesi taşıyan bağımsızlık seçenekleri arasında bırakıldı. Bosnalıların iç savaş korkusu "demokratik Avrupa'da buna izin verilmez, biz sizi tanırız, o zaman Sırplar saldıramaz" sahte güvenceleriyle giderilmeye çalışıldı. Oysa Batı'nın içinde yer alan bir kısım çevreler, nelerin olacağını aslında çok iyi biliyordu.

"Avrupa, Yugoslavya'nın dağılma sürecine seyirci kalırken hemen ardından ortaya çıkan Slovenya, Hırvatistan ve Bosna-Hersek'in bağımsızlıklarını tanımaya koştu. Hem de bu yeni devletlerin sınırlarının güvenliğini hiç düşünmeden. Geliyorum diyen olay gerçekleşti ve on binlerce kişi öldü, yaralandı." (Juan Goytisolo, Hürriyet, 16 Eylül 1992)


Locaların Yugoslavya'yı parçalama kararı gerçekten de CIA'in önceden haber verdiği gibi 18 ay içinde uygulandı. Bu kararın uygulanmasında önemli rolü, locaların yoğun olduğu ülkeler oynadı.

26 Ekim 1990 tarihli Newsweek'te "2000 Yılında Avrupa" olarak isimlendirilen bir harita yayınlandı. Harita Sırbistan'ı, bütün Bosna-Hersek'i ve Makedonya'yı yutmuş olarak gösteriyordu. 2000 yılına dek çoğunluğu Müslüman olan iki devlet yok edilip "BÜYÜK SIRBİSTAN" sınırları içine alınacaktı. Haritayı çizen "eller" böyle karar vermişti...

2000 Yılının Avrupası'nda Bosna-Hersek'e Yer Yok!..

Yugoslavya'nın parçalanması ile başlayan Sırpların Bosna-Hersek'i işgali, tüm dünyayı şaşırttı. Fakat gerçekte bu işgal, bazı çevreler için hiç de şaşırtıcı değildi. CIA, yukarıda anlatıldığı gibi, parçalanmayı önceden bildirmiş, hedeflenen Yugoslavya haritası ise, henüz iç savaşın başlamadığı 1990 yılında Newsweek tarafından gösterilmişti. Haritada, Yugoslavya'nın parçalanması sonucu oluşturulmak istenen "Büyük Sırbistan" haritası bile verilmişti.

Newsweek'in haberinde şöyle denilmekteydi:

"20. yüzyılın bu son on yılında, Avrupa yeni bir görünüm alacak. Yeni devletler doğacak, eski sınırlar kayacak, yeni bölgesel gruplaşmalar oluşacak... Bu özel haberde, Newsweek 10 yıl sonrasına gidiyor. Bu harita elbette hayali bir resim, kimse tam olarak Yeni Avrupa'nın şeklini bilemez. Ama şu kesin ki, değişiklik acılı ve korkulu olacak. Bu işlemi yönlendirmek, yeni Avrupa düzeninin yapılarını kurmaya başlamak için 34 milletin liderleri bu hafta Paris'te biraraya geliyorlar"

Yugoslavya'da önce Slovenya ve Hırvatistan, sonra da Bosna-Hersek bağımsızlık ilan etti. Kısa sürede patlak veren iç savaşla birlikte Sırbistan, önce Hırvatlarla çarpıştı, daha sonra Bosna-Hersek'i işgal etmeye başladı.


İç savaş başlamadan önceki Yugoslavya'nın haritası bu durumdaydı.

Newsweek'te "2000 Yılında Avrupa" ismiyle yayınlanan harita ise çok ilginç bir gerçeğin ifadesiydi. Haritada çizilen sınırlarda Sırbistan, Bosna-Hersek'i ve Makedonya'yı yutmuş durumdaydı. Bosna ve Makedonya, "Büyük Sırbistan"ın sınırları içinde yer alıyordu. Henüz Sırp işgali başlamadan, işgal sonunda hedeflenen "Büyük Sırbistan" haritası yayınlanıyordu.

Haritaya göre, 2000 yılının Avrupası'nda Hırvatistan'a yer vardı. Belki de onun için Sırplar Hırvatları kısa sürede "pas geçip" Bosna'ya yöneldiler!

Newsweek, savaş başlamadan önce böyle bir kehaneti (!) nasıl yapmıştı? Acaba önceden planlanmış Sırp işgalini doğal göstermeye çalışan bir propaganda mı yapılıyordu? Yoksa ilgili çevrelere işgalin müjdesi mi veriliyordu? Bu soruların cevabı ne olursa olsun, sonuçta 2000 yılında Bosna-Hersek'in varlığı kabul edilmiyordu.
#6 - Mart 13 2010, 19:40:11
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Balkanların İkinci Mason Kasabı: Slobodan Miloseviç

Sırp lideri Slobodan Miloseviç 1986 yılında "Tito'dan sonraki en karizmatik Yugoslav lideri" propagandasıyla iktidara geldi. Sistemli bir propaganda ile aşırı Sırp milliyetçiliğini körükledi, Çetnik çetelerini yeniden kurdurdu. Yugoslavya'nın parçalanması ve diğer cumhuriyetlerin bağımsızlık ilan etmeleri ile birlikte Sırp yönetimindeki Federal Yugoslav Ordusu'nu ve Çetnik milislerini önce Hırvatlara sonra da Müslüman Boşnaklara saldırtmaya başladı. 20. yüzyılın en büyük katliamını işleyen ve "Balkanların Kasabı" olarak adlandırılan Miloseviç'e bu "büyük görev"in (!) verilmesi elbette boşuna değildi. Miloseviç, 33. dereceden bir üstad masondu. Miloseviç'in masonluğu değişik kaynaklarda yer almaktadır:

"Bosna'daki Müslüman milislerin lideri halka olayların 'Siyonist bir komplo' olduğunu ve Sırp lideri Slobodan Miloseviç'in mason olduğunu açıkladı" (Jewish Chronicle, 10 Nisan 1992)

"Bosna Hersek'te yayınlanan İslami Düşünce dergisi Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr. İdris Resiç'in belirttiğine göre Miloseviç masondur." (Zaman, 1 Ocak 1992)

Sırp vahşetinin liderliğine Miloseviç'ten daha uygun bir isim bulunamazdı.

"Bir Avrupalı diplomat, Miloseviç hakkında şöyle diyor: 'O, bir fanatiktir. Ama aynı zamanda son derece kurnaz, zeki ve gerektiğinde çekici bir kişiliğe bürünebilen bir fanatik. Acımasızlıkla yeteneği gayet iyi bağdaştırır'." (Cumhuriyet, 3 Haziran 1992)

Miloseviç, Ortodoks bir papazın oğlu, Komünist Parti kadrolarında yetişmiş bir "aparatçik" ve de ateşli bir radikal Sırp milliyetçisi idi. Henüz Komünist Parti kadrosundayken Kosova'da Sırplara yaptığı ateşli ve ajitatif konuşmasının ardından artan popülaritesi, 1986'da, masonik memorandum geleneğini tekrarlayan Sırp Sanat ve Bilim Akademisi'nden aldığı destekle birlikte onu iktidara taşıdı. 1989'da Sırbistan Devlet Başkanı oldu ve elindeki medya gücünü kullanarak Çetnik psikolojisini yeniden hayata döndürdü:

"Miloseviç'in güdümündeki 8. Kongre'nin ardından Parti kamuoyunda, basında ve entelijensiyada aşırı Sırp milliyetçiliği sistematikleşmeye başladı. Radikal milliyetçi geleneğin II. Dünya Savaşı öncesindeki mirasına da el atıldı. Çetnik hareketi, Sırp milletinin 'tarihsel düşmanları'na karşı direnen onurlu bir hareket olarak yeniden meşrulaştırıldı." (Yugoslavya-Milliyetçiliğin provokasyonu, Tanıl Bora, sf.107)

Eski Büyükelçi Şükrü Elekdağ ise, Miloseviç hakkında şu yorumu yapmaktadır:

"Bosna'daki Sırp saldırılarının ve soykırımın baş sorumlusu, şimdi barış havarisi rolündeki Sırbistan Başkanı Slobodan Miloseviç'tir. Bu eski komünist hempası, 1987'den bu yana Sırp aydınlarının ve Ortodoks Kilisesi'nin de yardımlarıyla, Sırpları, Bosna-Hersek ve Hırvatistan toprakları üzerinde tarihsel hakları olduğuna inandırma kampanyası sürdürmüş, fanatik Sırp milliyetçilerini Müslüman Bosnalılara ve Hırvatlara karşı derin bir kin ve nefretle doldurmuş, etnik arındırma planlarını hazırlatmış ve katliamı yürüten Sırp milis kuvvetlerinin Sırp ordusu tarafından silahlandırılmasını ve eğitilmesini sağlamıştır. Karadziç önde görünmekle birlikte, bugüne kadar ipler daima perde arkasındaki Miloseviç'in emrindeydi." (Milliyet, 9 Mayıs 1993)

Miloseviç'in daha ileri dönemde, nasıl bazı Batılı biraderlerinin eliyle sözde "barış havarisi" ilan edildiğini de ilerleyen bölümlerde inceleyeceğiz.


Miloseviç'in masonluk belgesi 30 Ağustos 1992 tarihli Zaman gazetesinde de yayınlandı.

İsrail Faktörü ve Sırbistan'ın Kritik Bağlantıları

Sırplar niçin böyle bir katliama girişmişlerdi? Bu sorunun cevabı, Bosna-Hersek faciasını anlamak ve çözmek için şüphesiz kilit noktayı oluşturmaktadır. Bosna-Hersek katliamının mimarları, belli ki Avrupa'nın ortasındaki bu Müslüman toplumun varlığından rahatsızlardı. Mihailoviç'in katliamları, Tito dönemindeki baskılar hep bu rahatsızlığın sonucuydu. Yugoslavya'nın parçalanması ve doğal olarak bunun getirdiği kaos ortamı, ikinci bir Çetnik operasyonu yapma fırsatı doğurdu. Bunun için de katliamın mimarları yine "Sırp Kartı"nı oynadılar.

Sırbistan-İsrail ilişkisinin kilit isimlerinden biri, ünlü stratejist Henry Kissinger idi.

II. Dünya Savaşı sırasında "Mihailoviç birader"in önderliğindeki icraatları, ya da aşırı Sırp milliyetçiliğinin masonik geleneği ortadaydı. Newsweek'te Bosna'yı yutmuş olarak gösterilen "Büyük Sırbistan" haritası ise bu "sabıkalı" toplumun yeniden "infaz" görevini üstlendiğinin bir işaretiydi.

Masonluk işin içinde olunca İsrail faktörü de doğal olarak gündeme gelmektedir. Bu konuya ışık tutabilecek olan ilginç gelişmeler, iç savaş öncesi gündeme geldi. Savaştan önce kurulan Sırp-Yahudi Dostluk Derneği bunlardan biriydi:

"Sırp-Yahudi Dostluk Derneği'nin ülke çapında 10.000 üyesi var. Bu üyelerin başında da Yugoslavya Devlet Başkanı Dobrica Cosiç geliyor. Klara Mandiç tarafından 1988'de Belgrad'da kurulan derneğin tüm Sırbistan'da ve ayrıca İsrail'de, Los Angeles, Chicago ve Toronto'da şubeleri var. Dernek Miloseviç yönetiminden büyük ölçüde destek görüyor" (The Times Magazine, 8 Mayıs 1993)

Bu derneklerin açıkça Sırbistan-İsrail benzerliğini ortaya koymaları tepki topladı:

"Sırp-Yahudi Dostluk Derneği'nin en çok tepki toplayan aktivitesi Sırp ve İsrail arasında benzerlik kurma çabaları oldu." (Jewish Chronicle, 10 Nisan 1992)

Bu derneklerin, Sırp-İsrail yakınlaşmasının mimarı ise, ünlü stratejist Henry Kissinger idi:

"ABD'de yayınlanan The World of Sunday gazetesinin 25 Nisan sayısında yer alan bir yazıda, ABD'nin Sırbistan'a karşı tavır almasını bir yıl engelleyen etkenin, Kissinger'ın Washington'daki Belgrad yanlısı lobisi olduğu belirtiliyor. Bu lobi, Nisan ayına kadar Slovenya, Hırvatistan ve Bosna-Hersek'in bağımsızlıklarının ABD tarafından tanınmasını engellemeyi başardı. Kissinger lobisi, Sırp yönetiminin Kosova'daki Arnavut çoğunluğa karşı giriştiği insan hakları ihlalleri konusunda ABD Kongresi'nde gündeme getirilen karar tasarılarının ertelemesinde de etkili oldu.

ABD Dış İşleri'nin parlak diplomatı Kissinger, emekli olduktan sonra ABD yönetimi içindeki ve uluslararası düzeydeki dostluklarını paraya çevirmek için bir lobicilik şirketi kurdu. Kissinger'ın gözde ortakları ise 'Dış İşleri Bakanlığı'ndan Lawrence Eagleburger ve Pentagon'dan Brent Scowcroft'du. Washington'daki diplomatik kaynaklar, 1970'lerin sonundan itibaren uzun vadeli istikrarlı bir Yugoslavya tablosu çizen 'Kissinger ortakları'nın, milyonlarca dolar değerindeki özel yatırımların Yugoslavya'ya kanalize edilmesini sağladıklarını belirtiyorlar. Bu yatırımların en büyük kısmı da, Eagleburger'ın Belgrad Büyükelçiliği sırasında gerçekleşti. Yugoslavya Büyükelçiliği'nden sonra emekliye ayrılan ve Kissinger'ın lobisine katılan Eagleburger, daha sonra ise 'Dış İşleri Bakanlığı'nın 2. üst düzey yetkilisi oldu. Brent Scowcroft ise, Başkan Bush'un Ulusal Güvenlik Danışmanı. Bu iki adam, ABD'de Yugoslavya'ya ilişkin kararların alınmasında birinci derecede rol oynadılar.

Bu arada dikkat çekici gelişme de, İsrail'le, Sırbistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulması oldu. Kissinger'ın da bunda önemli rolü oldu. Bu arada Avrupa ve ABD kamuoyu, Sırp milislerin ve Federal ordunun Bosna'daki Müslümanları katletmesine karşı gittikçe sesini çıkarmaya başlarken ve Birleşmiş Milletler, Sırbistan'a ekonomik ambargo kararı alırken, Belgrad'da Sırp-İsrail Dostluk Derneği kuruldu.

Kısa bir süre öncesine kadar Belgrad yönetimi, Bağlantısızlar hareketinin lider ülkelerinden biri olarak, İsrail'i Araplarla olan anlaşmazlık konularında en çok eleştiren ülkelerin başında geliyordu. Şimdi ise Yeni Yugoslavya'yı kuran Sırbistan, resmi olarak İsrail'i destekliyor. Miloseviç yönetimi, Tel Aviv üzerinden Washington'daki İsrail lobisi yoluyla silah sağlamanın yollarını arıyor." (Ortadoğu, 19 Haziran 1992)

Kissinger ile Eagleburger ve Scowcroft'un, Sırp liderlerle yakın ilişki içinde olduğu Amerikan Spotlight dergisinin 9 Kasım 1992 tarihli sayısında da yer aldı.

Sırbistan'ın İsrail'e yakınlaşma süreci, Sırp Başbakanı'nın 1990 Haziranı'nda İsrail'e yaptığı ziyaretle yeni bir aşama kaydediyordu:

"Sırbistan Başbakanı Dr. Stenko Ramiloviç ülkesi ile İsrail arasındaki bağların çok yakında kurulacağını açıkladı. Geçtiğimiz hafta İsrail'e resmi bir ziyarette bulunan Yugoslavya'nın en büyük federe devletinin Başbakanı Stenko Ramiloviç, İsrail Başbakanı Şamir ile yaptığı görüşmesinden sonra ülkesinin İsrail ile bağlarını yeniden tesis etmekte kararlı olduğunu ve Yugoslavya halkının İsrail ile tam ilişki kurulmasından yana olduğunu söyledi. Bir Sırp yetkilisi de ülkesinin İsrail ile ticari bağlarını geliştirmek istediğini ve yakında İsrail ile ticari anlaşma yapılacağını açıkladı." (Şalom, 13 Haziran 1990)

Acaba İsrail'le bağlantılar, yalnızca "ticari" miydi? Bu iş birliğinin askeri boyutları olduğuna dair haberler de yayıldı:

"İsrail'in Bosna-Hersek'te savaşan Sırp askerlerine eğitim verdiği bildiriliyor. Kuveyt'te yayınlanan El Emba dergisine açıklama yapan Saraybosna müftüsü Salih Tugaloviç, Müslümanları gözlerini kırpmadan öldüren Çetnik milislerinden 2.000 tanesine İsrailli uzmanlar tarafından askeri eğitim verildiğini bildirdi." (Günaydın, 16 Temmuz 1992)

İç savaş durumuna gelen ülkenin silahlandırılması ise yine aynı kaynaktan oldu. İsrail ya da İsrail'in güdümündeki "militarist" bölgelerdeki, Güney Afrika, Latin Amerika, Lübnan'daki silah tüccarları devreye girdiler:

"İsrail ve Güney Afrika gibi militarist devletlerde yerleşik silah tüccarları olsun, Latin Amerika, Lübnan gibi iç savaş coğrafyalarında iş yapan tüccar ve kaçakçılar olsun, 'Yugoslav pazarına' hevesle saldırdılar." (Yugoslavya-Milliyetçiliğin Provokasyonu, Tanıl Bora, sf.170)

"Öte yandan BM komisyonlarınca hazırlanan bazı raporlar, İsrail'in de Sırbistan ve Karadağ'a uygulanan ambargoyu delen devletler arasında olduğunu bildiriyor. Raporlarda, İsrail'in Sırp Cumhuriyeti'ne uçak ve tank yedek parçalarıyla hafif silahlar gönderenlerin arasında olduğunu ve geçtiğimiz ay içinde Bosna Sırplarına yeni bir parti silah gönderdiğini vurguluyor. Ayrıca, İsrail ve Eski Yugoslavya arasında tank üretimine dair ortak bir anlaşma olduğu hatırlatılıyor. Bunun yanısıra, Mossad'ın Sırplara Bosna Cumhuriyeti'nin kurduğu bağlantılar hakkında bilgi verdiği belirtiliyor." (El Muslimin, 6 Ağustos 1993)

Bu arada Sırpların bazı devletlerin yardımıyla uyuşturucu ticareti yaparak, silah için finansman sağladığı da bildirildi:

"Alman gizli servisi yetkilileri, Sırpların, uluslararası piyasalarda uyuşturucu satarak Bosna-Hersek'te süren savaş için parasal kaynak sağladığını öne sürdü. Başbakan Helmut Kohl'ün, Alman gizli servisleri ile ilgili danışmanı konumundaki Bernd Schmidbauer, ellerinde, Sırpların uyuşturucu kaçakçılığından kazandıkları söz konusu büyük miktardaki paranın, savaşta malzeme sağlamak amacıyla kullanıldığına dair raporlar bulunduğunu öne sürdü. Schmidbauer, Sırpların, bu yolla kazandıkları paranın miktarının milyonlarca dolarla ifade edilebileceğini söyledi.

Hanover Allgemeine Zeitung gazetesi ise, Sırpların, uyuşturucu ticaretinde tek başlarına iş görmediklerini belirterek, Alman gizli servisleri tarafından Kohl'e sunulan ve politik açıdan bomba etkisi yaratacak bilgiler içerdiğini öne sürdüğü raporlarda, bazı ülkelerin Sırplara yardımcı oldukları yolunda bilgilere yer verildiğini yazdı." (Milliyet, 25 Nisan 1993)

İzlenim Dergisi yazarı Ahmed Davudoğlu da, Bosna'yı ele alan bir yazısında "İsrail faktörü"ne dikkat çekmişti:

"Bu stratejik (İslami) yönelişi engellemek isteyen sistemik unsurlar birbirleriyle ilintili üç ayrı taktiği devreye sokmak istemektedirler. Birincisi Adriyatik'ten Çin'e, Fas'dan Pasifik Adalarına kadar uzanan stratejik etki alanındaki İslam karşıtı unsurlar arasında ortak bir menfaat alanı oluşturmaktır. Bu coğrafya içindeki sistemik unsurlar harekete geçirilmiştir. Bu açıdan Sırbistan, Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail, Ermenistan, Gürcistan, Hindistan ve Singapur arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması dikkatle izlenmesi gereken bir olgudur.

Yunanistan'ın Sırbistan'a birleşme tekliflerine kadar varan açık desteği, İsrail'in Hindistan ve eski Yugoslav Cumhuriyetleri'ndeki etnik temizlik hareketlerine sağladığı lojistik ve istihbarat desteği, Türkiye'deki Yahudi lobisinin Ermenistan ile ilişkileri artırmak için gösterdiği yoğun çaba, İsrail ile Singapur arasında gittikçe yoğunlaşan ilişkiler bu açıdan tutarlı ve anlamlı gelişmelerdir...." (İzlenim, Mart 1993)

Bosna konusunda İsrail faktörünün önemli bir yeri olduğuna değinen başka kaynaklar da vardı:

"Rusya, Yunanistan, Romanya ve dolaylı olarak İsrail Sırplar'a uygulanması gereken silah ve petrol ambargosunu delmeselerdi, Sırpların şimdiye kadar ayakta kalması beklenemezdi." (Bosna-Hersek ve Türkiye, Yrd. Doç Dr. Mediha Akarslan, sf. 86)
#7 - Mart 13 2010, 19:43:33
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Bosna-Hersek Başbakan Yardımcısı Açıkladı: 'Sırplar'a İsrail Yardım Ediyor'

Olaydaki İsrail faktörünü incelemeye devam ettikçe, İsrail ile Sırplar arasındaki ilişkinin tahmin edilenden de derin olduğu anlaşılmaktadır. Sırp vahşeti sürerken, Türkiye'de bulunan Bosna-Hersek Başbakan Yardımcısı Muhammed Cengiç, haftalık Yörünge dergisinde kendisiyle yapılan bir ropörtajda son derece önemli açıklamalarda bulunmuştu. Balkanlar'da yaşanan katliamın ardındaki gücü Bosna-Hersek Başbakan Yardımcısı şöyle özetliyordu
"Bildiğiniz gibi olayları İsrail kışkırtıyor. Daha önce İran'a, Irak'a, Cezayir'e ve Azerbaycan'a yapılanlar, şimdi Bosna-Hersek'e karşı yapılıyor. Kısaca İsrail, Balkanlarda İslam Sancağı'nın yükselmesini istemiyor. Kafkaslar'da ve Ortadoğu'da sergilenen tabloyu Balkanlar'da da çizmek istiyorlar. Hatta Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde meydana gelen olayların kaynağı da yine Siyonistlerdir.... Kosova'da, Üsküp'te, hatta Saraybosna'da gençlerimize verilen zehirli haplar İsrail patentliydi. Türkiye Cumhuriyeti'nin Güneydoğusu'nda olay çıkaranların çoğu Mossad ajanı." (Yörünge, 12-19 Nisan 1992)

Cengiç'in verdiği bilgiler, İsrail'in silah yönünden de Sırpları desteklemiş olduğunu göstermektedir. İsrail'de eğitilen Çetnik milisleri, kullandıkları kimyasal-biyolojik silahları da İsrail'den almışlardı:

"İsrail'in eli Kosova'ya ulaşıyor... İnsan Hakları Komisyonu, Sırpların 'Kosova'da Müslüman öğrencileri zehirlemek için kullandıkları zehir ve yöntem ile Filistin'deki Müslümanların zehirlenmesindeki yöntem ve zehirin aynı olduğunu duyurdular. Komisyon, zehirlenen Müslüman öğrencilerin yemek artıklarından Almanya ve Fransa'ya gönderdi. Alınan sonuçtan, olayın Mossad tarafından hazırlanmış olabileceği kuvvetle sanılıyor. Sırplar ile İsrail arasındaki ilişkiler, özellikle İsrail'in Uganda uçaklarıyla Sırplara silah sevkiyatı yapmasından sonra haylice gelişti." (Panel Dergisi, Kasım 1991)

İsrail'den ithal bu korkunç yöntemi savaş boyunca Sırplar acımasızca uyguladılar:

"Sırplar, çocukları bile zehirliyor... İngiltere'deki bir insan hakları grubu, Bosna-Hersek'te Sırplar'ın kontrolündeki tutsak kamplarında sürekli idamlar gerçekleştiğini, Sırbistan'ın Kosova bölgesinde de çocukların zehirlenmekte olduğunu bildirdi." (Bugün, 12 Ağustos 1992)

Durumu şüphesiz en iyi cephedekiler biliyordu. İsrail-Sırbistan bağlantısını, Türkiye'ye yaptıkları ziyaret sırasında Bosnalı Müslüman milislerin liderlerinden Edin Begoviç ve Süleyman Çelikoviç, aylık Değişim dergisinin kendileriyle yaptığı ropörtajda şöyle açıklamışlardı:

"İsrail Sırplara ilk yardım eden ülke. Sırp çeteleri Çetnikler, İsrail'de eğitildiler. Taktik-teknik yardım İsrail'den geliyor. Ayrıca uluslararası platformlarda İsrail, Sırpların aleyhine olan kararların çıkmasını engelliyor. İsrail lobisi Sırplar için çalışıyor." (Değişim, Nisan 1993)

Bütün bunlar Sırp terörünün ardında kimlerin olduğunu açıkça gösteren önemli bilgilerdir.


'Etnik Temizlik' Kimin Yöntemi?

Sırp çeteleri Çetniklerin, İsrail'in desteğiyle uyguladıkları "etnik temizlik" vahşeti, aslında "ithal" bir yöntemdi. Bu yöntemin "mucidi" ise Siyonist ideoloji ve ideoloji üzerine kurulmuş olan İsrail Devleti'dir. Bu gerçeği, Turkish Daily News gazetesinin 12 Şubat 1993 tarihli sayısındaki yazısında Türkkaya Ataöv şöyle dile getirmiştir:

"Etnik temizleme sadece Yugoslavya'da değil Filistin'de de var. Filistin sorunu II. Dünya Savaşı sonrası dönemde meydana gelen 'etnik temizleme'lerin anası. Siyonistler gelip bölgede kendi devletlerini kurmadan önce Filistin, sakin ve gelişmiş bir bölge idi. Bu durum içlerinde din adamları da olmak üzere birçok Avrupalı tarafından gözlemlenmişti. O zaman bu kutsal toprakları ziyaret etmiş, baştan aşağı tüm toprakları gezerek yüzlerce Arap kasabasının adını kayıt etmişlerdi.

1948 Savaşı öncesi, sonrası ve savaş esnasında Siyonistler yüzlerce Filistinliyi topraklarından çıkarmışlardır. İsrail'in ilk Başbakanı Chaim Weizmann, 'İngiltere ne kadar İngilizse, Filistin'i de o kadar Yahudi yapmak istiyorum' diyordu. Arapların çıkarılışını 'memleketin iyice temizlenmesi' olarak gören yine oydu. Palhmah komutanı Yigol Allan ise şöyle diyordu: 'Kaçmaları için elimizden geleni yaptık.' Siyonistlerin kurduğu Haganah, Irgun, ve Stern örgütleri de aynı şey için çaba gösteriyordu. Sonuç toplu göç ya da 'etnik temizleme' idi. Arap köylerini silahlı birlikler basmış, sivil halk topluca öldürülmüştü. Hoparlörlerle yapılan duyurular da sağ kalanları kaçırtmıştı, 'Bu kan gölünden gidin' deniliyordu. Filistin savaş tarihçisi E.O'Ballance, 'Filistin Arapları, kovulup kaçmaya mecbur edilmişti.' diye yazıyor. Uri Avnery ise o günleri şöyle yorumluyor: 'İsrail politikası Arap nüfusu temizlemeye yönelikti.' Diğer topraklar da savaş, işgal ve etnik temizleme ile ele geçirildi. Bu süreç, uzun ve trajik bir başarı -Batı'nın himayesinde yapılan bir işgal- ile gerçekleştirildi. Sonuç yurdundan koparılan insanlardı.

Bosna trajedisine gelince, açıkça uluslararası hukuğa aykırı hareket eden Sırp komutanlarının olduğundan bahsediliyor. Gün gelecek, bütün dünya bu tip dehşet verici katliamlara ilgi gösterecek. Ancak şunu da biliyoruz ki şimdiki İsrail Başbakanı İzak Rabin, 'Dani Operasyonu' sırasında yarbay iken 12 Temmuz 1948'de karargahtaki Yiftah Tugayı'na şu emri vermişti: 'Yaşa bakılmaksızın Lydda'da bulunan yerli halk sürülecektir.' Göçe teşvik etmek için insanlar öldürülmüş, 50.000'den fazla kişi de aynı esnada sürülmüştü.

1967 Savaşı'nda, toplam 5.000 kişilik 3 köyde (Beit Nuba, Emmos, Yolou) insanlar topraklarından sürülmüş, köyler yıkılmıştır. Bu sırada İsrail Silahlı Kuvvetler Komutanı İzak Rabin'di. Bu olaylarda İsrail askeri olarak görev yapan Amos Kenan, Knesset (İsrail meclisi) üyelerine gönderdiği muhtırada tüm bu olayları anlatmıştır. Rabin daha sonra Kanada TV'sinde yer alan bir röportajda olaylardaki sorumluluğunu kabul etmiştir.

1980'lerin sonunda Rabin Savunma Bakanı iken, İsrail askerlerine Filistin intifadasını "döverek" kırmayı emretti. Sonuç Filistinli gençlerin kemiklerinin kırılması idi. Hatta bu olaylardan biri de televizyonda gösterildiğinde bütün dünyada rezalet olarak değerlendirilmişti. Büyük ihtimalle bu gaddarlar halen katliamlarına devam ettiklerinden bu sahnelerin filme alınmasını artık önlüyorlar. Etnik temizlik hala gündemde, hem Filistin'de hem de Yugoslavya'da."

Etnik temizlik İsrail yöntemiydi. Acaba İsrail bu yöntemi Sırplara doğrudan mı "ihraç" etmişti. Adının açıklanmamasını rica eden Bosna-Hersek'li bir diplomatın bu konudaki yorumları ise şöyledir:

"Olayın içinde İsrail'in büyük etkisi olduğuna eminim... Bu konuda fazla belge yok, zaten çoğu belgeler savaşta Çetnikler tarafından imha edildi... Ama Arkan, Seselj ve *** komutasındaki bazı Çetnik gruplarının İsrail'de eğitim gördüğünü biliyoruz. Sancaklı bir SDA (İzzetbegoviç'in partisi) başkanı bu konuda detaylı açıklamalarda bulundu.... Sırbistan'ın İsrail Büyükelçisi de eski bir Çetnik mensubu.... Bu konuda bazı dikkati çeken gelişmeler oldu. İsrail'in parlamento başkanı Sırbistan'ı iki kez ziyaret etti. Ayrıca Çetniklerin elinde Uzi marka silahlar var... 'Etnik temizlik' yöntemini düşünün, örneğin 500.000 kişilik bir kenti boşaltacaksınız, Müslümanlardan arındıracaksınız. Bu normalde mümkün değil, böyle bir şeyi gerçekleştirmek imkansız, bu ancak çok büyük bir profesyonellik ister. İsrail dışında kimsenin böyle bir uzmanlığa sahip olduğunu sanmıyorum. Sırp saldırıları 92 Nisanı'nında, Ramazan bayramı sırasında aniden başladı, öyle bir vahşet uygulandı ki, dev şehirler boşaldı."


Çetnik-İsrail Bağlantısı

Savaş devam ederken, Sırp vahşetinin perde arkası hakkında önemli açıklamalar yapan bir Bosnalı Müslüman da Muhammed Bosnavi idi. Bosnavi, Sırp-İsrail bağlantısı ile ilgili çok ilginç bilgiler vermişti:

"Kosova'da 1988 ya da 89 yılında Müslüman gençlerde garip bir hastalık başgösterdi. Şiddetli kriz ile kendini gösteren hastalık genç kızların gebe kalmasını ömür boyu önleyecek bir etkiye sahipti. Hastalık fabrikalarda çalışan gençlerde görülüyordu. Fabrika'da doktor olarak görevli olan Jakovitzalı Müslüman doktorun tesbitine göre, hastalık kimyasal bir madde nedeniyle ortaya çıkıyordu. Burada şunu hatırlatmak gerek; Kosova'daki fabrikalarda uygulanan prosedüre göre fabrikayı önce Sırp işçiler terk ederdi, onların hepsi çıktıktan sonra Müslümanlar çıkardı. Müslüman işçilere bu sırada bir çeşit kimyasal gaz püskürtülmüş olduğu görüşü yaygınlaştı.

Daha sonra bölgeye Helsinki'den gelen gözlemciler, bu gazın, İsrail tarafından daha önce Filistinlilere karşı kullanıldığını tespit ettikleri gaz olduğunu söylediler. Kimyasal silah İsrail yapımıydı! Aynı gazın birkaç ay önce Mısır'da da kullanıldığı basında çıktı."

Bosnavi, ayrıca Sırp-Yahudi Dostluk Derneği'nin Başkanı olan Klara Mandiç'in, Batı'da Sırbistan adına lobi faaliyeti yaptığını da bildirdi.

Sırp-İsrail bağlantısı ve Kosova'daki zehirleme olayları ile ilgili benzer bilgiler, İzlenim dergisinde yer alan bir haberdede ele alınmıştı

"Sırp yöneticilerinin son yıllarda sık sık yaptıkları İsrail ziyaretleri, Balkan canilerinin kimlere güvendiğini ve nerelerden destek gördüklerini ortaya koymaktadır. Dış İşleri ve istihbarat görevlilerinin karşılıklı ziyaretlerinde İsrail'in, Filistinli Müslümanlara karşı geliştirdiği zulüm, baskı, işkence ve soykırım taktikleri; Sırpların Müslüman Arnavutlara uygulaması amacıyla öğretilmektedir.

Bu taktiklerin en vahşisi ve dünyada sadece Filistin ve Kosova uygulamaları ile iki örneği olan 'öğrenci zehirleme' olayı, hala tesirini icra ediyor. Kosova'nın çeşitli yerlerinde bir günde 7.400 öğrenci zehirlendi. Kısa ve uzun vadede çeşitli etkileri olan değişik zehirlerin zararları, hala tam olarak çözülmüş değil. Bazılarının değişik etkileri yıllar sonra anlaşılacak. Avrupa'daki Filistin durumundaki Kosova'da, Müslüman Arnavutlar'ı katletmek ve yok etmek için gizli bir 'Sırp-Siyonist iş birliği' kurulmuş bulunuyor." (Reşat Nuri Erol, İzlenim, Şubat 1993)

Bosnavi'nin anlattıkları arasında, Çetnik-İsrail bağlantısına dair başka önemli bilgiler de yer almaktaydı:

"Savaş başlamadan bir yıl önce Karadağ'daki Barr limanında, içinde binlerce ton silah bulunan bir gemi bulundu. Kim tarafından kime gönderildiği belli değildi. Daha sonra ortaya çıkan tek şey geminin Lübnan'dan geldiğiydi. Bu dönemlerde Çetniklerin İsrail'de eğitildiğine dair gazetelerde haberler çıktı. Daha sonra Çetniklerin lideri Seselj ise milislerinin İsrail'de eğitim gördüğünü açıkça söyledi, bununla övünüyordu.

Krayina bölgesindeki Çetnikleri Captain Draga adlı bir kiralık gerilla eğitti... Draga Yugoslavya'ya gelmeden önce İsrail'de çalışmış... Draga ile Sırp-Yahudi dostluk derneği başkanı Klara Mandiç arasında çok yakın ilişki var.

Sırplar, Hırvatlara ilk kez Hırvatistan'ın Pakracts kentinde saldırdılar. Bir otobüsün içindeki bütün Hırvatlar öldürüldü... Daha sonra Çetniklerin bu saldırıda Uzi ve diğer bazı İsrail silahları kullandığı ortaya çıkmıştı
Bosnavi'nin, Sırp-İsrail ilişkisi hakkında anlattığı başka önemli bilgiler de vardı. Anlattığına göre, Bosna'daki katliam başlamadan kısa süre önce Belgrad radyosunda, Belgrad'daki Etnoloji Müzesi'nde düzenlenen bir toplantıdan naklen yayın yapılmıştı. Toplantıda Dobrica Cosiç'e kadar uzanan büyük bir Sırp yönetici kadrosu yer alıyordu. Bosnavi, toplantıdaki ilginç olayı ise şöyle anlatmaktaydı:

"Toplantı sırasında kürsüye Avi Weiss adlı bir adam çağrıldı. Bu isim bir Sırp ismi değildi. Alman ismi olabileceğini düşündüm. Kürsüye gelen Weiss, konuşmasının sonunda Sırplara şu cümleyi söyledi: 'Siz seçilmiş bir halksınız, kutsal bir halksınız. Misyonunuz var ve bunu gerçekleştireceksiniz.' O zaman bu misyonun ne olduğunu o kadar iyi anlayamamıştım."

Bosnavi, bu Avi Weiss ismini aylar sonra bir başka yerde daha duymuş. Daily News gazetesinde, iktidarı yitirdikten sonra ABD'ye yaptığı bir ziyaret sırasında Sovyet Yahudileri ile ilgili bir konuda Gorbaçov aleyhine yapılan bir gösteriden bahsedilmiş. Gösteriyi düzenleyen, fanatikliği ile tanınan Haham Kahane'nin daha önce liderliğini yaptığı radikal Yahudi örgütü Jewish Defence League imiş. İşin asıl önemli yanı ise, Jewish Defence League'e bağlı protestocuların başında Haham Avi Weiss'in yer alıyor olmasıymış! Bosnavi şöyle diyor: "Meğer Alman sandığım, Sırplara 'seçilmiş ve misyon sahibi bir halk' olduklarını söyleyen bu adam bir hahammış!"

Bir başka Bosnalı Müslüman tarafından Sırp-İsrail ilişkisine dair verilen diğer bilgiler de oldukça dikkat çekiciydi:

"Miloseviç iktidara geldikten sonra Dış İşleri Bakanlığı'na Aleksandar Prlja'yı atadı. Prlja'nın ilk gittiği ülke ise İsrail'di. Bunun ardından çok sayıda heyet, İsrail ve Sırbistan arasında mekik dokudu. Bu dönemde 3.000 Çetnik milisinin İsrail'de eğitildiği haberi duyuldu... Eski Sırp ordusunda da çok sayıda Yahudi general vardı. Bunların başında General Todoroviç geliyordu."
#8 - Mart 13 2010, 19:45:32
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Miloseviç'in ve Çetniklerin İsrailli Finansörleri

Çetnik terörünün perde arkasını araştırırken, bu terörün en büyük sorumlusu olan Miloseviç'in kimler tarafından destek gördüğünü de incelemek gerekiyor kuşkusuz.

Miloseviç'in iktidara yürüyüşünün ardından, sonradan ortaya çıkan önemli bir finans desteği vardı. Sırbistan'ın iki büyük bankası, Dafiment Bank ve Yugoskandic Bank Miloseviç'i -ve çeşitli Çetnik gruplarını- seçim kampanyaları sırasında ve daha sonra mali yönden desteklemişlerdi. Savaşla birlikte Sırbistan'a uygulanan ambargonun delinmesinde de bu iki bankanın büyük rolü oldu. Bu bankalarla ilgili haberler, 1993 baharında detaylı olarak dünya basınına da yansıdı.

1993 Martı'nda Sırbistan'da gelişen Yugoskandic Bank ve sahibi Jezdimir Vasilieviç ile ilgili skandal, Sırp lideri Miloseviç'i kimlerin finanse ettiği konusunda ilginç bilgileri ortaya serdi:

"Yeni Yugoslavya basın ve yayın kuruluşlarından yapılan açıklamalara göre, Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç'in seçim kampanyasına mali destekte bulunduğu bildirilen banka sahibi Jezdimir Vasilieviç, pazartesi ülkeyi aniden terk etti.... Ayrıca, Yeni Yugoslavya'da, önceki gün de iki bankacının cesetleri bulundu. Gizemli bir şekilde ölen bu kişilerin de, skandal ile ilişkileri olduğu ileri sürülüyor." (Milliyet, 13 Mart 1993)

Seçim sırasında Miloseviç'i finanse eden Vasilieviç'in kaçtığı ülke İsrail'di! İsrail onu çok iyi karşıladı. Vasilieviç, Miloseviç'in kendisinden zorla para aldığını ve bu yüzden de ona "savaş açtığını" bildirdi:

"Sırbistan'da siyasi arena, Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç'in adının da karıştığı banka skandalı ile çalkalanıyor. Miloseviç'in yakın dostu olan özel bir banka sahibi geçen salı günü yüz binlerce kişinin mevduatı ile İsrail'e kaçtı. Yugoskandic Bankası'nın sahibi, 44 yaşındaki Jezdimir Vasilieviç Salı akşamı ailesiyle geldiği Tel Aviv'in Ben Gurion havaalanında gazetecilere, 'Miloseviç ve yandaşları benden şantajla 7 milyon dolar aldılar. Sırbistan liderine karşı mücadelemi buradan sürdüreceğim' dedi." (Hürriyet, 12 Mart 1993)

Mason Miloseviç'le, "anayurdu" İsrail olan Vasilieviç'in dövüşlerinin "danışıklı" olup olmadığı ise akıllarda kalan soru oldu. Zaten Sırbistan'da da bu konuda bazı yorumlar yapılmıştı:

"Bazıları Vasilieviç'in hala Miloseviç için çalıştığını, ona bazı bürokratları ve Karadağ'lı liderleri ekarte etmek için zemin hazırladığını söylüyorlar." (The Sunday Times, 14 Mart 1993)

Sicilya doğumlu karısı ile İsrail'e kaçan Vasilieviç'in bankasının yanında, başta söylediğimiz gibi seçimlerde Miloseviç'i destekleyen bir banka daha vardı: Dafiment Bank. Miloseviç'le ve Çetnik grupları ile çok yakın ilişkiler kuran, onları finanse eden bu bankanın özelliği ise yine İsrail'le olan bağlantılarıydı. "Çetnik finansörü" olarak adlandırabileceğimiz bu banka hakkında İngiliz basınında yayınlanan bazı haberler şöyledir:


Sırp çeteleri ardlarında binlerce katledilmiş masum insan bıraktılar.

"Vasilieviç'in Yugoskandic adlı bankasının yanında Yugoslavya'nın diğer büyük bankası Dafina Milanoviç adlı orta yaşlı bir bayan tarafından yönetilen Dafiment Bank. Dafina Milanoviç, Miloseviç'e çok yakın, zaten Miloseviç'e finansal yardımda bulunduğu ve onun tarafından korunduğu söyleniyor. Ayrıca Milanoviç'in, Arkan adıyla tanınan bir Sırp paramiliter grubun (Çetnik) liderine yardım ettiği biliniyor." (The Sunday Times, 14 Mart 1993)

"Dafiment Bank'ın sahibi Dafina Milanoviç, bankasının 'milyarlarca dolarlık' sermayesi olduğunu söylüyor. Bildirdiğine göre, merkezi Belgrad'daki bankanın Londra'dan Lüksemburg'dan, Münih'ten, Bulgaristan, Yunanistan, Kıbrıs ve Tel Aviv'e uzanan bir ağı var. Yayınladığı broşüre göre, Dafiment Bank, 1991 yılında kurulmuş, sermayenin %75'i Bayan Milanoviç, %25'i de Israel Kelman adlı bir Yahudi iş adamı tarafından karşılanmış. Birleşmiş Milletlerin ekonomik ambargo ve yaptırımlarına rağmen bankanın işlerinin nasıl hala bu kadar iyi gittiği ise adeta bir sır.... Bayan Milanoviç, hükümetin aşırı milliyetçi politikasını tamamen benimsiyor. Hatta söylediğine göre, Hırvatistan'ın işgalinden sonra oluşturulan Krayina'daki 'Sırp Parlementosu'na maddi destek veriyormuş. Ayrıca, Krayina bölgesinde Arkan adıyla tanınan ve savaş suçlusu ilan edilen Çetnik lideri Zeljko Raznjatoviç'e de maddi destek veriyormuş." (The Independent, 11 Mayıs 1993)

"Batılı diplomatlar, Bayan Milanoviç'in Bosna'daki Sırp kuvvetlerine silah almaları için yardım yaptığını, Vasilieviç'in ise 1991'de Hırvatistan'daki savaş için Sırp birliklerine askeri malzeme sağladığını bildiriyorlar." (The Guardian, 13 Mayıs 1993)

Aslında, Çetnik hareketinin "finansal" desteğinin, tam bir kaosun hakim olduğu bu ülkede derinlemesine ortaya çıkması mümkün değildir. Zaman, Sırpları bugüne getiren faktörlerin neler olduğunu daha iyi gösterecektir. Üstte ortaya koyduğumuz örneklerin yanında, olayın "finans" yönü hakkında ipucu olabilecek bir başka gelişme de 70''li yıllarda yaşanmıştır. P2 mason locası üyesi, "finans" uzmanı ve dünyanın en "karanlık" isimlerinden biri olarak kabul edilen Sindona, Yugoslavya'ya gitmiş ve çeşitli bağlantılar kurmuştur:

"1970'te CIA, Sindona'dan Yugoslav Merkez Bankası tarafından yatırılmış iki milyon dolarlık parayı üstlenmesini istedi. Sindona ricayı geri çevirmedi ve kağıtları (evrakı) satın aldı. CIA durumu üstlendi ve onun dostları yoluyla Yugoslavya'ya girişini sağladı. Sindona da CIA'e bölgedeki aşırı sağ eğilimli politik grupları destekleyerek yardım etti." (Im Namen Gottes, David A. Yallop, sf.183)

Sindona, uluslararası terör şebekesi P2'nin mali işlerinden sorumluydu. Masonlar, çoğu ülkede desteklemek istedikleri rejimleri Sindona kanalıyla besliyorlardı. Güney Amerika'nın faşist diktatörlerini Sindona finanse ediyordu. Peki Yugoslavya'da Sindona'nın desteklediği "bölgedeki aşırı sağ eğilimli gruplar" kimlerdi? Biraderi Miloseviç'in Sindona ile bağlantısı olmuş muydu? Bunlar zaman içinde belgeleri ile ortaya çıkacaktır. Ancak bu arada gözden kaçmaması gereken bir başka nokta da, Sırp lideri Miloseviç'in bir süre sonra Belgrad Bankası'nın başına geçecek olmasıydı:

"Miloseviç, 1987'de, 45 yaşını yeni bitirmişti. Parlak ve çok hırslı bir yönetici teknokrat kariyeri ile Belgrad Bankası'nın başına geçtikten sonra, doğrudan politikaya atılmıştı." (Yugoslavya - Milliyetçiliğin Provokasyonu, Tanıl Bora, sf.106)


Kontra Örgütü Çetnikler, İsrail'in Ordusu

İsrail faktörünü incelerken, İsrail tarafından dünyanın çeşitli bölgelerinde eğitilen terör çeteleri olan "kontra"ları göz ardı etmek mümkün değildir. Kontralara büyük benzerlik gösteren Çetnikleri, bu nedenle çok detaylı olarak incelemek gerekmektedir. Zaten katliamın uygulayıcıları da tüm Sırplar değil, "Çetnik olan Sırplar"dır:

"Mojimilo yerleşim bölgesinin komutanı Boşnak Nejat Aynadziç, 'Her Çetnik Sırptır, ama her Sırp Çetnik değildir' diyor. Ve Bosna Hersek'in Çetnik olmayan Sırpları, Boşnaklarla omuz omuza, 'soydaşları'na karşı savaşıyor." (EP-Ekonomi Politika, 10-17 Ocak 1993)

Unutmamak gerekir ki, Bosna'da yaşanan savaş aşırı milliyetçi Çetnikler ile Müslümanlar arasında geçmiştir. Vicdan sahibi Sırplar da Çetnik zulmüne savaş boyunca karşı çıkmış, Müslümanların yanında yer almışlardır. Çetnikler ise, Siyonizmin ve masonluğun meydana getirdiği bir ordudur. 1990'larda Çetnikleri yenide örgütleyip hayata döndüren Miloseviç de, tıpkı 1940'larda Çetnikleri organize eden Mihailoviç gibi masondur. Çetniklerin Mihailoviç döneminde Kudüs'teki radyo istasyonlarını, göz ardı etmek mümkün müdür? Çetniklerin günümüzde yapılan tariflerinden biri ise şöyledir:

"Dünyadaki belli başlı Kontragerilla/paradox-militer örgütlerinin arasında Sırbistan'daki Çetnikler bulunuyor." (Yeni Dünya Düzeni, Halid Özkul, sf.87)

Söz konusu bu "kontragerilla" örgütlenmesinin merkezi ise yine aynı kitapta şöyle bildirilmektedir:

"Paradoxmiliter/Kontra-gerillanın merkezi: MOSSAD ve AMAN: Kfar Sirkin, Tel Aviv, İsrail."

İsrail'in eğittiği kontra grupları arasında sayılan Çetnikler ve uyguladıkları akıl almaz vahşetin bazı örnekleri şu şekildedir:

"The Observer gazetesinde bildirilenlere göre, Arkan takma ismi ile bilinen vahşi gerilla, insan kasabı ve sadist ruhlu Raşatoviç, savaş suçlusu olarak ilan edilen listenin başlarında yer alıyor. Şu anda 800 kişiden meydana gelen, insanlıkla uzaktan yakından alakası olmayan, öldürmek için eğitilmiş, öldürmekten ve işkenceden zevk alan, kendilerine 'Kaplanlar' diyen vahşi Çetnik grubunun başında yer alıyor. Daha önce Hırvatistan ve Bosna'da çok sayıda cinayetler işleyen , insanları sokak ortasında kurşuna dizen, camileri insanlarla doldurup yakan, özellikle Vulkovar ve Bijeblina kasabalarında akıllara durgunluk verecek, soykırımı yapmış olanların en belirginleri bu Çetniklerdir. Onları bu kadar meşhur eden uyguladıkları vahşi yöntemlerdi. İnsanların boğazlarını keserek ölüme terk eden, ufak çocukların kafalarını dipçikle ezen, ölülerin bile vücutlarını parçalayan, bu Çetniklerdi. Onların en ünlü vahşiliği ise, yoldan geçen hamile kadınların karnını yararak çocuğu çıkarmaları daha sonra da hem anneyi, hem de çocuğu ölüme terk etmeleriydi" (Zaman, 2 Ocak 1993)

"Sayısız tutsak acımasızca öldürülmüş, katliama uğramış ya da canlı olarak yakılmıştır. Çetnikler, Bratunac bölgesindeki Vuk Karadzic ilkokulundaki kampta tutsak olan Müslümanların kanını aldılar ve bunu Sırbistan'a gönderdiler. Başka bir kasabada Çetnikler 10 cm. uzunluğundaki çivilerle masum insanları kapılara astılar; kulaklarını, burunlarını ve diğer organlarını kestiler, beyinlerini parçaladılar ve canlı ya da ölesiye dövülmüş tutsakların üzerinden tanklarla geçtiler. Suç delillerini saklamak için cesetleri buldozerlerle gömdüler. Kadınlara, genç kızlara ve hatta küçük kızlara tecavüz edip sonrada göğüslerini, cinsel organlarını kestiler ve bağırsaklarını dışarı çıkarttılar. Çocukları öldürdüler, canlı canlı yaktılar, kollarını kesip annelerini, bebekleri ölene dek kanlarını içmeye zorladılar." (Concentration and Extermination Camps, Republic of Bosnia-Herzegovina War Crimes Investigation Bureau, sf.15)

İsrail'in terör yöntemlerini, stratejik yönden çıkarlarına hizmet edecek olan örgütlere ihraç ettiği, vahşetin "know-how"ını pazarladığı bilinen bir durumdur. Başta söylediğimiz gibi Latin Amerika'da İsrail'in uyuşturucu pazarını kontrol altında bulundurmak için desteklediği kontralar bunun bir örneğidir:

"Tegucigalpa'da (Nikaragua'da bir bölge) bir Mossad istasyonu vardır. Mossad bölgede İsrail'in yaptığı operasyonlarla meşguldür. Bu operasyona kontraları eğitmek de dahildi. İsrail, Orta Amerika tarihinin bir parçası olmuştur. 1975'de İsrail bölgeye büyük bir silah satış kaynağı olarak girdi. Time dergisine göre 1984'de İsrail'in bölgedeki silah satışının tutarı 12 milyon dolar. Bu bölge çok fakir olduğu için birkaç milyonluk silah binlerce insanı donatır. Birçok Orta Amerikalı General İsrail'e hayran olduklarını sık sık belirtirler." (The Israeli Connection, Benjamin Beit-Hallahmi, sf.85)

"Kontralara yataklık eden ülkelerin başında gelen İsrail, silahları kontralara aktarıyordu." (ABD Terörü, Noam Chomsky, sf.70)

Mossad eğitiminden geçen kontraların vahşetinin de Çetniklere benzemesi ise son derece dikkat çekicidir.

"Kontraların vahşeti onlara büyük ün kazandırmıştı. Sağlık merkezlerini, okulları ve halk merkezlerini tahrip ediyorlardı. Yakaladıkları insanları, en akıl almaz şekilde öldürüyorlardı. Bir örnek, The Guardian gazetesinde şöyle anlatılıyordu:

"Rosa'nın göğüsleri kesilmişti. Sonra göğsünü yarıp kalbini çıkardılar. Erkeklerin kollarını kırıp, testislerini kesiyorlar ve gözlerini oyuyorlardı. Boğazları kesilip, bu yarıklarından dilleri dışarı çıkarılarak öldürülmüşlerdi" (The Guardian, 15 Kasım 1984, The CIA, A Forgotten History)
#9 - Mart 13 2010, 19:48:07
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Yeni Düzenin Gizli Patronlarından Sırp Terörüne Destek

II. Dünya Savaşı sırasında, mason Mihailoviç'in önderliğinde 100.000'e yakın Müslümanı katleden Çetniklerin, Kudüs'ten ABD'ye ve Avrupa'ya kadar uzanan bir masonik kompleksten destek gördüğünü incelemiştik. Aynı güçlerin bu kez de modern Çetniklerin destekçisi olup olmadıkları ister istemez akla gelmektedir. Bu nedenle, olayın İsrail faktörünün yanı sıra çok önemli bir diğer boyutu da Batı'nın, daha doğrusu Batı içinde yer alan bazı çevrelerin tavrıdır. Bosna-Hersek katliamı konusunda hemen herkesin birleştiği bir nokta vardır: "Batı içerisinde yer alan bir çevre Bosna Savaşı boyunca bu vahşeti durdurmak için yeterinde çaba göstermemiş, Batı'daki yetkili organların gereken müdahelede bulunmamaları için elinden geleni yapmıştır." Bu düşünce doğru, fakat eksiktir. Eksik olan yön, Batı içinde Bosna zulmünü kasten göz ardı eden organizasyonun ve kurulan komplonun dev boyutlarının fark edilememesidir. Sırbistan zulmüne zamanında son verilmemesi, yalnızca "Bosna'da petrol olmaması" gibi ekonomik nedenlerle açıklanabilecek kadar basit değildir. Zaten bu, söz konusu çevrenin kendi yayın organlarında vermeye çalıştığı sahte bir imajdır.

Batılı ülkelerde, bilindiği gibi, ülke yönetiminde söz sahibi olan "baskı grupları" vardır. Özellikle ABD'nin politikaları, bu grupların yönlendirmelerinden aşırı derecede etkilenir. Bosna Savaşı boyunca da bu konuda, bu baskı gruplarının ya da lobilerin büyük etkisi olduğu bir gerçektir. Bu yüzden, "ABD şu şekilde davrandı, BM böyle yaptı" şeklindeki yorumlar bize olayın iç yüzünü tam olarak göstermemektedir.

Peki bu baskı grupları Bosna konusunda neler yaptılar? Mason locaları ve İsrail'le çok yakın ilişkileri olan Çetnikler, yaptıkları katliam sırasında, bu lobilerin yönlendirdiği Batılı devletler içinde yer alan bazı çevrelerin gizli de olsa desteğini gördüler mi? Bu soruya kolaylıkla "evet" cevabı verebiliriz. Olayların gelişimi incelendiğinde de, Bosna konusunda Batılı devletler içinde yer alan 'Gizli bir el'in yalnızca bir umursamazlık değil, bir "kasıt" içinde bulunduğu görülmektedir. Bu kimseler, yalnızca katliamı görmezlikten gelmekle kalmamış, dikkatli izlendiğinde görüleceği gibi, katliamı desteklemişlerdir. Bosna konusundaki bazı haber ve yorumlar incelendiğinde, bu durum açıkça görülmektedir:

Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.
(Al-i İmran Suresi, 139)


"Saraybosna ateşler içinde, Sırplar bastıkları köy, kasabadan topladıkları insanları kadın-erkek, çocuk-genç-yaşlı demeden kurşuna diziyorlar. Yüzlerce gelinlik kızın ırzına geçildi. Saraybosna'da taş taş üstünde kalmadı. Benzin döküp yakıyorlar, tanklarla yıkıyorlar, içinde insan olduğunu bile bile. Ne biçim etnik temizlik bu. BM'de, Yugoslavya üzerinde uçuşa yasak bölge oluşturmak, Sırpları ikna ederek gıda yardımını sürdürmek, Nürenberg Nazi duruşmaları örneği harp suçlularının yargılanması kararı ile kanserli tümorü aspirinle yok etmeye çalışıyor...

Dış İşleri Bakanı Hikmet Çetin'i sempatiyle dinler görünümünden ileri gitmeyen kimi Batılı Dış İşleri Bakanlarına ilaveten BM Genel Sekreteri Butros Gali 'Dünya (batıyı kastediyor) bu konuya ilgi göstermiyor' deyip sıyrılmayı yeğliyordu. Gali daha sonra 'Bosna zenginlerin harbidir' şeklinde garip bir tanımlama yapıyordu. Türkiye'yi yıllardır Avrupa ailesine almak istemeyen Batı, Avrupa ortasında özgür, yeni bir Müslüman devletin yeşermesini kabullenmiyordu." (Doğan Uluç, Hürriyet, 12 Ekim 1992)

Savaşın ilk dönemlerinde Bosna sorununa "çözüm" bulmak(!) amacıyla yapılan uluslararası toplantılar da nedense göz boyamaktan öteye gitmemiştir. Batı'nın, zaman zaman bulunduğu girişimler ise, yalnızca Sırpların zaman kazanmasına yaramıştır. Bu durumu en iyi ifade eden şüphesiz üç yıl boyunca Sırp zulmüne maruz kalan Bosnalıların kendileriydi:


Drina nehri Müslüman Boşnakların cesetleri ile dolu.

"AT'nin Bosna'yı bölme planı... Bosna-Hersek'te çatışmalar dün de sürerken, soruna bir çözüm bulmak amacıyla dolaylı görüşmeler Londra'da başladı... Sırpların Londra'daki toplantıya harita ile geldikleri ve Bosna-Hersek'in üçe bölünmesini isteyecekleri bildirildi. Bosna-Hersek Dış İşleri Bakanı Haris Slajdziç, herhangi bir anayasal bölünmeyi kabul etmeyeceklerini bildirdi. Slajdziç, bölgedeki çatışmalar durmadıkça, soruna siyasi bir çözüm bulmanın da "anlamsız" olduğunu vurguladı, 'Görüşmelerin, Sırpların Bosna-Hersek'teki toprak gaspları için araç olarak kullanıldığını' söyledi. Slajdziç, 'Her görüşmenin ardından daha fazla insanımız ölüyor, evlerinden sürülüyor ve daha fazla acı çekiyoruz. Sadece ateşkes ihlal edilmekle kalmıyor, kitle katliamları, kitle sürgünleri devam ediyor. Buradaki görüşmeler, Bosna-Hersek'te Sırpların toprak gaspı için vasıta olarak kullanılıyor' karşılığını verdi. Slajdziç, mültecilerden ve Bosna-Hersek'teki çatışmalardan Bosna-Hersek'i zamanından önce tanıyan AT ve diğer ülkeleri sorumlu tutarak, 'Bugünkü acılarda bu ülkelerin payı vardır' dedi." (Milliyet, 29 Temmuz 1992)

Savaşın ilk dönemlerinde Batı dünyasında etkili olan bu cephenin, tavrı son derece açıktı. Sırpların işine karışılmayacak, "etnik temizlik"e dokunulmayacaktı:

"Sırbistan'a ambargo mu? Bizim 'Batılı beylerimiz' günlerdir Sırbistan'a 'yaptırım'ları tartışıyor. Onlar bu tartışmayı yaparken, Bosna-Hersek'in zavallı Müslüman halkı, Sırpların insanlık dışı saldırıları ile her gün biraz daha erimekte. Zulümden kaçanları da bunlara katarsak oralarda neredeyse Müslüman kalmayacak." (Fahir Armaoğlu, Tercüman, 30 Mayıs 1992)

"Gelişmekte olan ülkelere, her fırsatta insan hakları konusunda vaaz vermeye bayılan, Kuveyt'in Irak tarafından işgali karşısında dünyayı yağa kaldıran Batılı ülkeler, Bosna-Hersek'teki felaket karşısında neden suskunluklarını bozmuyorlar? 'Dostlar alışverişte görsün' türünden yapılan 'uyarı' ve 'tehditlerin' ötesinde, bu insanlık trajedisine son verecek etkin önlemleri almaktan neden kaçınıyorlar?" (Cumhuriyet, 8 Ağustos 1992)

Batı, birtakım baskı gruplarının etkisi ve telkini ile, uzun bir sure Bosna katliamını yalnızca görmezlikten gelmekle kalmadı, buradaki gerçekleri dünya kamuoyundan gizledi. Sırpların kurdukları toplama kamplarının varlığı çok önceden haber alınmış olmasına rağmen belirli çevrelerin baskısı ile hasıraltı edildi:

"Sırpların, Boşnaklara yaptığı zulüm ve vahşeti daha önceden bilmesine karşın kayıtsız davranmakla suçlanan BM'den sonra The Guardian gazetesi de, ABD'nin olayları Haziran ayından beri bilmesine karşın, bunu açıklamadığını ileri sürdü." (Milliyet, 18 Ağustos 1992)

"İngiliz The Guardian gazetesi: ABD, Sırp vahşetini gizledi... ABD'nin, Sırpların Boşnaklara yaptıkları zulüm ve vahşeti Haziran'da öğrendiği, ancak bunu açıklamadığı ileri sürüldü. İngiliz The Guardian gazetesi, ABD'li yetkililere dayanarak, ABD istihbarat servislerinin, Sırp mezalimini ve toplama kamplarını öğrendiklerini, ancak hükümetin istihbarat raporlarını 'pek inandırıcı bulmayarak' açıklamadığını yazdı. Gazeteye göre, bu raporlarda, Sırpların, Müslüman Boşnak ve Hırvatlara zulmederek 'binlercesini' öldürdüklerinden söz ediliyordu. Gazete, raporların bölgeye gönderilen casuslar ile casus uydularının edindikleri bilgiler ışığında hazırlandığını, ancak ABD yönetiminin, toplama kamplarının varlığını ancak Temmuz sonunda açıkladığını belirtti." (Türkiye, 18 Ağustos 1992)

(Mason lobilerinin ve birtakım baskı gruplarının Batı devletleri ve özellikle de ABD üzerindeki bu yönlendirmesi ilerleyen yıllarda Bosna konusunda etkisini kısmen de olsa yitirdi. Kamuoyundan gelen baskıların etkisi ve Bosna'da yaşanan insanlık dramının göz ardı edilemeyecek boyutlara gelmesi, ABD başta olmak üzere, Batı'nın bölgeye müdahalede bulunmasını sağladı. Bu müdahele vesilesi ile sona eren savaş sonrasında ise, özlenen barış ve istikrar halen tam anlamı ile sağlanamadı.)

Bosna'da katliam sürerken Batılı güçler yavaş yavaş harekete geçtiler ve "insani yardım" kampanyası başlattılar. Bu yardımı destekleyecek gücün sayısını tespit edebilmek için düzenlenen uzun toplantıların sonuç vermesi ise hayli zaman aldı.

Batılı devletlerin bu tavrını anlamak için çoğu kimse büyük zorluk çekti. "İnsan haklarının, demokrasinin, barışın koruyucusu uygar Batı" nasıl böyle bir vahşeti görmezlikten gelmişti? Ve olayı vicdan ve dürüstlük ölçüleri içinde değerlendiren hemen herkes şu yargıyı kabul etti: "Batı, Sırpların yaptığı katliamın ne yazık ki bir anlamda ortağıdır." Margaret Thatcher bile bunu açıkça söylüyordu. Fakat öyle gözüküyor ki, olayın iç yüzü çok daha farklıdır. Herşeyden önce şu noktaya çok dikkat etmek gerekir: Batı'nın Sırplarla ortaklığı, yalnızca "müdahale etmemek, kayıtsız davranmak" gibi pasif yöntemlerle gerçekleşmiyordu. Batı içinde yer alan malum çevreler tarafından kimi zaman Sırp vahşeti gizleniyor, kasıtlı olarak Sırplara zaman kazandırılıyor ve en önemlisi Bosna'ya oldukça keskin bir silah ambargosu uygulanıyordu. Peki bütün bunlar nasıl açıklanabilirdi? İşte bu noktada olayın normalde fark edilmesi pek mümkün olmayan boyutu ile karşılaşıyoruz: Masonluk. Müslüman katliamını temel hedef edinmiş olan Sırp milliyetçiliği, buraya kadar ortaya konduğu gibi masonluk örgütü tarafından oluşturulmuştu. Miloseviç'in masonluğu ve Sırbistan'ın "kritik bağlantıları" bu geleneğin bugün de hala devam ettiğinin bir göstergesiydi. Kısaca şu açık bir gerçekti: Sırp vahşeti, bir anlamda masonluğun bir ürünüydü.

Olayın bu yönünü fark edince Batı'nın içinde bulunan Gizli El'in tavrını anlamak daha kolay hale gelmektedir. Çünkü masonluk, uluslararası bir örgüttür. Dünyanın pek çok yerinde, özellikle Batılı devletlerde son derece etkindir. Kendisine en büyük hedef olarak da İslam'ı seçmiş olduğu ise şimdiye dek diğer kitaplarımızda, süreli yayınlarımızda ve bu kitabın diğer bölümlerinde ortaya kondu. Günümüzde de uluslararası locaların, Avrupa'nın ortasında modern bir Müslüman devletten ne ölçüde rahatsız olacağını anlamak hiç de zor değildir. Ve tabii, masonluk söz konusu olunca İsrail'in de işin içinde olması olayın kaçınılmaz bir diğer yönüdür.

İşte, Batı'nın Sırplarla olan ortaklığını bu perspektif içinde inceleyince ilginç tablolar ortaya çıkmaktadır. Batı'yı bir bütün olarak katliama ortak saymak elbette anlamsız ve yersiz bir kabulden öteye gitmez. Ama, Bosna konusunda kilit roller oynayan, "Sırpların gizli destekçisi" sayılabilecek önemli kişi ve kurumları incelediğimizde karşımıza hep "biraderler" çıkmaktadır.


Kissinger'ın Yönlendirdiği Eagleburger

Yahudi lobileri, "Batı"ya ait pek çok konuda olduğu gibi Bosna sorununda da kilit rol oynadılar. Sırpları engellemeye yönelik herhangi bir düşünce, çoğu zaman bu lobiler aracılığıyla susturuldu. Bunun bir örneği, ABD'nin Bosna'ya müdahalede bulunmasının en büyük engeli olarak tanımlanan Dış İşleri Bakan Vekili Lawrence Eagleburger'dır:

"ABD'deki siyasi çevreler, Bosna'ya müdahalenin olanaksızlığını Dış İşleri Bakan Vekili Lawrence Eagleburger'ın varlığına bağlıyorlar. Bu çevrelere göre, Belgrad'da dört yıl ABD'nin büyükelçiliğini yapmış olan Eagleburger, çok yakın bir 'Sırp dostu'. Lawrence Eagleburger, önceki gün ABC televizyonunun 'Bu Hafta' programında 'Neden Bosna değil Somali?' sorusunu yanıtlarken, Somali'den çıkmanın daha kolay ve sonucunun daha etkili olacağını belirtti." (Milliyet, 8 Aralık 1992)

Bu "Sırp dostu" politikacının en önemli özelliği ise Henry Kissinger ekibinin önde gelen elemanlarından biri olmasıydı:

"Eagleburger, Bush hükümetine katılmadan önce, 5 yıl Kissinger Vakfı'nın başkanlığını yaptı, ki bu Vakıf, firmalara uluslar arası politikalar hakkında öğütler verir... Eagleburger: 'Bazı sorunlar vardır ki -Yugoslavya gibi- hemen çözüm bulunamaz, bazılarına da hiçbir zaman çözüm bulunamaz' diyor." (Time, 7 Eylül 1992)

Eagleburger, aynı zamanda masonik örgütlerin de önemli isimlerindendi:

"Lawrence Eagleburger Trilateral ve CFR üyesidir." (Spotlight Reprint, Ekim 1992)

Dört yıl boyunca ABD'nin Belgrad Büyükelçiliği'ni yapmış olan, iyi derecede Sırbo-Hırvatça bilen Eagleburger'ın bir diğer özelliği de Sırp liderlerle yakın bağlantılar kurmuş olmasıdır. Amerika'daki Yahudi lobilerinin güdümüne karşı olan ve bu yönde faaliyet gösteren "Liberty Loby" (Bağımsızlık lobisi) isimli kuruluşun haftalık yayın organı Spotlight, bunu şöyle bildirmektedir:

"Eski Dış İşleri Bakanı Henry Kissinger, Washington tarihinin en güçlü ticaret adamlarından biridir. Özel lobisi ve Kissinger Vakfı sayesinde bu eski dış politika çarı milyonlarca dolar kazandı. Kissinger'ın müşteri listesi, ileri gelenlerin 'Kim Kimdir? katoloğu gibidir. Spotlight, Bush hükümetinin yüksek mevkiden dış politika yetkililerinden ikisinin açık olarak olaylarla bağlantısını ortaya koymuştu. Lawrence Eagleburger ve Milli Güvenlik Danışmanı olan Brent Scowcroft... Bu konuda Eski ABD Romanya Büyükelçisi David Funderburk'la yapılan bir röportajdan: 'Eagleburger, şimdi Balkan politikasını yönlendiriyor.' Spotlight soruyor; 'Spotlight, Eagleburger, Scowcroft ve Kissinger'ın Sırp komünist liderlerle çok yakın ilişkileri olduğunu ortaya çıkardı, buna ne diyorsunuz?'

Cevap: 'Bu kesinlikle doğru. Bu yılın başında Hırvatistan'ın bağımsızlığını savunan bir grubu yönetiyordum. Yazılarımda Eagleburger'ın Sırp komünist liderlerle çok yakın ilişkisi, hatta maddi bağlantılarının olduğunu belirttim. Yugoslavya'da bir bankayla ve Yugo America adlı otomobil fabrikasıyla bağlantısı vardı. Bütün bunlardan maddi çıkarlar sağlıyordu. Bugün Bosna'da ve bütün Yugoslavya'dakileri yakıp yıkan Sırp liderlere karşı güttüğümüz politikanın sebebi de budur." (The Spotlight, 9 Kasım 1992)

Henry Kissinger'ın iki en yakın adamı olan Eagleburger ve Scowcroft'un Sırplarla olan ilişkileri, Spotlight dergisinin bir başka sayısında da yer almaktadır:

"Eagleburger'ın Yugoslavya'daki Sırp komünist liderlerle yakın finansal ilişkileri vardı. Eagleburger, Yugoslavya'da bir bankanın ve ayrıca bir otomobil fabrikasının Amerikan kolu olan Yugo America'nın yönetim kurulundaydı. Tüm bunlardan finansal bir geliri vardı. Bu kişiler Belgrad'daki Sırp yönetimiyle çok yakındı ve bu sırada Sırplar, Bosnalıları katlediyordu.

Eagleburger Yugoslavya'da Amerikan elçiliği yapmıştı. Brent Scrowcroft da yine Yugoslavya'daki Amerikan Elçiliği'nde askeri ateşe olarak bulunuyordu. İkisinin de burada bağlantıları vardı. Daha sonra bu ikisi, Henry Kissinger'ın danışmanlık şirketinin başkanı ve başkan yardımcısı oldular." (The Spotlight, 21 Kasım 1992)

Kissinger'in en yakın adamlarından olan Scowcroft ve Eagleburger'ı daha yakından inceleyen başka kaynaklar da vardır. Milliyet gazetesinin yazarlarından Turan Yavuz, "ABD'nin Kürt Kartı" adlı kitabında, Kissinger'ın ve bu ikilinin, kirli işleri ortaya çıkarılan İtalyan BNL Bankası'nda önemli fonksiyonları olduğunu bildirmektedir. BNL ise, daha önceden sayısız kirli işi ve İsrail'le olan bağlantıları ortaya çıkmış olan ünlü BCCI Bankası ile iş birliği içindedir.


Milliyet, 8 Aralık 1992

"BNL skandalını soruşturan kongre üyesi Henry Gonzales, Ulusal Güvenlik Danışmanı Scowcroft'un hisselerini içeren portfolyosunu açıklıyor. Buna göre Scowcroft ve yine Kissinger Associates'in bir diğer üyesi ve halen ABD Dış İşleri Bakanlığı'nı vekaleten yürüten Lawrence Eagleburger, maaşlarının yanı sıra BNL bankasından da danışmanlık ücreti alıyorlar. Eagleburger'ın, BNL'nin müşterisi olan bir Yugoslav Bankası'nın yönetim kurulunda olduğu ortaya çıkıyor. Diğer yandan Scowcroft'un yaklaşık 11 ABD savunma şirketinde hissesi olduğu anlaşılıyor. " (ABD'nin Kürt Kartı, Turan Yavuz, sf.311)

Kirli bankacılık işlerine bu kadar bulaşan Eagleburger'ın Yugoslavya'da bulunduğu dönemde Sırp lider Miloseviç'in de banka yöneticisi olduğunu tekrar hatırlatmakta yarar vardır. Sırp vahşetinin ardındaki bu bankacılık desteği şüphesiz son derece önemlidir. Miloseviç'i ve Çetnik gruplarını finanse eden İsrailli bankacıları önceki sayfalarda incelemiştik.

Eagleburger hakkında hatırlatılması gereken bir başka önemli nokta da, "Sırp dostu" Eagleburger'ın, aynı zamanda -tabii ki- iyi bir İsrail dostu olmasıdır:

"Bugün, Amerikan-İsrail ilişkisi, iki ülke arasındaki yakın ilişkiyi garanti altına alacak şekilde gelişmiştir.' Bu, Lawrence Eagleburger tarafından 12 Haziran 1983'te verilen önemli bir demeçte belirtilmişti. ABD'nin İsrail'e yaptığı yardımın geleneksel ahlaki açıklamasına değindikten sonra: 'Bu ilişki geniş bir stratejik çıkar tabanına oturmaktadır... İsrail'in güvenliği Amerika için çok önemlidir ve biz de, bu güvenliğe karşı olan tehditlere karşı sessiz kalamayız' demişti" (Between Washington and Jerusalem, Wolf Blitzer, sf.74)

Baker'ın çekilmesinin ardından Dış İşleri Bakanlığı görevine gelen ve böylece dünya kamuoyu önüne çıkan Eagleburger, bir müddet sonra kamuoyundan gelen yoğun baskıların da etkisiyle Sırp yanlısı tavrını değiştirmek zorunda kaldı, en azından bir süre için bu ilişkiyi rafa kaldırması gerekiyordu. Sırp liderleri savaş suçlusu ilan etti. Fakat hiçbir yaptırımı olmayan bu göstermelik karar, bir yandan da Sırp liderlerin kendi ülkeleri içinde daha da güçlenmesini sağladı.

"Çetnik çetelerinin lideri Seselj: 'Eagleburger beni savaş suçlusu ilan etti, benimse burada itibarım ve gücüm arttı'." (40. Paralel, Interstar Haber Programı, 15 Şubat 1993)

"'Etnik temizlik' operasyonunun mimarlarından Sırp paramiliter güçlerinin kumandanı Seselj'in savaş suçlusu ilan edilmesinin ardından ülkedeki tepki çok açıktı: Sırplar onu kahraman olarak görmeye başladılar. Seselj şöyle diyordu: 'Tüm diğer Sırp vatanseverleri gibi ben de bu listede yer almaktan gurur duyuyorum.' " (The Sunday Times, 28 Şubat 1993)

Kararın göstermelik olduğu uzmanlar tarafından da dile getirildi:

"Time dergisinde yer alan haberde, görüşlerine başvurulan Oxford Üniversitesi'nden uluslararası ilişkiler profesörü Adam Roberts, eski Yugoslavya'da bütün kuralların çiğnenerek savaş suçu işlendiğinin bilinmesine rağmen, cezasız kalan suçların giderek artmakta olduğuna dikkat çekti ve Amerikan Hükümeti'ni temsil eden Dış İşleri Bakanı Lawrence Eagleburger'ın savaş suçları hakkında yaptığı konuşmaların ne kadar gerçekçi olduğu konusunda duyulan şüphelerin yoğunluk kazanmaya başladığını ifade etti. Time'ın haberine göre, uzmanların Washington hakkındaki şüphelerini doğrulayan bir olay da, Eagleburger'ın geçen ay savaş suçu işleyenlerin bir listesini hazırladığında, ABD'nin bu kişileri takibe almadığı gibi, suçluların cezalandırılması için de hiçbir teşebbüste bulunmamış olması." (Türkiye, 14 Ocak 1993)
#10 - Mart 13 2010, 19:51:33
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Birleşmiş Milletler'in Bosna İhmalleri

Bosna Savaşı sırasında BM'in uygulamaları, haklı olarak, vicdan ve sağduyu sahibi pek çok insanın tepkisini topladı. Nitekim savaşın bitmesinden yıllar sonra da bizzat BM tarafından yayınlanan raporlar, BM'in bu savaşta bazı haksız ve adaletsiz uygulamaların içinde yer aldığını, barışı ve huzuru sağlama görevini gereği gibi yerine getiremediğini göstermekteydi. Bu bölümde, henüz savaş devam ederken bu konuda Türk ve dünya basınında yer alan bir kısım eleştirilere ve bazı tespitlere yer verdik. Ancak tüm bu hatalı ve yanlış uygulamaların yanı sıra, BM yetkililerinin büyük kısmının Bosna'da büyük hizmetler verdiğinin de göz ardı edilmemesi gerekir.

BM içinde yer alan bazı kimseler, uzun süre Bosna-Hersek'de yaşanan soykırımı görmemezlikten geldiler. Dikkat çekici bu umursamazlık, basında şöyle yer almaktaydı:

"New York kaynaklı haberler doğru ise, BM delegesinin, Bosna-Hersek için 'Bırakalım ne halleri varsa görsünler. Kendi işlerini kendileri halletsinler' demesi, başta İngiltere olmak üzere, Batılıların birtakım art niyetlerini akla getirmektedir. Ayrıca insan ister istemez, 'Acaba Bosna-Hersek'te Müslümanlar kırılıyorlar diye mi böyle davranıyorlar' diye düşünmek zorunda kalıyor." (Fahir Armaoğlu, Tercüman, 19 Mayıs 1992)

Bu tavır kuşkusuz, 'mazlumun yanında yer almayan, zalimin destekçisi sayılır' gerçeğinin bir neticesi olarak, Sırpların desteklenmesi anlamına geliyordu. BM, Sırpları başka konularda da desteklemişti. Sırp vahşetine zaman kazandırmak amacıyla toplama kamplarının varlığının gizlenmesi bunlardan biriydi:

"Birleşmiş Milletler kampları biliyordu: Saraybosna'da görev yapan Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nün 3 Temmuz tarihli notu, BM'nin toplama kamplarından haberi olduğu halde hiçbir girişimde bulunmadığını kanıtladı. BM'nin kampların varlığını bildiği halde sessiz kaldığının ortaya çıkması şok etkisi yarattı. BM yetkilileri, kampların varlığı hakkında kesin kanıt olmadığı için bir şey yapmadıklarını ileri sürdü." (Sabah, 8 Ağustos 1992)

BM'nin tavrını, gazeteci-yazar Ali Sirmen ise şöyle yorumlamaktadır:

"BOŞNAKLARIN KARARI...Güvenlik Konseyi kararı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin Bosna-Hersek'le ilgili olarak aldığı yeni karar, Sırp vahşet ve saldırılarını durdurmayı ve Boşnaklara can, ırz ve mal güvenliği sağlamayı öngörmüyor... Sırplarla Hırvatların işgal ettikleri topraklardan sökülüp atılması ve Boşnakların yer ve yurtlarına dönmelerinin gerçekleştirilmesi de söz konusu değil. Kararın özü: 'Müslüman Boşnakların kıyımına göz yumulacak, ama onlar öldürülene veya sığınmacı olana kadar beslenecek'." (Ali Sirmen, Milliyet, 15 Ağustos 1992)

BM'nin izlediği bu politikada en büyük rolü ise şüphesiz rütbeli mason ve Şalom gazetesinin ifadesiyle "Yahudi Dostu" Genel Sekreter Butros Gali oynadı. Gali, Bosna ile ilgili raporları güvenlik konseyinden gizleyerek Sırplara arka çıktı. Ayrıca Bosna'ya askeri müdahale yapılmasına en büyük itirazı da yine Gali yaptı:

"Yugoslavya'daki Barış Gücü tarafından Birleşmiş Milletlere gönderilen raporları Genel Sekreter Gali Güvenlik Konseyi'ne ulaştırmamış. Bu yüzden de katliam ve işkenceler devam etmiş. Rusya'nın BM Güvenlik Konseyi'ndeki temsilcisi 'Toplama kampları, işkence gibi şeyler bize hiç sunulmadı' açıklamasını yaptı. Raporlarda Müslümanların uğradıkları işkenceler anlatılıyor, idam edilenlerden bahsediliyor. Gali'nin tutumu teşkilatta büyük bir şaşkınlık ve karışıklık uyandırdı." (Türkiye, 8 Ağustos 1992)

Bu tavrını Bosna-Hersek'te yüzbinlerce Müslüman ölene dek ısrarla devam ettiren Butros Gali, Sırplara zaman kazandıran en büyük aktörlerden biri oldu. Zaman ilerledikçe BM içindeki malum çevrelerin amacının ne olduğu daha iyi anlaşıldı. . Bosna-Hersek'te son derece tehlikeli şartlar altında incelemeler yapan Deniz Baykal, BM'in ne işe yaradığını en iyi görenlerden biriydi:

"BARIŞ GÜCÜ'NDE SIRP ASKERLERİ VAR... Deniz Baykal, BM Barış Gücü'nde Sırp Kökenli Ukraynalı askerler olduğunu belirterek, şunları söyledi: 'Barış Gücü'ne Sırp kökenli askerlerin hangi mantıkla alındığını anlamadım. Bunu anlamak da mümkün değil. Bu askerler orada barış için değil, Sırp ordusunun elemanı gibi çalışıyorlar.' Barış Gücü oluştururken, bölgede etnik savaş olduğunun dikkate alınması gerektiğini belirten Baykal, 'Böylesine düşüncesiz bir uygulamaya gidilmesi maksatlı olabilir. Bunun bir an önce önlenmesi gerekir' dedi. Baykal, BM'nin böyle bir hataya düşmesinin kendisini hayretler içinde bıraktığını kaydetti....

CHP Lideri, Bosna'dan ayrılırken BM Komutanı'yla karşılaşmasını da şöyle anlattı: 'BM Barış Gücü Komutanı olan Mısırlı General'le uzun uzun konuştuk. Konuşma sırasında bir ara oldukça gerilimli dakikalar oldu. Çünkü Mısırlı General sürekli sanki iki eşit güç savaşıyormuş da BM Gücü bunu durdurmaya çalışıyormuş gibi bir üslup kullandı. Daha fazla dayanamadım ve O'na, 'Gerçekleri niye saklıyorsunuz? Burada insanlar ölüyor. Müslümanların katledildiğini söylemekten utanıyor musunuz? Yoksa korkuyor musunuz?' diye sordum. Komutan ne yapacağını şaşırdı. Sonra bana haklı olduğumu, ama BM emrinde olduğunu söyledi. Anladık ki BM gücü taraflı olarak davranıyor'." (Hürriyet, 7 Ocak 1993 )


Bosna ve Vance, Carrington ve Owen

Bosna katliamı başlangıcından sonuna kadar dev bir senaryoyu hatırlatmaktaydı. Belgrad Locası'nın yıllar önce hedef gösterdiği Müslümanlar, bu senaryonun uygulayıcıları tarafından yok edilmeye çalışılmıştır. Bosna konusunda kilit rolleri üstlenenlerin hemen hepsi de bu locanın bugünkü "birader"leridir. Lord Carrington ve daha sonra Carrington'dan "görevi" devralan Cyrus Vance ve Lord Owen gibi, BM ve AT'nin Bosna-Hersek dramına "çözüm"(!) getirmesi için görevlendirdiği isimlerin , hepsi son derece ilginç bağlantıları olan isimlerdir.

Vance, Siyonizmin emir-komuta zincirinin temel örgütü Bilderberg üyesidir. Bunun yanında ABD dış politikasını İsrail çıkarlarına göre yönlendiren, masonik lobi CFR'ye (Council on Foreign Relations) üyedir:

"Cyrus Vance CFR ve Bilderberg üyesi. 1968 ve 1976 yıllarında CFR'nin başkanlığını yaptı." (La Trilaterale et Les Secrets du Mondialisme, Yann Moncomble, sf.299)

"Cyrus Vance, Rockefeller Vakfı'nın yöneticiliğini de yaptı." (The World Order- A Study in the Hegemony of Parasitism, Eustace Mullins, sf.47)

Lord Owen, ya da gerçek adıyla David Owen ise bir başka üst-masonik örgüt olan Trilateral'in üyesidir:

"David Owen Trilateral üyesidir." (Trilateral Commision and Elite Planning for the World Management, Holy Sklar, sf.119)

Carrington da Bilderberg üyesi, hatta bu örgütün toplantılarına başkanlık edecek kadar üst dereceli birisidir:

"6-9 Haziran'da Almanya Baden-Baden'de yapılan Bilderberg toplantısına Lord Carrington başkanlık yaptı." (Ceux Qui Tirent Les Ficelles, Publications Henry Coston, 1992)


Bosna'nın emanet edildiği isimlerden, Kissinger'ın ortağı, Rothschild'ın akrabası Carrington

BM Yugoslavya Konferansı eşbaşkanlığını yürüten Cyrus Vance'ın, Lord Carrington'ın ve Lord Owen'ın tutumu da BM'in çizgisinin aynısıdır. Bu durum Hürriyet gazetesi yazarı Doğan Uluç tarafından şöyle ifade edilmektedir:

"BM ile Avrupa Topluluğu'nun görevlendirdiği iki kişi Sırp kasabı Miloseviç'in etnik temizliğine kılıf bulma çabasında. ABD'li Cyrus Vance ile İngiliz Lord Owen, etnik temizlik adı altında yürütülen soykırımı durdurmak yerine Bosna'yı 10 parçaya bölerek Sırp kasaplarına neredeyse tepsi içinde teslim etmeye çalışıyorlar... İnsan hakları, evrensel adalet kavramlarını dillerinden düşürmeyen, ama bunları işlerine geldiği yerde kullananlardan bu dünyada hesap soracak çıkmayacak mı?" (Hürriyet, Doğan Uluç, 11 Ocak 1993)

Cyrus Vance ve Lord Carrington, Bosna yetkililerinin ifadesine göre de Sırp tarafının gizli destekçileridir:

"Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na yapılan saldırı sırasında sığınakta görüştüğüm Cumhurbaşkanı vekili Eyüp Ganiç, Bosna-Hersek'teki çatışmaların sebebi olarak BM ve AT üyesi ülkeleri suçladı. Cyrus Vance ile Lord Carrington'ın sadece güç sahibi Sırp liderlerle görüşmeleri yüzünden Bosna-Hersek krizinin tırmandığını ileri sürdü." (Milliyet, 8 Aralık 1992)

Vance ekibinin işlevini dönemin Dış İşleri Bakanı Hikmet Çetin de oldukça net bir biçimde ifade etmiştir:

"Çetin'in barış müzakerelerini sürdüren Cyrus Vance'in, İzzetbegoviç'in Bush tarafından kabul edilmesini engellemek için yaptığı girişime tepkisi son derece sert... Çetin: 'Zaten olayları bu hale getiren de Vance ekibi.. Uçuş yasağı kararının çıkarılmasını da engelleyen onlar' diye konuşuyor... Başta New York Times olmak üzere bazı ABD gazetecileri, Beyaz Saray ve Cyrus Vance'in tutumunu utanç verici olarak niteledi." (Milliyet, 10 Ocak 1993)

"Lord Owen şimdi de Sırpları yücelten nutuklar atmaya başladı. Büyük Sırp Ulusu'ndan bahsediyor Owen. Yapılan son seçimlerde çoğunluğun Miloseviç ve ondan daha beter savaş-istila-şiddet taraftarlarını desteklediğini hatırlatırsak, tam da sırası. Lord Owen, Miloseviç'i 'kendisiyle müzakere edilebilecek' bir adam olarak sunmaktan da geri durmuyor. Sırplarla Hırvatlar arasındaki ateşkesin bozulmamış olması, Miloseviç'in 'güvenilirliğini' gösteriyormuş. Oysa Sırplar ordularını geri çektikleri her bölgede, polis kılığına soktukları asker ve Çetnikler aracılığıyla terörlerini sürdürüyorlar." (Frankfurter Allgemeine'den alıntı, Meydan, 14 Ocak 1993)

Vance ile birlikte Yugoslavya eşbaşkanlığını yürütmüş olan Lord Carrington'ın ilginç özellikleri ise yalnızca Bilderberg üyeliği ile sınırlı değildir. Carrington'ın Sırp-İsrail yakınlaşmasının mimarı olan Kissinger'la bir iş ortaklığı da vardır. Carrington ayrıca, İngiltere'nin ünlü sermayedarı Rothschild ile de çok yakındır:

"Kissinger, İngiltere'den Lord Carrington'la ortak olarak Kissinger Associates danışmanlık firmasını kurdu... 1980'lerde Kissinger Associates aracılığıyla, Henry Kissinger, Çinli afyon lordlarının iş ortağı oldu." (Dope Inc. - The Book That Drove Kissinger Crazy, Lyndon La Rouche, sf. 8)

"Uzun yıllar İngiliz Dış İşleri Bakanlığı yapan Lord Carrington, şimdi Kissinger Associates'te Kissinger'in ortağı. Richard Davis 'The English Rotschild'de, Lorel Rotschild'in Lord Carrington'u Whitehall'daki evinde sık sık ziyaret ettiğini söylüyor. Aslında Lord Carrington'un Rothschild ailesiyle evlilik bağı da var. İlk Lord Carrington, Archibald Primrose'ydi. Oğlu Rosebery, Mayer'in kızı Hannah Rothschild'le 1878'de evlendi." (The World Order- A Study in the Hegemony of Parasitism, Eustace Mullins, sf.65)

Carrington'ın bağlantıları P2 Mason Locasına ve P2'nin kilit ismi Sindona'ya kadar da uzanmaktadır:

"Carrington, Hambros Bankası'nın (Yahudi sermayeli) kurulundadır ve ünvanını aile olarak bankacılıktan almıştır. Hambros Bankası, İtalya'daki mali Michel Sindona ve P2 mason skandallarının merkezinde bulunmuştur." (Spotlight Reprint, Eylül 1991)

Carrington'ın da Bosna'daki faaliyetleri Sırpları destekler nitelikteydi:

"Zagreb yakınlarında büyük bir ordu deposu, silah yığınağı var. 'Biz bunları bırakıp gidin' dedik, ama bırakmadılar. Araya uluslararası güçler girdi. Bu güçlerin gayretleriyle, Lord Carrington'un gayretleriyle Hırvatistan'a, 'Bırakın silahlarını da alsın gitsinler', diye baskı yapıldı. Ama o silahlar Sırbistan'a değil, Belgrad'a değil doğruca Bosna-Hersek'e gönderildi ve buradaki Sırplara verildi." (Milliyet, 11 Ocak 1993)


Masonik Örgütler: BILDERBERG, TRILATERAL, CFR

Bosna sorununu çözmekle (!) görevli kişilerin üye olduğu bu üç örgüt de en büyük uluslararası masonik örgütler. Bu teşkilatların yapısı, Bosna katliamının ardındaki asıl gücü de ortaya koymaktadır:

"Grand Orient (Fransız Büyük Locası) Trilateral Komisyonu ve Bilderberg Grup ile çok yakın ilişki içindedir." (Spotlight, 4 Ocak 1993)

"Bir Dünya Devleti kurmak için Bilderberg teşkilatı, B'nai B'rith teşkilatı ve diğer gizli Yahudi teşkilatları ile gayet sıkı iş birliği yapmaktadır." (Newa Nation, Ocak 1964)

"Bilderberg Grubun yıllık toplantılarında alınan kararlar Merkez Komite ve Alman, Fransız ve Amerikan Gizli Servislerince doğrudan müdahele ya da pek çok ülkede kanlı olaylarla sonuçlanıyor." (Les Vrais Maitres du Monde, Gonzales Mata, sf.24)

"Bilderbergliler alt dereceden politikacıların yönettiği kukla hükümetlerle halkları yönetmekten başka bir şey yapmıyorlar." (Les Vrais Maitres du Monde, Gonzales Mata, sf. 25)

"CFR'nin 37 daimi üyesinin 10 tanesi Yahudi, diğerleri ise yüksek dereceli masondur. İlk başkanlığını Amerikalı senatör Yahudi Rudy Boschwitz yapmıştır." (They Dare to Speak Out, Paul Findley, sf.77)

"CFR, Bilderberg ve Trilateral'in oluşturulduğu yerdir." (Le monde Secret des Bilderberg, Henry Coston, sf.4)

"Trilateral komisyonu, Yahudi banka finansörü olan David Rockefeller'ın fikridir. 1972 yılındaki bir Bilderberg toplantısından sonra Rockefeller, komisyona üye olarak uluslar arası mason finansörleri, üst düzey politikacıları ve ünlü Yahudileri biraraya getirmeye başladı. Komisyonun kurulmasında kendisine en büyük desteği de yine bir Yahudi olan Zbigniew Brzezinski vermiştir." (L'ONU et le Gouvernement Mondial, Lectures Françaises, sayı 235, sf.7)

"Trilateral üyelerinin hemen hepsi aynı zamanda Bilderberg, CFR, mason locaları ve Siyonist örgüt B'nai B'rith'e de üyedirler." (Les Veritables Maitres du Monde, Henry Coston, sf.5)

"Ateşkes 12 defadır ilan ediliyor ve 12 defadır ihlal ediliyor. Son 24 saatte 23 kişi öldü. AT adına barış girişimlerini yürüten Lord Carrington, ateşkesin bozulmasından tüm tarafların sorumlu olduğunu söyledi. Carrington, özellikle Hırvatlarla Sırplara karşı savaşan Müslümanları suçladı. Bay Carrington'a göre ölmek bile suçtu..." (Hürriyet, 27 Temmuz 1992)

Vance, Owen, Gali... Bu üç "birader"in Bosna katliamı boyunca ısrarla Sırp yanlısı politika izlemelerini Doğan Uluç şu satırlar ile ortaya koymaktadır:

"Birleşmiş Milletler'in 38 ve 33. katlarında bayram var. Dünya politika başkentinin tepesinde Butros Gali güleç çehreyle birkaç batılı diplomata: 'Washington da planı takdis etti. Hırvatları yakında yola getiririz, şimdi baş sorun Bosnalılarda diyor, ellerini ovuşturarak. Beş kat altında Cenevre baş müzakerelerini sürdüren eşbaşkanların kurmay karargahına dönüştürdüğü bölümden neşesi gözlüklerinden taşarak çıkan sözcü Fred Eckhard, 'Cyrus Vance ile Lord Owen, ABD hükümetinin siyasi girişimlerine destek verişini memnunlukla karşılıyorlar' diye konuşuyor.

180 üyeli politika merkezinde ipleri elinde tutan birkaç Batılı ülke ile Gali, son bir yıldır dünya kamuoyu önünde cereyan eden Sırp vahşetine yeni bir kılıf uydurulmasından duydukları mutluluğu gizlemeye dahi gerek görmüyorlar. 75 yaşındaki ABD eski Dış İşleri Bakanı Vance ile kendini beğenmişliği her cümlesinde takı gibi belirgin İngiliz meslektaşı Lord Owen, 'Masumu cezalandır, saldırganı ödüllendir' politikasını utanç duymadan, mazluma kabul ettirme gayreti peşindeler. Bosnalılar 'Ambargoyu kaldırın, kendimizi savunacak silah alalım.' diye yakarıyorlar, dinleyen yok. Adriyatik'te çevrilen şilebe BM ateş püskürüyor 'Boşnaklara nasıl silah gider?' Ama Tuna'dan Sırplara füze, top taşıyan gemilere kimse ses çıkartmıyor." (Hürriyet, Doğan Uluç, 15 Şubat 1993)

Vance-Owen ekibinin Sırplarla kurduğu ittifak tabii ki kamuoyuna yansıtılmadı. Barış görüşmeleri boyunca Sırp liderleri Miloseviç ve Karadziç bir türlü Vance-Owen ekibi ile "anlaşamıyormuş" gibi göründüler. Hatta Sırplar, eşbaşkanların kendilerine haksızlık ettiğini söylüyorlardı. Bu durumun ise tek bir açıklaması vardı; tüm taraflar önceden belirlenmiş olan rollerini oynuyorlardı.
#11 - Mart 13 2010, 19:55:06
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Vance-Owen'dan 'Bosna'yı Yok Etme' Planı

Savaşın sonuna doğru, Cenevre'de düzenlenen konferansta Batı'nın Bosna konusundaki planı iyice belli oldu. Ortaya sürülen Cyrus Vance-Lord Owen imzalı planda, Bosna nüfusunun büyük bölümünü oluşturan Müslümanlara verilmesi hedeflenen ufacık toprak parçası, "Batının Müslümanları yok etme planı" olarak yorumlandı:

"BATI'NIN BOŞNAKLARI YOK ETME PLANI... Bosna Hersek'te 9 aydır Sırp zulmüne maruz kalan Müslümanlar, en ağır darbeyi Batı'dan yedi. Şimdiye kadar Sırp katliamına gözünü yuman Batı, en kritik aşamada, Bosna Hersek'in etnik yapıya göre 9 eyalete ayrılmasını ve ülkenin yarıdan fazlasının 'Sırplara hediye edilmesini' öngören bir planı dayatarak Müslümanları zor durumda bıraktı. İsviçre'nin Cenevre kentinde önceki gün başlayan ve barış için son şans olan Barış Konferansı, Bosna Hersek'te çoğunluğu oluşturan Müslümanların yalnızlığa itildiği bir platforma dönüştü." (Hürriyet, 4 Ocak 1993)


Bu haksız planın uygulanmasını destekleyenlerin başında Sırp-İsrail bağlantısının kilit ismi Henry Kissinger da vardı. Hatta Kissinger, Müslümanlara bu plana mutlaka uymaları gerektiği yönünde öğütler de vermişti:

"Bosna konusunda CNN televizyonunun sorularını cevaplayan ABD Dış İşleri eski Bakanı Henry Kissinger da Cenevre'de barış masasına konulan planın iyi bir plan olduğunu ve kabul edildiği takdirde, Bosna'ya İsviçre'deki kantonlar modelinin getirilebileceğini söyledi." (Milliyet, 7 Ocak 1993)

Bu plan Cenevre'den sonra da tüm barış görüşmelerinde gündemde tutuldu. Büyük baskılar sonucu, başka çare olmadığını gören İzzetbegoviç planın kabul etti. Bu plan kimin faydasına olduğuna dair en iyi yorumlardan birini ise Bosnalı Doç. Dr. Fikret Karçiç şu şekilde yapmaktaydı:

"Vance-Owen planının temel varsayımı, eski Yugoslavya'daki krizin Sırp-Hırvat ilişkilerindeki problemden kaynaklandığı ve bu krizin bu iki etnik grup arasında toprağın ayrılmasıyla çözülebileceğiydi. Bosna Müslümanlarının da içinde olduğu üçüncü gruba etnik ya da dini azınlık statüsü verilecekti. Bu yaklaşıma göre, bağımsız Bosna-Hersek ancak bu şekliyle kabul edilebilirdi. Bu yaklaşımsa gelecekte Müslümanların çoğunlukta olduğu bir devletin oluşumunu önleyecektir. Planı ortaya koyanlar Müslümanların Bosna-Hersek nüfusu içindeki payının çok yüksek (%44) olduğunu dikkate almışlar ve bundan dolayı da Sırpların 'etnik temizlik' sürecini tamamlamalarına izin vermişlerdir...

Planın yapımcıları Hırvatların genel nüfus içindeki oranlarının (%17) çok düşük oluşuna da dikkat etmişler; bu durumu Merkez Bosna'da geniş toprakların kontrolünü onlara vererek telafi etmek istemişlerdir. Bunun yanı sıra planın yapımcıları Müslümanları kendi topraklarında Hırvatlara bağımlı hale getirmiş ve böylece de Adriyatik denizine ve Batılı ülkelere geçişin Hırvatların kontrolündeki bölgeler vasıtasıyla mümkün olabilmesini sağlamışlardır. Şu açıktır: Vance-Owen planı Bosnalı Müslümanları olmayacak saçma bir konuma getiriyor. Yani onları kendi topraklarında mülteci haline getiriyor ve kendi bölgelerinde Kızılderililer gibi yaşamaları sonucuna sebep oluyor. Planın yapımcıları Bosnalı Müslümanların bu planı ancak büyük bir baskı altında kabul edebileceklerini biliyorlar. Bu nedenle, Bosnalı Müslümanların kendilerini silahlandırmalarına izin vermiyorlar." (İzlenim, Mayıs 1993)

Karçiç, "Vance-Owen Planı'ından Daha Kötü Olan Şey Nedir?" adlı makalesinde de yine aynı gerçeği dile getirmekte, makalenin başlığını oluşturan soruya da şöyle cevap vermekteydi: "Vance-Owen Planı'nın uygulanması!" Karçiç'in yorumu şöyleydi:

"Askeri açıdan Vance-Owen planı her iki tarafı da silahsızlandırmak istemekle Bosna-Hersek Ordusu'nun savunan güçleriyle, saldırgan askeri güçleri (bu güçler Sırbistan ve Karadağ'ın düzenli ordularıyla Bosnalı Sırpların düzensiz birliklerinden oluşuyor) aynı kefeye koyuyor. Ve aynı zamanda, Vance-Owen Planı gelecekteki Bosna devletinin de bir orduya sahip olmasına izin vermiyor, oysa ki düşman komşusu güçlü bir orduya sahiptir." (İzlenim, Haziran 1993)


Boşnak Kadınlara Tecavüz Eden BM Komutanı

BM içinde yer alan bazı isimlerin ve önemli kademelerdeki kimi kişilerin Bosna katliamındaki rolü zaman geçtikçe daha da netleşmeye başladı:

"Bosnalı Müslüman milislerin lideri Adiloviç, BM'yi ikiyüzlülükle suçladı. İşlenen cinayetlerin sorumluluğunun Sırplardan çok kendilerine silah izni vermeyen, ambargo uygulayan Avrupa ülkeleri ve BM'ye ait olduğunu söyleyen Adiloviç şöyle devam etti: 'BM Güçleri Sırplara destek vermekte, askeri yardımda bulunmaktadır. BM Ordu Komutanı Barış Temsilcisi Lewis McKenzie de kadınlarımıza tecavüz edenler arasındadır." (Interstar Haber Bülteni, 4 Ocak 1993)

BM Komutanı McKenzie'nin Müslüman kadınlara tecavüz ettiğini, yargılanan Sırp savaş suçlusu Borislav Herak da dile getirmişti:

"Tecavüzcü Sırp askeri Borislav Herak, Ağustos ayında dönemin Bosna'daki BM Komutanı Kanadalı General Lewis McKenzie'nin de, tecavüz edilen kızların bulunduğu 'Sonja'nın Yeri'ne geldiğini söyledi. Herak, 'Sırp yetkililer bu ziyareti bekliyormuş gibi davranıyorlardı. Kanadalı General 'Sonja'nın Yeri'nden, beraberinde dört genç Müslüman kadınla birlikte, bir BM zırhlı aracıyla ayrıldı. O General McKenzie'ydi. Çünkü akşam da televizyonda gördüm' diye konuştu." (Sabah, 15 Mart 1993)


Bosna'daki Müslümanlara yardım eden Vietnam gazisi Giles Pace, uluslararası örgütlerin Bosna'ya müdahalede geç kaldıklarını ifade ediyordu.

Bazı basın organlarının katliamı dünya kamuoyuna duyurması ve askeri müdahale için baskı oluşturmaları BM yetkililerine rahatsızlık veriyordu:

"BM Genel Sekreteri Butros Gali, Güvenlik Konseyi'ne yazdığı mektupta basını şikayet ederek, 'Basın-yayın organlarının yayınlarını Bosna-Hersek'teki trajedi üzerine yoğunlaştırmalarının, barış sürecindeki ilerleme sinyallerini engellediğini' iddia etti. 'Bu aşamada askeri müdahale barış sürecini tehdit eder' dedi." (Milliyet, 5 Ocak 1993)

Batı'nın içinde yer alan bazı çevrelerin, Gali'nin ve Eagleburger'ın Bosna'ya olan bakış açısını en iyi özetleyenlerden biri de, savaş sırasında Bosnalı Müslümanlara yardım eden ABD'li Vietnam gazisi Giles Pace idi:

"Ardan Zentürk, Bosna-Hersek Devlet Başkanı İzzetbegoviç'in cephe danışmanlığını da sürdüren ABD'li Vietnam Gazisi Giles Pace ile görüştü. Pace, şunları bildirdi: 'Saraybosna katliamını gördükten sonra Müslümanlara yardım etmeye karar verdim. 7 aydır savaşan Müslümanları eğitiyorum... Sırpların 3.000 topçu bataryası var, bizim ise 4 tane. BM'nin koyduğu ambargo Sırplara silahsız bu zavallı Boşnak çiftçileri kesmek için yeşil ışık yakmaktan başka bir şey değildi...Cenevre'deki barış görüşmeleri bir tuzak. Ben BM'ye sordum. Neden acil yardım için çok tehlikeli olan Saraybosna havaalanı yerine Tuzla'daki güvenlikli hava alanını kullanmıyorsunuz diye. Verdikleri cevap 'Siyasi' oldu... ABD Dış İşleri Bakanı Eagleburger, Yugo arabalarının ABD'deki pazarlamasını yapan bir insan. Gali de Sırpları destekliyor. Bosna'nın özgür olması halinde Avrupa'nın ortasında İslam dünyasının Hong Kong'u olacağını biliyorlar, bunu önlemeye çalışıyorlar." (HBB haber bülteni, 8 Ocak 1993)


Bir Diğer Haksız Uygulama: Silah Ambargosu

Bosna'daki savaşın yönünü tayin eden en önemli faktörlerden biri şüphesiz silah faktörüydü. Savaşın ilk günlerinden itibaren uygulanan silah ambargosu, savaşın gidişatını belirleyecek kadar önemli bir rol oynadı. Sırplar, katliama başlamadan önce yaptıkları büyük silah yığınağı ve tümüyle kontrollerinde olan Yugoslav ordusunun sayesinde ambargodan fazla etkilenmediler. Müslüman Boşnakların en büyük problemi ise silahlarının olmamasıydı. Bu gerçek defalarca Bosna-Hersek devlet adamları tarafından dile getirildi:

"Bosna-Hersek'in genç Cumhurbaşkanı Yardımcısı Eyüp Ganiç'in konuşurken sesi titriyor. 'Bize silah verin. Türkiye'den başka yardım isteyecek kimsemiz yok. Silah verin ki Sırpları 10 günde perişan edelim.' Ganiç konuşmasını sürdürüyor: 'Çoluk çocuk hepimizi öldürüyorlar. Elimizde çok az tüfek var. Gençlerimiz tüfekleri sırayla kullanıyorlar. Mermiler de giderek azalıyor. Dayanma gücümüzün sonuna geldik. 1-1,5 aydan daha fazla dayanamayız. Üç aydır abluka altındaki Goradze düşerse herşey biter. Sırplar Saraybosna'yı süratle ele geçirirler. Sırplar bizi katlediyorlar, dünya da bu büyük katliamı seyrediyor. Bizle savaşın demiyoruz.

Sadece silah verin, Sırp saldırılarını durduralım'." (Milliyet, 29 Temmuz 1992)

"BOŞNAKLAR SİLAH İSTİYOR. Bosna-Hersek Devlet Başkanı Yardımcısı Eyüp Ganiç, Sırp saldırganlığına karşı uluslar arası askeri müdahalede bulunulması ve kendilerini savunabilmeleri için ülkesine yönelik silah ambargosunun kaldırılması çağrısında bulundu. Ganiç, CNN televizyonunun sorularını yanıtlarken 'Saldırganı durdurmak için uluslararası müdahale istiyoruz. Eğer uluslararası topluluk buna hazır değilse, kendimizi savunabilmemiz için bize silah vermelidir' dedi. Ganiç şöyle devam etti: "Bosna-Hersek'te iki milyonu aşkın kişi zorla göçe zorlandı. Kadınların ve çocukların sokaklarda öldürüldüğünü, Sırpların cenaze törenlerine ateş ettiklerini görüyorsunuz. Bize yardım etmesi için dünya daha ne gibi kanıt istiyor. Hiç kimseden bizim için ölmelerini istemiyoruz, ama neden kendimizi savunmamızı engelliyorlar?" (Sabah, 8 Eylül 1992)

Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (Al-i İmran Suresi, 160)

"Bosna Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç, Hürriyet muhabiri Doğan Uluç'a Türkiye'ye şükran borcu olduğunu söyledi. 'Bugün Bosna'da 10 Yahudi öldürülse tüm Batı ülkeleri Bosna'nın savunmasına gelir. Ama bunca Müslüman kırılıyor umursayan kim?' diyen İzzetbegoviç, 'Ya bizi saldırgandan korusunlar ya da Bosna Hersek'e kendisini savunma hakkı versinler' sözleriyle kırgınlığını dile getirdi." (Hürriyet, 24 Eylül 1992)

Müslümanların ve Sırpların ellerindeki silahları karşılaştırınca durum daha da netleşiyordu:

SIRPLAR: 21 uçak, 30 helikopter, 300 tank, 200 zırhlı araç ve 1.000 topa sahipti.

MÜSLÜMANLAR: 1 uçak, 2 helikopter, 5 tank, Zıhlı araç ve top yok, yalnızca hafif silahlar.

(40. Paralel, Ali Kırca, InterStar Haber programı, Bosna özel bölümü, 10 Mayıs 1993)
#12 - Mart 13 2010, 19:59:37
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Silah Ambargosu Kimin Faydasına Oldu?

Bosna-Hersek'in dışarıdan kendisini savunacak silah almasına engel olan ambargo, Sırpları hiç etkilemedi. Sırplar zaten eski Yugoslav ordusunun silahlarının neredeyse tümüne, ayrıca önemli silah fabrikalarına sahiptiler. Ayrıca, nedense Bosna'ya tek bir tüfek bile girmesine izin verilmezken, Sırplar uygulanan ambargoyu çok rahat delebildiler. Ambargoyu denetleyen dünyanın en büyük askeri güçleri ise, Sırbistan'a ambargoya rağman silah ve cephane girmesini engelleyemediler.

"Birleşmiş Milletler ve Avrupa Topluluğu'ndaki kaynaklar, Batı Avrupa Birliği'nin kararı uyarınca Adriyatik'e gönderilen NATO filosunun, Sırbistan'ın ambargoyu delmesini önleyemediğini açıkladılar. Filonun elinin kolunun bağlı olduğunu ve politik oyunların esiri olduğunu belirten kaynaklar, Tuna Nehri üzerinden Batı ve Doğu'dan gelen petrol ve askeri malzemelerin kolaylıkla Sırbistan'a ulaştığını belirttiler. Diplomatlar, bütün uyarılara rağmen ırkçı tutumunu sürdüren Sırbistan'a karşı etkin bir politika izlenmesinin zorunlu hale geldiğini kaydettiler." (Sabah, 7 Ağustos 1992)


YIL: 1993,
YER: BOSNA -HERSEK

Yugoslavya'ya silah akıyor... Sırbistan ve Karadağ'dan oluşan yeni Yugoslavya'ya uygulanan BM ambargosunun, bu ülkeye silah akışını önleyemediği bildiriliyor. Batılı askeri uzmanlar, dünya silah ticaretinin büyük ölçüde gizli iş gören 'aracılar' tarafından yürütülmesi dolayısıyla ambargonun etkisiz kaldığını öne sürdüler." (Hürriyet, 11 Ağustos 1992)


Uygulanan ambargonun tam anlamıyla uygulanamadığının bir başka delili de 12 Ocak 1992 tarihli Newsweek'te yayınlanan "Ambargo Bir Hikaye" başlıklı haberde şu şekilde aktarılmaktadır:

"Komünist blok dağılırken ardında yine kan, gözyaşı ve ölüm bıraktı. Tito'nun Yuguslavyası parçalandı. Oluşan devletler arasında acımasız bir iç savaş başladı. İç Savaş'tan en fazla payını alan ise Bosna-Hersek Devleti oldu. Radikal Sırpların yaptıkları katliam ve izledikleri vahşet politikası dünya tarihinde eşine az rastlanır nitelikteydi.

Denizden yapılan abluka elek gibi delinmiş, 'bu bir şaka' diyor NATO plan memuru. Bir Amerikan bahriye subayı, 'Dalmaçya kıyı limanlarına giren gemilerle ilgili hiçbir araştırma yapılmıyor' diyor. İlgili devriyeler yalnızca 'ne taşıyorsunuz?' diye soruyorlar. Ayrıca Sırbistan'a ait ve dolu olan mavnalar Tuna nehrinde tampon tampona duruyorlar."


Localarda Körüklenen Sırp Radikalizmi

Bosna Savaşı'nda tüm dünya Bosnalı Müslümanlara karşı uygulanan sistemli vahşete tanıklık etti. Savaş sırasında ve sonrasında en dikkat çekici gelişmelerden birisi de, Sırp kasabı olarak tanınan Miloseviç'e bağlılık gösteren radikallerin sayısının sürekli artmasıydı. Aslında bir tür toplu paranoya yaşayan bu insanların büyük çoğunluğu, akıl almaz vahşetlere dahi destek verdiler. Bununla beraber, yaşanan vahşeti şiddetle kınayan, kısa bir zaman öncesine kadar dostça ilişkiler içinde yaşadıkları komşularının haklarını savunmak isteyen pek çok vicdan sahibi Sırp olduğu da vurgulanması gereken bir gerçektir.

Bu bölümün başında Sırp ırkçılığının nasıl mason ideologlar tarafından sistemli bir biçimde kışkırtıldığını incelemiş, aşırı milliyetçi Sırpların nasıl Balkanların maşası haline getirildiklerini görmüştük. Aynı sistemli kışkırtma Bosna Savaşı'nda da yaşanmıştır ve günümüzde de zaman zaman Balkanlar'da yaşanan küçük çatışmaların da temel kaynaklarından biridir. Mason ideolog Vasa Cubriloviç'in 1937 Memorandumu'ndan esinlenerek hazırlanan 1986 Memorandumu ile Sırpların "haklarını" aramaya başlaması, Müslümanların Balkanlardaki varlığının "Büyük Sırbistan'ın" geleceği için bir tehlike olduğu yalanları telkin edilmeye başlandı. Mason Miloseviç ve ekibinin temel politikasını oluşturan ve tamamen hayali hikayeler üzerine kurulmuş olan bu programa dayanarak, sistemli bir "nefret oluşturma" kampanyası uygulamaya kondu. Savaş boyunca bu nefret, bebeklerin boğazını kesmeye, canlı insanların ayağına nal çakmaya, yedi yaşındaki kız çocuklarına tecavüz etmeye kadar vardı. Bazı Sırpları böylesine büyük bir terörü uygulayacak hale getiren kişi olan Miloseviç'in, propaganda ve beyin yıkama yöntemleri ise klasik radikal milliyetçilik telkinlerinin bir türüdür:


"Time dergisi, Miloseviç'in taktiğini şöyle anlatıyor: 'Miloseviç önce, Sırpların bir soykırım tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğu yalan iddiasını ortaya atıyor. Sonra diğer Cumhuriyetlerdeki Sırpları ayaklandırarak onlara yardım ediyor." (Cumhuriyet, 3 Haziran 1992)

"Bu vahşet neden?... İzzetbegoviç bu soruya yanıtını şöyle toparlıyor: 'Bu teröristler cenazelere bile ateş ediyorlar. Böylesine bir acımasızlık, böylesine bir gaddarlık az görülmüştür. Bir tür kara milliyetçiliktir bu. Bu aşırı Sırp milliyetçiliğini faşizmle çarpın, Bolşevizmle çarpın, işte sonuç bu oluyor. İşte Slobodan Miloseviç hem aşırı milliyetçi hem de Bolşevik. Bu ikisinin karışımından böyle bir canavar yaratıldı. Onların gözünde biz Türküz. Onun için de tarihin derinliklerinden gelen bir nefretleri var bize karşı.." (Sabah, 9 Temmuz 1992)

"Ljubomir Pajic yazısında diyor ki: 'Miloseviç, Sırplara aşağı yukarı her gün: Savaşmalısınız, sıkı durmalısınız, yoksa yok olursunuz.' diyor." (Quick, 30 Temmuz 1992)

Yapılan araştırmalar ve görgü tanıklarının ifadeleri ile de açıkça ortaya konan bir başka önemli gerçek ise, Çetnik milislerinin uyguladığı her türlü işkence ve zulmün, Sırbistan yöneticileri tarafından ayrıntılı olarak emredilmiş olmasıdır. Diğer bir deyişle, yaşananlar birkaç 'dengesiz' kişinin, kontrolsüz aşırılıkları değil, Miloseviç diktasının planlı bir yok etme politikasıdır:

"Sırplar kadınlara tecavüz ediyor... Bölgedeki çevreler Sırp birliklerinin tecavüzü artık bir savaş gereği olarak gördüklerini ve askerlerin üstlerinden, özellikle genç Müslüman kızlarına tecavüz etmek üzere kesin emirler aldıklarını belirtiyorlar." (Sabah, 24 Ağustos 1992)

Bu emirleri uygulamaları için Sırp askerlerine psikolojik baskıyı azaltacak bazı haplar dağıtıldığı da basında yer alan haberler arasındaydı:

"Bosna-Hersek'teki Sırp kampından kurtulan Alia Lujinoviç, yeşil haplar alan Sırp gardiyanların hergün tutukluların boğazını kestiklerini anlattı." (Sabah, 14 Ağustos 1992)

Miloseviç'in soykırım politikası, insanları birer ölüm makinasını dönüştürmüş, Bosna Savaşı'nda tarihte eşine az rastlanır bir vahşet yaşanmıştır:

"KASAPLARA SUÇÜSTÜ...CNN televizyonunda yayınlanan haberde ise kamplardaki görüntülerin yanı sıra, iki Sırp gardiyanın itirafları yer aldı. Adlarını vermeyen iki gardiyandan biri, 5 Müslüman genç kızın ırzına geçtiğini, kızların daha sonra arkadaşları tarafından işkenceyle öldürüldüğünü, cesetlerin ise nehre atıldığını anlattı. Diğer gardiyan ise şöyle konuştu: 'Ben şimdiye kadar kaç Müslüman öldürdüğümü hatırlamıyorum. Yalnız bir tanesini kafasına balta vurarak öldürdüğümü hatırlıyorum. Bana, 'Neden öldürüyorsun?' diye sorarsanız, onu da bilmiyorum'." (Hürriyet, 26 Temmuz 1992)


Sırp terörünü, yakalanan bir "Sırp kasabı"nın itirafları en iyi biçimde ortaya koyan örneklerdendir:

"21 yaşındaki Sırp militan Borislav Herak, Müslümanları kesmek için canlı hayvanlar üzerinde tatbikat yaptıklarını ve kadınlara tecavüz ettikten sonra öldürdüklerini itiraf etti. 'İstenen herşeyi yaptım, çünkü başka seçeneğim yoktu. Emirlere uymak zorundaydım' diyen Herak'ın ruhi dengesinin yerinde olduğu belirlendi. Herak şöyle devam etti: Geçen Haziran ayında Sırp kamplarına katıldım. Burada eğitim gördüm. Canlı domuzlarla göğüs göğüse savaş tatbikatı yaptık. Onların boğazlarını kestik. Müslüman esirlerin bulunduğu Donja Bioca Kampında 3 mahkumu avcı bıçağıyla paramparça ettim.

Geçen yaz Saraybosna'nın kuzeyindeki Ahatoviç Köyü'nde kalaşnikofla 20 kişiyi öldürdüm. Bize verilen emir, 'herkesi öldürün, hiç kimse sağ kalmasın' şeklindeydi. Biz de emirleri uyguladık. Boşnak kadınları, Saraybosna'nın kuzeyinde kurulmuş bir kampta toplardık. Kadınlara tecavüz eder, sonra yenilerine yer açılması için onları öldürürdük. Ben de yirmi yaşlarında 10 genç kıza tecavüz ettim. İfadesinin sonunda yaptıklarının cezasız kalmamasını da isteyen Herak, 'Sadece benim cezalandırılmam yetmez. Ben bunları anlatırken diğer tarafta aynı vahşet tüm şiddetiyle sürüyor. Bu vahşeti durdurmak lazım.' dedi." (Hürriyet, 17 Aralık 1992)


Müslümanları katleden Sırp milisi Cheko ve adamları

Üstelik Sırp milisleri uyguladıkları vahşete karşılık radikal liderleri tarafından "ödüllendirilmişlerdir" de:

"Bosna-Hersek Cumhuriyeti İstanbul Fahri Başkonsolosu Sacide Sılaycı, Bosna-Hersek'te saldırıların paralı askerlerce gerçekleştirildiğini belirterek, 'Sırp çeteciler, öldürülen her insan için kaynağı bilinmeyen yerlerden 500-700 mark arasında para alıyorlar' diye konuştu." (Milliyet, 29 Temmuz 1992)


Bosnalı Müslümanlara her türlü işkencenin yapıldığı toplama kamplarının görüntülerinin, Hitler'in toplama kamplarından hiçbir farkı yoktu.

"Bosna Enformasyon Merkezi'ne bilgi veren Müslüman kaynaklar, daha önce öldürdükleri her Müslüman başına 500 mark prim alan Snayperistlerin (Uzun menzilli, dürbünlü tüfeklerle gizlendikleri yerden sivil halka ateş eden insan avcıları) aldıkları primin 1000 marka çıkarıldığını haber veriyorlar." (Günaydın, 21 Mayıs 1992)
#13 - Mart 13 2010, 20:10:21
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Arkadaşlar bu kısımdan sonrası +18 resimler içeriyor. Ben uyarımı yapayım da gene de, mideniz kaldırmayabilir dikkat.



Sırp Terörü ve Yaptığı Vahşet

Bosna'da, üç yıl süren savaş boyunca, Müslümanlara uygulanan "etnik temizlik" akıl durduracak boyutlardaydı. Burada tarihin en büyük katliamlarından birisi uygulandı. Bu bölümün başlarında, Çetnik çetelerinin İsrailli uzmanlar tarafından eğitildiğine dair bilgileri vermiştik. Gerçekten de uygulanan katliam yöntemlerine bakınca "Siyonist ideolojinin tarzı"nı görmemek mümkün değildir. Ayrıca Bosnalı bir diplomatın sözleriyle "yalnızca İsrail böyle dev bir 'etnik temizlik' hareketini gerçekleştirebilecek tecrübeye sahiptir." Bu vahşet yöntemlerinin benzerlerinin Filistinli Müslümanlar üzerinde nasıl uygulandığını diğer kitaplarımızda incelemiştik. Aşağıda ise, Sırp terörünün dehşet verici örneklerine yer vereceğiz.

TECAVÜZ

"Sırplar tarafından ırzına geçilmiş 50 bine yakın Bosnalı kadından birçoğunun hamile olduğu, bunların çoğunun da bu hamileliklerinden kurtulmak için gerekli kürtaj olanaklarından yoksun bulunduğu belirtildi. Tecavüz kamplarına düşen kadınlara hamile kalana kadar tecavüz edildiği ve hamile kaldıktan sonra bu kadınların hamileliklerinin kürtaj olanaksız hale gelene kadar kampta tutulduktan sonra serbest bırakıldıkları belirtiliyor. Tecavüzü etnik temizlik amaçlarına hizmet edecek biçimde kullanan Sırplar, 'nefret ürünü' bir kuşak yaratmaya çalışıyorlar." (Milliyet, 2 Ocak 1993)

"Vogosca kentindeki bir olayda, Çetnikler zorla girdikleri bir evde, küçük bir kıza tecavüz ettiler. Beş tanesi kızın babasını tutarken, altıncısı babasının önünde kıza tecavüz ediyordu. Saldırganların işi bittiğinde kız ölmüştü... Aynı bölgede biri 13, biri 7 yaşındaki iki kıza daha, annelerinin gözleri önünde Çetniklerce tecavüz edildiği bildirildi. Her iki kız da öldü..." (On Chetniks' Crimes Commited Over Muslim Girls and Women, The Riyasat of Islamic Community, sf.3)


YAKMA

"Müslümanların gözlerinin oyulduğu, kollarının, bacaklarının ve erkeklerin erkeklik organlarının kesildiğini bildiren ajans, Sırp çetecilerin katlettikleri Müslümanların tanınmaması için cesetleri topladıkları yerlerde yaktıklarını kaydetti." (Günaydın, 20 Mayıs 1992)

"Bir görgü tanığı, Sırp çetecilerin yaptıklarını gözyaşları içinde anlatırken şunları söyledi: 'Sırp saldırısı nedeniyle dağlara kaçan Boşnak kadın ve çocukları toplayıp dağ evlerine kapatıyorlardı. Sonra da, evlerin tüm çevresine benzin döküp ateşe verdiler. Müslüman kadın ve çocuklar çığlıklar içinde diri diri yandılar. Biz ilerdeki ormanda saklandığımız yerden bunu seyrettik..." (Sabah, 18 Eylül 1992)

Faşizan Sırp çeteleri, Bosna Savaşı boyunca çocuk, kadın, erkek, yaşlı demeden binlerce insana akıl almaz işkenceler uyguladılar. Çocukları bile gözlerini kırpmadan yakabilen bu zihniyetin temelinde, din ahlakından uzak ırkçı ideolojiler yatmaktadır. 

"Camilerle hızını alamayan Sırp katiller bu defa Müslüman mahallelerdeki bütün evleri tek tek havadan bombalayarak birer enkaza çevirmiş...Havadan bombalama bitince, dışarı kaçmaya çalışan Müslüman halkın üzerine ateş açılmış... Kimi ateşte yakılmış, kiminin boğazı kör bıçakla kesilmiş... Tek kelimeyle vahşet... Evleri yanan kadın ve çocuklar feryad figan ile dışarıya kaçmaya çalışıyordu... Ama Sırp katiller köyün etrafını sarmış kimsenin dışarı kaçmasına izin vermiyorlardı... Göz göre göre 85 kadın ve çocuk diri diri yandı gitti..." (Türkiye, 8 Haziran 1992)

Sırplar tarafından yakılarak öldürülmüş bir Boşnak

Allah Büruc Suresi'nde, Müslümanların geçmişte de yakılarak öldürüldükleri bildirmektedir:

"Kahrolsun Ashab-ı Uhdud. Tutuşturucu yakıt dolu o ateş. Hani kendileri ateş hendeğinin çevresinde oturmuşlardı. Ve müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlardan, yalnızca 'üstün ve güçlü olan' övülen Allah'a iman ettiklerinden dolayı intikam alıyorlardı... Gerçek şu ki, mümin erkeklerle mümin kadınlara işkence uygulayanlar, sonra da tevbe etmeyenler; işte onlar için cehennem azabı vardır ve yakıcı azab onlar içindir." (Büruc Suresi, 4-8, 10)


ÇOCUK KATLİAMI

"Son üç ay içinde kendisini en çok üzen olay neydi? İzzetbegoviç, bu soru yöneltilince, bir an duraklıyor. İlk tepkisi, 'İnsanlık dışı olaylar o kadar çok ki' oluyor. 'Bir hafta önceydi' diye başlıyor anlatmaya, 'Saraybosna'nın varoşlarında bir felaketi yaşadık. Kızlı erkekli bir grup küçük çocuk kiraz ağacına çıkmışlar. Güle oynaya kiraz yiyorlar. Makineli tüfeğin o korkunç sesi duyuluyor. Çocukların çığlıklarıyla, bu ses birbirine karışıyor. Çevredeki tepelerden birinde mevzilenmiş bir tankın üstünden açılıyor ateş. Üstelik ateşe ara vermiyor teröristler. O yüzden anne babalar çocuklarının yardımına koşamıyorlar. Çocuklardan bazıları yaralı. Kiraz ağacında feryatlar içinde bir süre asılı kalıyorlar. Fakat ateş devam ettiği için kimse gidemiyor kiraz ağacının yanına. Akşama doğru yedi küçük çocuğun öldüğü haberi geldi bana." (Sabah, 9 Temmuz 1992)

"Banya Luka yakınlarındaki Mayanka'da çocuklara işkence ettiler. Bir keresinde yedi çocuğu caddeye yatırıp üzerlerinden tank geçirdiler." (Hürriyet, 7 Ağustos 1992)


Sırp zulmünden en büyük payı alanlardan bir kısmı da çocuklardı. Savaş nedeniyle binlerce çocuk yetim ve öksüz kalırken, pek çoğu da sakat kaldı. 

"Fahri Başkonsolos Sılaycı, vahşetin insanlık sınırlarını çok aştığını belirterek, Ölüm olayları normal bir şekilde meydana gelmiyor. 2 günlük bir çocuğu hançeri üzerinde bırakarak, kalbinden hançerlenmiş bir şekilde annesinin kucağına atıyorlar. 10 yaşındaki bir kız çocuğunun kafasını kesip, başıyla top oynuyorlar" şeklinde konuştu." (Türkiye, 25 Temmuz 1992)

"CESETLERİN KOKMASI"

"Halk top ateşi altında yakınlarının cesetlerini kaldırmaya cesaret edemediğinden cesetlerin artık kokmaya başladığını kaydeden Saraybosna Sağlık Merkezi yetkilileri, şehirde salgın hastalık tehlikesinin de baş gösterdiğini ifade ediyorlar." (Türkiye, 29 Haziran 1992)

"KULAK BURUN KESME"

"Kamptaki işkencecilerin önde gelenlerinden biri, 18 yaşındaki Monika Simonovitch adındaki Sırp kızı idi. Monika, sorguya çektiği tutsakların bazen kırık şişe ile gözlerini oyar, kulak ya da burunlarını keserdi." (Cumhuriyet, 9 Ağustos 1992)

"Müslüman esir, 'Sırpların 30 erkek esiri bir alanda toplayarak boğazlarını kestiklerini, gözlerini oyduklarını, burun ve kulaklarını kopardıklarını kendi gözlerimle gördüm. Aklımı kaçırıyordum' diye konuştu." (Sabah, 6 Ağustos 1992)


Bosna soykırımı tüm dünyanın gözleri önünde, Avrupa'nın orta yerinde gerçekleştirildi. Radikal Sırp çeteleri, geçtikleri yerlerde arkalarında neredeyse tek bir canlı bile bırakmıyorlardı. Sırp saldırganlar, ele geçirdikleri kasaba ve köylerde önce halka çeşitli işkenceler uyguluyor, kadınlara ve genç kızlara tecavüz ediyor sonra da toplu olarak halkı kurşuna diziyorlardı.

BOĞAZLAYARAK ÖLDÜRME

"Gardiyanların tutukluların boğazlarını keserken 'çılgın kasaplar gibi' olduklarını belirten Alia Lujinoviç, şöyle dedi: 'Genç adamları boğazlarını kesebilmek için yere yatırıyorlardı. Kaçmaya çalışanı da vuruyorlardı. Sırp gardiyanlar dizlerini yere yatırdıkları tutuklunun beline dayayıp, saçlarından kafalarını yukarıya çekiyorlar, daha sonra da boğazlarını kesiyorlardı." (Zaman, 14 Ağustos 1992)

"KÖPEKLERE PARÇALATMA"

"Lujinoviç, cesetlerin beyinlerinin köpeklere yedirildiğini, doktorların da öldürülenlerin organlarını özel soğutma sistemine sahip bir kamyona koyduklarını anlattı." (Zaman, 14 Ağustos 1992)

Sırplar, Müslümanların çeşitli organlarını kesip hayvanlara yem yapıyorlardı.

HAMİLE KADINLARIN KARINLARININ YARILMASI

"Hadzici Spor Merkezi'nde kadınlara ve kız çocuklarına tecavüz ettiler. 13 yaşındaki bir kız çocuğuna 25 askerin tecavüz ettiği öğrenildi. Ayrıca hamile bir kadının karnı yarılarak, çocuğu alındı." (Hürriyet, 7 Ağustos 1992)

"HAYVANLARA YEM YAPMA"

"Kendisini 'Meho' olarak tanıtan bir Müslüman esir, Sırpların kamplarda toplu katliam yaptıklarını, cesetlerin ya çırılçıplak nehre atıldığını ya da esirlerin çektiği el arabalarıyla hayvan yemi fabrikalarına gönderildiğini belirtti. Sırpların bu vahşeti zevkle izlediğini belirten Meho, her fırsatta kendilerine balıklara ve hayvanlara yem olacaklarının söylendiğini bildirdi." (Sabah, 6 Ağustos 1992)

CAMİLERİN HARAP EDİLMESİ

"Foça şehrinde bir tek cami kalmadı. Mostar'da da bütün ibadethaneler tahrip edildi." (Flash TV, 1 Kasım 1992, saat 23:25)

"Sırp topçularının en çok hedef aldıkları yerler camiler." (L'Evénement du Jeudi, 23 Ekim 1992)

"Bosna-Hersek'te Sırplar 3 yaşındaki bir çocuğu babasının gözleri önünde ağaca çiviyle çakıp, testereyle parçaladılar. Daha sonra çocuğun parçalarını ateşte kızartarak silah zoruyla babasına yedirdiler." (TBMM'nin Bosna-Hersek ile ilgili 25 Eylül 1992 tarihli olağanüstü toplantısında, RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ın konuşmasından)


Çetniklerin Örtülü Destekçisi, Yugoslavya Başbakanı: Milan Paniç

Sırp terörünün gizli destekçilerinden biri de iç savaşın çıkmasından sonra Yugoslavya Federasyonu'nun başına getirilen Sırp asıllı Amerikan vatandaşı Başbakan Milan Paniç oldu.

Paniç, Müslümanlara yapılan zulmü destekleyen kimi lobilerin çizgisinde hareket ediyordu. Sırplara zaman kazandırma politikasının da uygulayıcısıydı. Sık sık "Katliamı durdurmak elimizde değil, zaman gerek" gibi gerçek dışı bir bahaneyi tekrarlayan Paniç'in bu bahanesi, Sırp vahşetinin en önemli desteklerinden biri oldu.


Milan Paniç

Bunun yanında, Paniç'in eskiden beri radikal Sırp hareketleriyle devam eden yakın bir iş birliği vardı:

"Eczacılık üzerine çalışmak için komünist Yugoslavya'dan ayrılıp Kaliforniya'ya yerleşen Paniç, daha sonra Sırbistan'da yatırımlar yaptı. Ayrıca Bosna-Hersek ve Hırvatistan'daki aşırı Sırp milliyetçilerle bağlantıları vardı." (The Economist, 18 Temmuz 1992)

Paniç, görevde kaldığı süre boyunca da, elinden geldiğince Sırp vahşetini gizlemeye çalıştı:

"Kamp bulana 5 bin dolar! Yugoslavya Başbakanı Milan Paniç, Sırbistan denetimi altındaki toplama kamplarında soykırım yapıldığı iddialarını yalanlayarak, Sırbistan'da tek bir toplama kampı bulan gazeteciye 5 bin dolar vereceğini söyledi." (Hürriyet, 7 Ağustos 1992)

Paniç'in, Bosna vahşetinin uygulayıcısının Sırp hükümeti değil "bir avuç başıbozuk serseri" olduğu şeklindeki yalanları da kimi kollamaya çalıştığının bir diğer göstergesiydi:

"Paniç'ten komik bahane. Yugoslavya Başbakanı Milan Paniç, Bosna-Hersek'te savaşın sürmesinin sorumluluğunu 1.200 çeteciye yıktı. Paniç, Madrid'de İspanya Başbakanı Felipe Gonzales'le yaptığı görüşmeden sonra düzenlediği basın toplantısında, '1.200 sokak serserisi, kelimenin gerçek anlamıyla çeteciler var. Kimseyi dinlemiyorlar' dedi. Yugoslav ordusu üzerinde tam olarak kontrol kurduğunu savunan Paniç, tüm sorumluluğun Devlet Başkanı Miloseviç'te değil, kendisinde olduğunu da öne sürdü." (Milliyet, 29 Temmuz 1992)


Miloseviç'in yerine geçen Milan Paniç, aslında Miloseviç'in en önemli yardımcılarından biri idi.

Paniç'in içi boş yalanlara dayanan başka tezleri de vardı. Buna göre, bölgede yaşanan olaylar yalnızca Sırpların suçu değil, savaşan herkesin suçlu idi. Hatta Paniç'e göre Sırplar aslında barış istiyordu. Paniç'in en büyük yalanı ise, "savaşçı" tarafın Boşnak Müslümanlar olduğunu öne sürmesiydi. Bazı Batı ülkeleri de -Paniç ve yandaşlarının telkinlerinin etkisi altında kalarak- Bosna Savaşı boyunca benzer bir yanılgıya kapılmış, bu büyük vahşeti iki toplum arasında yaşanan bir iç savaş gibi göstermeye çalışmışlardı. Oysa bu büyük bir yalandan başka bir şey değildi. Bosna'da yaşanan, iki etnik köken arasındaki bir çatışma değil, Sırpların Müslümanları ırkçı ve saldırgan bir zihniyetle toptan yok etmek için yürüttükleri bir operasyondu

"Bosna-Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç'le görüşen Paniç, çatışmalara son verilmesi için barış görüşmeleri yapılması önerisinde bulunarak, Sırp tarafının çatışmalara son vermeye hazır olduğunu belirtti. Paniç, Bosna liderinin, burada yaşayan Sırpların, insan hakları ve vatandaşlık haklarının tanınacağı konusunda kendisine güven verdiğini, çatışan üç tarafın da hatalı olduğunu kabul etmek gerektiğini belirterek, 'İnsanları öldürüyorlarsa, bu katilliktir. Kimin, ne kadar öldürdüğü ise önemli değil' dedi. "(Milliyet, 21 Temmuz 1992)

"Bosna-Hersek Devlet Başkanı İzzetbegoviç ile yaklaşık üç saat süren görüşmeden sonra bir açıklama yapan Paniç, dört aydır süren savaşı sona erdirmek için Bosna-Hersek'in Sırp, Hırvat ve Müslüman liderleri arasında barış görüşmelerine acilen başlamasını önerdiğini bildirdi. İzzetbegoviç'e yanıt vermesi için çok kısa bir süre tanıdığını bildiren Paniç, İzzetbegoviç'le anlaşamazlarsa, dünyanın hangi tarafın savaşı sürdürmek istediğini öğreneceğini söyledi." (Cumhuriyet, 20 Temmuz 1992)

Bütün bunların yanında, Bosna-Hersekli yetkililerin belirttiğine göre, Sırplar Paniç'in yönetimindeki Yugoslav Federal Ordusu'nun silahlarını kullanıyorlardı:

"Bosna-Hersek'in genç Cumhurbaşkanı Yardımcısı Eyüp Ganiç: Sırplar Yugoslav ordusunun silahlarını kullanıyor." (Milliyet, 29 Temmuz 1992)


Paniç'in yönetimindeki Federal Yugoslavya'nın askerleri de Çetniklere yardım ediyordu.

Yugoslav ordusunun Sırplara yaptığı yardım, BM Genel Kurulu'nun toplantısında da gündeme geldi. Paniç ise bu toplantıda da aynı taktiği izleyerek, uygulanan katliamdan dolayı kesinlikle Bosnalı Sırpları desteklemediklerini söyledi:

"Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda, oylamadan önce söz alan Yugoslavya Başbakanı Milan Paniç, Belgrad hükümetinin Müslüman Bosnalılara uyguladığı 'etnik temizlik' eylemlerini inkar ederek, 'Bu korkunç ve asla kabul edilemez bir olaydır. Savaşı Yugoslav askerleri değil, hükümetinin emrini dinlemeyen başıbozuk militanlar sürdürüyor. Tüm Yugoslav askerleri Bosna'dan çekildi. Biz harp değil, barış istiyoruz. Burada resmen BM'ye üyelik başvurumuzu yapıyorum' dedi."

Bosna Cumhurbaşkanı İzzetbegoviç'in verdiği cevap ise Paniç'in öne sürdüğü iddiaların ne derece gerçek olduğunu ortaya koyuyordu:

"...Yugoslavların üyelikten çıkarıldığı toplantıda Bosna-Hersek temsilcisi İzzetbegoviç: 'Her gün Yugoslav uçakları Bosna üzerinde uçuyor, yeni birlikler üzerimize sürülüyor ' diyerek Paniç'i yalanladı." (Hürriyet, 24 Eylül 1992)

Sırbistan'daki muhalefet lideri Draskoviç, Paniç'i "Miloseviç'in kuklası" olarak nitelendiriyordu:

"Sırbistan'da olaylar başlayınca Miloseviç'e sadık kişiler Paniç'i ülkenin kurtarıcısı olarak Yugoslavya'ya getirdiler. Vuk Draskoviç, Paniç'i Miloseviç'in kuklası olarak tanımlıyor. Acaba aralarındaki bu yarış gerçek mi yoksa bir senaryo mu?" (L'Evenement du Jeudi, 10-16 Eylül 1992)

1993 başında, Paniç'in de görevine son verildi. Unutmamak gerek ki, daha önce, sözde barışın oluşması için çalışan Paniç, senaryonun bir parçası olarak, görünüşte rakibi, gerçekte "biraderi" olan Miloseviç tarafından Yugoslavya Başbakanlığı'ndan indirildi.
#14 - Mart 13 2010, 20:29:18
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Hırvatistan'da Locaların Örgütlediği Faşist Gruplar, İsrailli Silah Tüccarları ve Savaşın İkinci Cephesi

EP dergisinin 14-21 Şubat 1993 tarihli sayısında "Her Çeşit Faşist Hırvatistan'da" başlıklı ilginç bir haber yayınlandı:

Berlin'in yüksek tirajlı gazetesi 'BZ', Yugoslavya'daki iç savaşta Alman neo-Nazi grupların ve Eski Demokratik Almanya subaylarının faal rol aldıklarını öne sürdü. BZ, neo-Nazilerin sabotaj, bombalama ve baskın gibi eylemlerde kullanıldıklarını belirtti." (Hürriyet, 9 Mart 1993)


Miloseviç ve Hırvat lideri Tudjman

Bu haberde de ifade edildiği gibi Hırvatistan, neo-Nazilerin yoğun olarak faaliyet gösterdiği bir yerdi. Bunların büyük çoğunluğu para ile çalışan, ırkçı, faşist sokak serserileriydi. "Özel Savaş Birimi" uzmanlarınca eğitilmekte, sabotaj konusunda uzmanlaşmakta, klasik kontrgerilla yapısı sergilemekteydiler. Bu faşist grupları Hırvatistan'da örgütleyen ve yöneten teşkilat ise, "Opus Dei" idi:

"Oksiyek'teki bu uluslar arası tugayı, faşizan Opus Dei örgütüne yakın bir gazeteci olan Eduardo Flores yönetiyor. Flores, Opus Dei çizgisindeki La Vanguardia gazetesi adına savaşı izlemeye gönderilmiş, ama 'daktilosunu tüfekle değiştirerek' izleyeceği olaya bizzat müdahil olmaya karar vermiş. Hırvatistan'daki bu faşist uluslar arası tugayın 'bağlantılarını' araştırmaya girişen iki İsviçreli gazeteci, bu 'meraklarını' canlarıyla ödediler. Eduardo Flores, bu olaylar üzerine Zagreb'de verdiği demeçte 'gazeteci olmak pek rahat ve hoş bir şey değil' dedi." (EP, 14-21 Şubat 1993)

Hakkında araştırma yapanların faili meçhul cinayetlerin hedefi oldukları Opus Dei, sıradan bir örgüt değildir, uluslararası bir mason locasıdır:

"Papa, aynı zamanda da kilisenin içinde oluşan bir mason locasına hayır duası etmişti. Locanın adı Opus Dei idi." (Im Namen Gottes?, David A.Yallop, sf.365)

"Bu Katolik tarikat, birçok açıdan P2 mason locasına yakın ve genel olarak kilise içinde ve Vatikan şehrinde artan bir kuvvet.. Opus Dei gizli bir teşkilat ve aslında kilise adaletine göre kesin olarak yasaklanmış. Buna rağmen, Katolik kilisesinin sağ uç kanadını bir vücutta toplamış ve birçok taraftarı olduğu gibi birçok düşmanı da olmuştur. Dr. John Roche, Oxford Üniversitesi'nde doçent ve eski bir Opus Dei üyesi. Bu teşkilatı 'kötü niyetli ve gizemli' olarak karakterize ediyor." (Im Namen Gottes?, David A.Yallop, sf.366)

Müslümanlara yönelen Hırvat terörünün destekçileri arasında İsrailli silah tüccarı Yehoshua Waldhorn da vardı:

"Forbes dergisi, gemiyle Bulgaristan'dan Hırvatistan'a yollanan silah yardımının ardındaki 'gizli adam'ın İsrailli silah tüccarı Yehoshua Waldhorn olduğunu bildirdi. Waldhorn ise Forbes'in haberini yalanlayarak, yalnızca yiyecek, metal ve kimya sektörü ile ilgilendiğini ve tüm işlerinin uluslar arası anlaşmalara uygun olduğunu söyledi." (New American View, 15 Mayıs 1993)

Tudjman ve Miloseviç'in, savaş boyunca nasıl bir iş birliği içerisinde olduklarını ise İzzetbegoviç'in şu sözleri en iyi şekilde tarif etmektedir:

"Aliya İzzetbegoviç, Hırvatistan Başkanı Tudjman ve Sırbistan lideri Miloseviç arasında seçim yapmayı, kan kanseri ile beyin tümörü arasında tercih yapmaya benzetmişti." (A Paper House -The Ending of Yugoslavia, Mark Thompson, sf.95)


İngiltere'nin Tavrı

Sırplara hiçbir müdahale yapılmamasının ardında önemli bir "İngiliz faktörü" de vardı. Başta ünlü masonlardan Churchill olmak üzere, İngiliz masonları II. Dünya Savaşı'nda 100.000 Müslüman katleden Çetnikleri desteklemişlerdir. İngiltere'deki bir kısım masonik odaklar, bu savaşta da Müslümanlara karşı Sırplara örtülü destek verdiler. İngiliz masonlar, Bosna'ya gönderdikleri Müslüman barış gücüne bağlı askerlerini öne sürerek, müdahaleye karşı çıkıyorlardı. Sözde, askerlerinin Sırpların misillemesine maruz kalmasından korkuyorlardı. Bosna yönetiminin "öyleyse askerlerinizi geri çekin!" teklifine de yanaşmıyorlardı. Ne istedikleri aslında çok açıktı.

Sırpların İngiltere'deki destekçisi, Malcolm Rifkind

Bu politikanın ana amacı, radikal Sırpların Bosna'yı Müslümanlardan arındırmak hedefine kolayca ulaşmalarını sağlamaktı. Bu esnada, İngiliz hükümetinin bir üst düzey yazışmasının basının eline geçmesiyle, önemli bir bilgi daha açığa çıkıyordu. Yazışmada, Avrupa kültürü içinde Müslüman bir devletin varlığının kabul edilemezliğini hatırlatılıyor ve bu düşüncenin tüm Avrupa ve Kuzey Amerika hükümetlerince paylaşıldığı vurgulanıyordu. Nitekim İngiliz hükümetinin Savunma Bakanı Malcolm Rifkind Sırp dostu ve Bosna düşmanı politikanın önde gelen mimarlarından kabul ediliyordu:

"Aralık 1992'de, Aliya İzzetbegoviç, 'İngiltere'nin herhangi bir olumlu gelişmenin önündeki en büyük engel' olduğunu açıkça söylemişti. İngiliz kuvvetlerinin Bosna'daki Barış Gücü'nde yer alıyor olmasını öne sürerek, John Major hükümeti, tüm askeri ve politik çözümlere engel oluşturdu... İngiliz Savunma Bakanı Malcolm Rifkind, 'Bosna'da bir iç savaş yaşandığı ve insani yardım dışında hiçbir müdahalede bulunulmaması gerektiği' şeklindeki düşüncenin bilinen en ünlü savunucusu." (Washington Report On Middle East Affairs, Nisan/Mayıs 1993)

Sonuçta önemli olan, Sırp vahşeti boyunca Bosna için hiçbir somut olumlu gelişme kaydedilmemiş olmasıydı. Kimin "ehven-i şer" görünümüne girmiş olduğu pek bir önem taşımıyordu.


Atina Senaryoları ve 'Barış Elçisi' Miloseviç!

1993 yılının Nisan ayı sonlarında bir Bilderberg toplantısı yapıldı. Toplantı için seçilen yer ise oldukça dikkat çekici bir şehirdi: Sırpların baş destekçisi Yunanistan'ın başkenti ve "Ortodoks Cephesi"nin önemli üslerinden Atina. Toplantıya katılanlar arasında önemli isimler vardı.

Henry Kissinger, NATO Genel Sekreteri Manfred Wörner, Clinton'un danışmanlarından Vernon Jordan, Lord Carrington, Lord Owen, ünlü finansörler David Rockefeller ve Giovanni Agnelli, Yunan Başbakanı Mitçotakis ve Yunan Dış İşleri Bakanı Michael Papkonstandinov. (The Spotlight, 10 Mayıs 1993) Toplantıda Yugoslavya konusu ayrıntılarıyla görüşüldü, ama görüşmeler ve kararlar gizli tutuldu. (The Spotlight, 10 Mayıs 1993) Toplantının ilgi çeken yönleri şöyleydi:

"Bilderberg Kulübün Atina'daki yıllık toplantısı ile ilgili olarak büyük bir esrar perdesi dikkati çekiyor. Katılanların listesinin bile açıklanmadığı toplantıda ne gibi kararlar alındığı konusunda da hiçbir bilgi sızdırılmadı. Toplantının gerçekleştirildiği otelin civarında görülmemiş güvenlik önlemleri alan Yunan polisi gazetecileri kapıya yaklaştırmadı." (Zaman, 26 Nisan 1993)

Bilderberg'in kesinlikle dışarı sızdırmadığı Yugoslavya kararlarının ne olduğunu bilmek imkansızdı. Yalnızca dikkati çeken, toplantının ardından Mitçotakis'in yıldızının birden parlamasıydı. Bu olaydan kısa bir süre sonra, Atina'da ikinci bir toplantı, bir zirve oldu. Mitçotakis'in girişimleri sonunda Sırp ve Hırvat liderler, İzzetbegoviç ve arabulucular biraraya geldiler. Atina'daki toplantı bir açıdan çok önemliydi. Ünlü Vance-Owen planını bir tek Sırplar imzalamamıştı, Bosnalı Sırpların lideri Karadziç o güne dek direniyordu. Bu toplantıda Mitçotakis ile Miloseviç ve Cosiç gibi Sırp liderler, Karadziç'i barış planını imzalamaya zorladılar! "Kasap" Miloseviç, bir anda iyi adam rolünü üstlendi. Mitçotakis "barışı sağlayan adam" oluverdi. Atina'daki manevra, çok ilginç sonuçlar ortaya çıkardı. Daha önce Karabağ'da da gördüğümüz film tekrarlanıyordu. Buna göre, sözde Sırp liderleri, en başta Miloseviç, katliamı gerçekleştiren Sırp milislerine hakim olamıyor, bir türlü onları barışa ikna edemiyorlardı! Bu senaryoya göre bu iyi niyetli liderler, sözde fanatik Sırp çetelerine bir türlü söz geçiremiyorlardı.


Savaşı sona erdirmek için yürütülen çalışmalarda, Miloseviç belli çevreler tarafından adeta barış elçisi gibi gösterilmeye çalışılmıştı.

Anlaşılan, Miloseviç gibi sadık ve başarılı bir biraderin, geleceği garanti altına alınmak isteniyor, katliamın gerçek sorumlusu olan bu "insan kasabı", oynanan senaryolar sayesinde dünya kamuoyu önünde temize çıkarılmak isteniyordu. Atina zirvesinde Bosnalı Sırpların lideri Karadziç'in onayladığı Vance-Owen Planı, daha sonra Pale kentindeki sözde Sırp "parlemento"sunun aldığı referandum kararı ve nasıl düzenlendiği belli olmayan referandumdaki sonuçla reddedildi. Bunun ardından Miloseviç, "barışa bir türlü ikna edemediği" Bosnalı Sırplara ambargo koyduğunu açıkladı. Bir Batılı diplomatın deyimiyle "Miloseviç'e neredeyse Nobel ödülü" verilecekti. İşin en garip yönü ise, başta belirttiğimiz gibi Vance-Owen Planı'nın aslında en çok Müslümanları zararlı çıkartıyor olmasıydı:

"Atina'da Sırpların büyük baskılarla kabul ettiği Vance Owen Planı'na bakarsak, bu plan Bosna'yı 10 parçaya bölüyor. Dolayısıyla da baştan beri Boşnakların lehine değildir. Ama Sırplar, oyunu öyle onayladılar ki; şimdi 4-5 ay önce yapılan tartışmaları kimse hatırlamıyor ve adeta tek kurtuluş yoluymuş gibi herkes bu plana sarılıyor. Bosna-Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç'in aylar önce reddettiği bu formülü, katliamı durdurmak için kabul etmekten başka şansı yok doğrusu. Bir Türk diplomatının deyimiyle 'Bu formül, aslında Sırpların durumunu konsolide ediyor (destekliyor) ve Türkiye gerek ABD'ye gerekse diğer Batılı ülkelere bunu aylar önce söylemiş durumda. Bu tabloya rağmen, neden Sırplar planı kabul etmiyorlar?" (Milliyet, 4 Mayıs 1993)

Katliamı durdurmanın tek yolu, teklif edilen planı onaylamaktı. İzzetbegoviç, savaşı sona erdirebilmek için adil olmadığını bildiği halde, önerilen plana imza atmak zorunda bırakıldı.

Sırplar neden planı kabul etmiyorlardı? Vance-Owen'ın, Batı'nın gerçekte kimin yardımcısı olduğunun belirginleşmemesi için böyle danışıklı anlaşmazlıklar gerekiyordu herhalde. Bosnalı Sırplar, bu planı reddetmelerinin ardından yeni bir barış planı hazırlanmasını istediler. Planın hazırlayıcısı için uygun gördükleri isimler ise ilginçti: Henry Kissinger ve Mihail Gorbaçov. Tescilli mason Kissinger için pek fazla bir şey söylemeye gerek yok. Gorbaçov'un loca ilişkilerini ise "Komünizm ve Sovyetler" bölümünde incelemiştik.

Sırp-Hırvat İş Birliği ve Bosna'yı Paylaşma Planı

93 yazına girerken Sırp ve Hırvatlar, Müslümanlara karşı birleşip ortak saldırılar düzenlemeye başladılar. Mayıs ayında Sırpları aratmayacak bir vahşet uygulayarak Müslümanlara saldıran Hırvat milisleri HVO'lar, Çetniklerle el ele verdiler:

"Geçen hafta, Saraybosna'nın 18 mil kuzeybatısında, Hırvatların kontrolündeki Kiseljak'ta üç Sırp tankı Hırvat Savunma Konseyi (HVO)'nun elindeki bir kontrol noktasına yöneldi. Hiçbir çatışma olmadı. Tam tersine, tanklar güneye, haftalardır Sırp ve Müslüman birliklerinin çarpıştığı bir cepheye yöneldi ve Müslümanlara saldırdı. Sırplar Saraybosna yakınındaki bir Sırp kontrol noktasından 20 otobüs dolusu Hırvat milisinin geçmesine izin vermekle Hırvatlara bir başka iyilik daha yaptılar. Daha sonra da Hırvatlar Maglaj kentindeki Müslümanları kuşatma altında tutan Sırpların yardımına koştular. 'Şimdi hep birlikteyiz' diyor bir Sırp askeri, 'Hatta tanklarımızı Hırvatlara satıyoruz.'... Sırplar iki hastanelerini Hırvat yaralılara açtılar, ayrıca her iki taraf da Maglaj, Zavidovici ve Zepce'deki Müslümanlara karşı ortak saldırılar düzenliyorlar." (Newsweek, 12 Temmuz 1993)


İzzetbgoviç'e imzalaması için baskı yapılan plana göre Bosna iki ayrı cephe içine sıkıştırılıyor. 

Cephede Sırp-Hırvat dostluğu sürerken, liderler de "şer cephesi"ni sağlamlaştırmak üzere toplantılar düzenliyordu. Mayıs sonunda Sırp lideri Karadziç ile Hırvat lideri Mate Boban, Karadağ'da gizli bir toplantı yaptılar. Aynı iş birliği "büyük patronlar", yani Miloseviç ve Tudjman arasında da sürüyordu. Sonuçta iki lider, "Bosna'yı paylaşmak için" anlaşmaya vardıklarını duyurdular. Müslümanlara %10-15'lik bir toprak vermeyi öngören bu plan, uluslar arası arabulucular Owen ve Nisan sonunda Vance'den "görev"i devralan Stoltenberg tarafından da destek gördü.

Batı'nın içinde yer alan malum çevrenin, Bosnalı Müslümanlar için neler düşündüğü bir kez daha ortaya çıkmıştı. İzzetbegoviç, "Bosna'yı paylaşma planı"nı reddetti. Tam İzzetbegoviç'in planı reddettiği sırada, söz konusu Batılı çevreler "insani yardım"ı yarı yarıya azaltacaklarını duyurdular. Eyüp Ganiç'in ifadesiyle "insani yardım" da böylece Bosnalılar üzerinde "bir baskı unsuru" olarak kullanıldı. Bu sırada, Bosna-Hersek'in BM daimi temsilcisi Muhammed Şakirbey de BM'de düzenlediği bir basın toplantısında, uluslararası konferansın arabulucularının (yani Owen ve Stoltenberg'in) bürosundan hükümetine "planı kabul etmemeleri halinde insani yardımın kesileceği tehdidi" geldiğini bildirdi. (Milliyet, 11 Temmuz 1993)

Katliamın Batılı destekçileri bu şekilde Müslümanları "ikna" etmeye çalışırken, diğer koldan Sırplar da Saraybosna'ya büyük bir saldırı düzenliyorlardı.


'Ortodoks Cephesi'

Bosna'daki katliama Batı'nın uzun süre hiçbir müdahalede bulunmaması, dünya basınında "Yeni Dünya Düzensizliği" olarak yorumlandı.

Fransız düşünür Jean Baudrillard, Yeni Düzen - Bosna ilişkisini şu şekilde tanımlamaktaydı:

"Şimdi (Yeni Dünya Düzeni ile birlikte) bir tür dünya polis devleti sistemine geçiliyor. Polis kontrolünün iyice yaygınlaşması bu. Yani heterojen olan, baş kaldıran, karşı duran herşey elimine edilecek. Örneğin Bosna-Hersek'teki etnik arındırmanın altında da bu var. Politik olarak sözde ideal Yeni Avrupa'nın tek politik eylemi, Müslümanları elimine etmek oldu." (Nokta, 30 Mayıs - 5 Haziran 1993)

Bosnalı Müslümanları acımasızca katleden, bu katliamı organize eden ve buna destek verenlerin, Bosna'nın ardından neler planlandığı ise bir başka önemli sorudur. Bosna Savaşı'nı takip eden dönem içerisinde yeni bir güç merkezi, bir "Ortodoks Cephesi" oluşturulmuştur. Ortodoks geleneğinin kimlerle iş birliği yaptığını hatırladığımızda ise olay daha da ilginç bir boyut kazanmaktadır. Masonluk-Ortodoksluk iç içeliği, "Masonlar Sözlüğü"nde şu şekilde ifade edilmektedir:

"Hiçbir Ortodoks Kilisesi masonluğu dışlamamıştır. Hatta Sırbistan'da, Romanya'da ve Bulgaristan'da birçok Ortodoks rahip hatta yüksek rütbeli din adamı 'Nur-i Ziya'ya (mason literatüründe bir kişinin locaya katılmasına verilen sembolik ad) kavuşmuştur." (Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, Daniel Ligou, sf.876)

Günümüzde de "Ortodoks Cephesi" kendine sağlam destekçiler bulmuş durumdadır. Bu durum, Yunan lobisinin İngiliz The Guardian gazetesinin 11 Aralık 1992 tarihli sayısında yayınladığı tam sayfa "açık mektup"ta belli oluyordu. "Avrupa Topluluğu'nun Devlet Başkanlarına ve Hükümetlerine" diye başlayan mektupta, Yunan lobisi, paranoyak saplantısı durumuna gelmiş olan "Makedonya'nın Makedonya ismiyle tanınmaması gerektiği, bunun Yunanistan'a ait bir ad olduğu" tezini savunuyordu. Mektupta bu konuda çeşitli "neden"ler sıralandıktan sonra, önemli bir "otorite"den, Henry Kissinger'dan şu alıntı yapılıyordu: "Yunanlıların bu ismin (Makedonya) kullanılmasına karşı çıkması bence tümüyle haklıdır. Neden mi? Çünkü ben tarihi biliyorum ve tarih bunu söylüyor."

Ortodoks Cephesi bunun dışında da bazı ilginç bağlantılar kurmaktadır. 1993 Nisanı'nda Yunanistan, Sırbistan, Rusya ve Ermenistan'dan Ortodoks Kilisesi liderlerinin, Atina'da İsrailli heyetle yaptığı görüşmeler (Şalom, 21 Nisan 1993), pek çok kaynak tarafından bazı tehlikeli gelişmelerin habercisi olarak değerlendirildi.

Araştırmacı-yazar Aytunç Altındal, "yeni düzenin konuyla ilgili planları"ndan şöyle söz etmektedir:

"Türkiye kendisine dayatılan koşulları kabullenmezse İstanbul'da bir Beyrut, Anadolu'da da bir Bosna-Hersek oluşturuluverir. Avrupalı tekeller, konvansiyonel silahlarla sürdürülecek ve bir türlü (!) sona erdirilemeyecek olan iç savaşların ne denli karlı olduğunu bizden iyi biliyorlar. 60 milyonluk Türkiye -üstelik Müslüman-Avrupa için çok fazladır... Türkiye en geç Eylül-Ekim'de, Avrupa'da, Balkanlar'da ve Türkiye'de çok etkili olacak bazı olaylara kendini hazırlamalıdır. Özellikle İslamcı çevreler çok dikkatli olmalıdırlar." (İzlenim, Temmuz 1993)

Bu bilgiler, yeni düzenin patronlarının, Balkanlarda oluşan "Ortodoks Cephesi"ni, Sırp-Yunan-Rus-Ermeni ittifakını, Türkiye'ye karşı kullanmayı deneyip-denemeyecekleri sorusunu gündeme getirmektedir. Acaba Sırp liderlerin ağızlarından düşürmedikleri "Osmanlı Mirası" tümüyle ortadan kaldırılmak istenecek midir? Sırpların "Od Yadrana do İrana neçe biti Muslimana" (Adriyatik'ten İran'a kadar Müslüman kalmayacak!) sloganı uygulamaya konacak mıdır? Zaman içinde tüm bu soruların cevabı birer birer ortaya çıkacaktır. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, haksızlığa, adaletsizliğe, acımasızlığa, saldırganlığa dayalı olan hiçbir düzen Allah'ın izni ile başarılı olamayacak, hedefine ulaşamayacaktır.
#15 - Mart 13 2010, 20:51:33
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Yeni!
Akan Kanın Gösterdikleri

Yaşanan savaşta iki yüz bin savunmasız insandan akan "kan", kimleri tatmin etti? Bu vahşeti uygulayan, uygulanmasına ortam hazırlayan "birader"lerin nasıl bir düşünce sistemi, felsefesi vardı? Bütün bunları gördükten sonra artık bazı gerçeklerin anlaşılması gerekmektedir. Bu vahşeti ve dünyanın her yerinde bunu izleyebilecek acıları, katliamları, kanı durdurmanın yolu ancak, bu sistemi uygulayanı doğru belirlemek, ona ve herşeye karşı sonuç getirecek, adalete dayalı bir dünya düzeni kurabilecek tek çözümü kabul etmektir.

Yeryüzünün en üstün kültür ve medeniyetini kurduğunu iddia eden Batı'nın içindeki bazı çevreler, acaba nasıl bu kadar ilkel, barbar ve zalim olabilmektedirler? Eğer konuya yalnızca siyaset felsefesi açısından yaklaşırsak, bulacağımız cevap kolay ve sıradandır: Söz konusu kişiler, "Makyavelizm" dediğimiz prensiple düşünmektedirler. Bir toplum, bir diğer toplumun siyasi yönden kendi varlığına tehdit oluşturduğunu ya da kendi çıkarlarını zedelediğine inanırsa, "rasyonel" bir karar vererek o toplumun askeri bir saldırı ile ezilmesini emretmektedir. Bu "siyasi" operasyon sırasında akan masum insanların kanları, operasyonun kendilerine sağladığı büyük yararın yanında, önemsizdir. Kısacası, Makyavelizm'in ünlü kuralı işlemektedir; amaç, araçları meşru kılmaktadır.


"Bize ne oluyor ki, Allah'a tevekkül etmeyelim? Bize doğru olan yolları O göstermiştir. Ve elbette bize yaptığınız işkencelere karşı sabredeceğiz. Tevekkül edenler Allah'a tevekkül etmelidirler."
(İbrahim Suresi, 12)

Ancak bu açıklama, belirttiğimiz gibi, konuyu derinlemesine incelemek için yeterli değildir. Evet, sorun ittifakın üyelerinin masum insanları boğazlamayı makul görecek kadar Makyavelist oluşlarıdır, ama asıl soru, onların nasıl olup da böyle bir "siyasi felsefe"ye sahip olabildikleridir. Siyasi çıkarlar için yüz binlerce insanın ölümüne karar veren bir insan, analiz edilmesi gereken bir "insan modeli"dir. Siyaset felsefesinin de ötesinde, bu insan modelinin tüm bir yaşam felsefesini incelemek gerekmektedir.

Batı'nın içindeki bir kısım insanları bu kadar acımasız hale getiren söz konusu yaşam felsefesi, materyalizmdir. 19, yüzyıldan beri Batı düşüncesine egemen olan bu felsefe, insanı insan yapan tüm manevi değerleri tahrip etmiş, sadece maddeye önem veren yüzeysel bir kültür oluşturmuştur.

Materyalizm, insanları dinden koparırken, dinin öğrettiği nefis terbiyesini de ortadan kaldırmıştır. Bu ise insanın kötüleşmesinin başlangıcıdır. Çünkü Allah, insanı yaratırken, onun ruhuna hem iyillik hem de kötülük ilham etmiştir. İnsan, bu kötülükten kurtulabilmek için, dinin terbiyesine muhtaçtır. İnsan ruhu ile ilgili bu büyük gerçeği, insanlığın yegane yol göstericisi olan Kuran'da şöyle haber verilir:


Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene',
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
Ve onu örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)


Ayetlerden de görülmektedir ki, Allah insanı yaratırken onun nefsine (benliğine) hem kötülük, hem de ondan sakınma, yani iyilik ilham etmiştir. İnsanın içinde bu iki güç birden bulunur. İnsanın kurtuluşu ise, bu kötülükten sakınmayı seçmesidir. Nefsinde kötülük bulunduğunu kabul etmediği anda da o kötülükten sakınacak bilince sahip olamaz, ayette geçen ifadeyle o kötülüğü "sarıp örter", kendi içinde besler. Dolayısıyla o kötülük, onu yutar. Yalnızca nefsindeki kötülükten ibaret bir canlı haline gelir ki, bu noktada onu insan yapan değerleri de kaybeder. Yalnızca içgüdülerini tatmin etmek için yaşayan bir tür hayvana dönüşür. Bu içgüdülerin tatmini için de kolaylıkla kan dökebilir.

İşte sözde "uygar" materyalist Batı düşüncesinin vardığı nokta, bundan pek farklı değildir. Materyalist Batı uygarlığının egemen kadrosunun arasında yer aldığı kadar, aynı zamanda da onun bir ürünü olan "gizli el", işte bu nedenle şaşırtıcı derecede zalim, barbar ve kan dökücü olabilmektedir. Sahip olduğu anlamsız uygarlığı koruyabilmek, yani maddesel dünya üzerindeki egemenliğini muhafaza edebilmek için her türlü Makyavelist cinayeti işleyebilir ve bir manevi kültüre sahip olmadığı için bu onu hiçbir biçimde rahatsız etmez. En çok da gerçek bir anlam ve derin bir manevi kültür sahibi olan bir uygarlığı hedef alır ki, bu da İslam'dır.

Ve sonuçta şunu da söylemek gerekir: İnsanın "uygar bir barbar" olması, yalnızca Batı medeniyetine özgü bir durum değildir. Batı, bu batağın içine boğazına kadar batmış olduğu için bir örnek teşkil etmektedir. (Batı'yı bunun içine tamamen düşmekten koruyan etken ise, hala sahip olduğu dini inanç ve değerlerdir.) Aynı tehlike, dinden yüz çeviren, dini terbiyeyi ve ahlakı göz ardı eden, kısacası yalnızca "ekmek"le yaşayabileceğini zanneden her toplum ve her birey için geçerlidir.

Bosna'da akan kanların, Batılılara, Doğululara ve tüm insanlığa verdiği en önemli ders bu olmalıdır. Bosnalı Müslümanların çektikleri acılar ise, bunları olgunluk ve inançla karşılaştıkları sürece, onlar için hem bu dünyada hem de ahirette bir şeref vesilesi olacaktır. Allah Kendi yolunda eziyet gören kullarının durumunu şöyle haber verir:


"Onlar, yalnızca 'Rabbimiz Allah'tır' demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından çıkarıldılar..." (Hac Suresi, 40)

"...Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevap verdi: 'Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam... İşte hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım.' Bu Allah katından bir karşılık (sevap)tır. O Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O'nun katındadır." (Al-i İmran Suresi, 195)


---
Ve yazı burada sona eriyor. Öncelikle yazıyı bulmama dolaylı yoldan da olsa vesile olmuş olan Bosna-Sancak sitesine sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. Ve ayrıca yazının bu kısmına dek veya herhangi bir bölümünü zaman ayırıpta okumuş üyeler, sizlere fazlasıyla müteşekkir olduğumu hatırlatmama gerek yoktur herhâlde. Değil mi ?

Bilge Kral der ki; "Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın."
Ve;
Bilgisiz kimselerin zihinlerinde kargaşa yaratmak için başvurulacak ilk ve en etkili yol, milli olanla milliyetçi olan arasındaki farkı gözden kaçırmaktır. Aslında bu fark bazen sevgi ve nefret arasındaki fark kadar büyük olabilir.
Milli duyguları olan bir insan, kendi halkini sever, onların kusurlarını da erdemlerini de kendi üstünde taşır, o halka aittir. Bir milliyetçi ise kendi halkını sevmekten çok başkalarından nefret eder, daha da önemlisi, uygulamada, başkalarının mülkü olan şeyi ister. Başkalarına ait farklılıkları boğar, hoşgörüsüzdür, fiziksel baskı uygular. Kendisine ait olanı savunmaz, kendisine ait olmayanı da ister. Aşırı milliyetçiliğin özünde Tanrı’ya inanç yoktur. Dünyanın bütün büyük dinleri su basit hakikati öğretmeye çalışır (ve bütün hakikatler basittir): Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkasına yapma. Ya da öyle hareket et ki, davranışların herkes için geçerli olsun; ne sana göre değişsin ne de başkalarına göre…


"Hiçkimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır.
Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar.
Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın."
ALİYA İZZETBEGOVİÇ
#16 - Mart 13 2010, 20:53:49
« Son Düzenleme: Nisan 18 2010, 19:56:41 Gönderen: Armoni »
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.