Saçlarını soldan toplayıp çiçeğini iliştirmişti güzel kız. Zillerini takmıştı parmaklarına, öylesine kıvrak öylesine can alıcıydı ki döktürüyordu adeta, tüm yaşamını unutmuşçasına. Efeler gibi hey! dedirtecek bir yağız delikanlı oturuyordu karşı masada. Kocaman ve tüm dünyayı kavrayacakmış hissi veren ellerini şaklatıyordu. Her birbirine vurduğunda elleri sanki büyük bir hasretle sevişiyordu beraberinde güzel kızın saçlarının rüzgârınıda içine alarak.
Masalara meze olacak cinsten görünsede güzel kız olmayacaktı hiçbir şekilde. İnattı, katır gibi hemde. Güzel kıvırıyordu belini ve çokta çekiciydi. Saçlarının rüzgârı tüm salonu sürükleyip başka dünyaya götürebiliyordu. Kulaklar parmaklarında ki zillerin ahengine çoktan kapılmış ve gözler güzel kızın bütününde kör olmaya çoktan teslim olmuştu. Hiçbir ilgi hiçbir bakış ilgisini çekmiyordu güzel kızın yalnız bir kişi hariç. Dünyayı kavrayacak cinsten elleri olan, oturuşu efelerden farksız duran ve ben burdayım! diye bağırmaktan çekinmeyen gözleriyle çoktan sessizliğini, ilgisizliğini alt üst etmişti yağız delikanlı.
Ellerini her birbirine vuruşta güzel kızı onurlandırır hâl alıyordu o alkış. Daha büyüleyici daha insanı kendisinden alan cinsten oynamaya başlıyordu. Gözlerinde ki ağıt yakan yakarışlarıda görmemiş değildi adam. Kurtar! diyordu bir nevi, götür beni!
Onu öylesine güzel kılan ve yalnızca insanları eğlendirmek için çalan müzik belkide o anda onu hayatının sahnesine götürmüştü ve belki de böylesine güzelken hiç bu kadar düşünmemişti ya da fırsat bulamamıştı. Gözleri ondan başkasını görmüyor dünya gözünden siliniyordu. Alıp götürse onu, kim bilir zil takıp oynadığı parmaklarını, varlığı darma duman eden fal taşı gözlerini ve afet-i devran olan güzelliğini feda edebilirdi. Gözlerde ki çağrıyı bekliyordu. Yalvarır gibi yakarır gibi.
Yağız delikanlı çoktan güzel kızın içine girmiş onun düşündüklerini söküp almıştı kendisinin saymıştı. Baş döndürücü tavrına bir de fırtınaları aratmayan dönüşünü ekleyecekken güzel kız kolunda bir kelepçeyi andıran varlık hissetti. Dönüp bakamadı, hareket edemedi, müzik dahil herkes, her şey susmuştu sanki. Daha dönmesine fırsat kalmadan bulunduğu yerin çok dışında karanlık ve sadece sarı ışıkların aydınlattığı bir sokağın ortasında bulmuştu kendini. Kimsecikler yoktu yalnızca yıldızlar ve sarı ışıklar şahitti o anın varlığına-yaşadıklarına. Konuşmadılar, sustular. Çığlık çığlığa sustular. Anlaşmışları zaten çoktan. Bir annenin evlâdını arayışı sırasında ki gibi bir feryad koptu, bir çığlık. Gökyüzü şahitlik etti onlara, gürledi. O an kendilerine geldiler. Kainatın anasına yakalanmışlardı çünkü. Teslim oldular ve gökyüzü arayışının sonucuna daha fazla dayanamayıp döktü gözyaşlarını. Yıkadındı sokaklar, yıkandı adam ile kadın.
Bir olup hayatın parmaklarına zili takıp zorla oynattılar. Güzel kız izledi bu defa ve beğenmedi hayatı çünkü hiç kıvrak değildi. Yağız delikanlının elleriyse bu defa güzel kızın ellerine kenetlenmişti. Mukadderattır ki adam aksine hayatı alkışlamaya tenezzül etmemişti...
...
... Güzel kız gökyüzünü, yağız delikanlı sarı ışıklı sokakları giydi üstüne ve doğdular birbirlerine, göbek bağlarını kördüğüm edip yürüdüler hayatın tersine. Sevgilerinden yüzlerce, milyonlarca gayrimeşru çocuklar doğurup saldılar yüreklere...
...
Burcuyevski-On6haziran2bin10