Alternatifim Cafe

Anonim Bir Masalın Metropol Doğuran Kahramanı

Discussion started on Edebiyat

Bu şiir Ümraniye Belediyesinin düzenlediği "İstanbul" konulu şiir yarışmasında birinciliği elde etmiştir.

ANONİM BİR MASALIN METROPOL DOĞURAN KAHRAMANI
 
(Sen öğelerine ayrılmış yaralı bir cümleydin İstanbul ve ben seni ne zaman noktalamak istesem, boynu bükülürdü kelimelerin.)

Mevsim kıştı.
Tek heceli soyut bir kılıf giymiştin üzerine
ve yüzün çok uluslu bir ülkenin iç savaşları kadar karışıktı.
Uzun upuzun bir yoldan gelmiş kadar yorgundu Kadıköy, doğrulmuştu
elleri belindeydi, acıklı bir türkü tutturmuştu.
Art arda, sık sıralanmış numarasız vagonları andırıyordu istif istif kalabalık.

Mevsim kıştı.
Çok renkli bir gök kuşağı giymiştin üzerine
ve yüzün kalibresi bilinmeyen bir silahtı.
Bense güvercinden bozma bir martıydım sahilinde.
Ceplerinde mavi biriktiriyordu Ortaköy, biriktirdiği maviliklerle kumpir alıyordu.
Kanla karışık atıklar dökülüyor, kirletiliyordu Ortaköy büyüyordu.
Sen heybetli hükümdarların,
savaş meydanlarında rüyasını süsleyen telli duvaklı gelin oluyordun.
Bense gizli kapaklı semtlerinde işlenen,
kayıtlara geçmeyen bir cinayet olarak kalıyordum.

Mevsim kıştı.
Çok hüzünlü bir yalan giymiştin üzerine
ve yüzün imgesi eksik bir şiir kadar yavandı.
Bense şarjörü sen dolu tövbesiz bir katilin özenle öldürdüğü,
oybirliğiyle kazılan bir çukura yine aynı özenle gömdüğü ıslak bir cesettim.
Ve eşitlik aranıyordu o sıra Taksimde,
evet eşitlik azılı bir suçlu gibi aranıyordu.
Oysa söz konusu sen iken eş düşmüyordu gölgem bile bedenime
üstelik varlığın aklımı saf dışı bırakıyordu.
Nice zamanlardır adaleti anlatan dervişler,
bu konuda sığınılacak bir iki söz söylemiyordu.

Mevsim kıştı.
Emanet bir ihtişam giymiştin üzerine
ve yüzün özüne yasaklıydı.
Bense özgürlüğünün bedelini ödeyemeyen bir mülteci gibi
bakıyordum gözlerine.
Gece, askeri bir darbeyle aniden düşünce,
şarkıların menşei unutuluyordu.
Ayaküstü kurulan cümlelerde Tophane’nin cezasını üstleniyordu Beyoğlu.
Ve ben, her hakkı sende saklı, o ihtişamlı boğaz manzaranda
ne zaman tutuklansam,
vücudumun gürültülü coğrafyasında, melodisi ağır bir halk ayaklanıyordu.

Mevsim kıştı.
Yüklü bir tarih giymiştin üzerine
ve yüzündeki her satır kalıtsaldı.
Bense o geniz yakan iyot kokusuyla
akıl almaz sokaklarında
çakılı kalıyordum.
Ne zaman ayrılmaya teşebbüs etsem,
muhalif bir gök kuruluyordu adıma, idam ediliyordum.
Ve sen sağlaması yapılmış bir neşter izi gibi belirgindin yüzümde.
Belki o sırada Kanlıca ‘da yoğurt yiyordun
Ya da Galata ‘da uluorta meydanlarda öpüşen sevgilileri izliyordun.

Ah! İstanbul. Teninin fevkalade hür, cazibeli bir mimarisi vardı.
Bense içinde, çarpık kentleşen yasaklı bir gecekondu oluyordum.
İkindi sonraları sancılı bir yağmur başlıyor, sanki gök yarılıyor sen düşüyordun içinden.
Yedi tepenin üzerine rengârenk serpiliyordun.
Sen, asırlardır anlatıla gelen o tılsımlı hikâyelerde başrol oyuncusu oluyordun.
Bense her seferinde Haydarpaşa ‘dan soluk soluğa kalkan,isimsiz,dumanı kara bir treni oynuyordum.

Mevsim kıştı.
Gösterişsiz acılar giymiştin üzerine
ve yüzün ritmi bozuk şarkıları aynı lehçede birleştiriyordu.
Bense yanlış ölçülerde şiirler yazıyor, bir sokağından diğerine iltica ediyor korkuyor,sığınacak bir ırk arıyordum, sen o mağrur gölgenle kimliksizliğin başkenti oluyor,renklerini cesurca sergiliyordun.
Ve o sıra uykusuzluk devrim yapmıştı Kız kulesinde,
geceyi katlediyordu.
Demli bir muhtıra yayınlıyordu yıldızlar,
öte yandan ay ışığını söndürmüş gizli gizli izliyordu.
Sen Fatih ‘de çok oyunculu, renkli bir tiyatro sahnesi oluyordun.
Bense Üsküdar ‘da hiç açmamış bir çiçek ya da arsız bir vapur dumanı oluyordum.
Sağır,dilsiz,kötürüm oluyor,gözlerini dileniyordum cadde cadde sokak sokak.
Sen Kartal'da neşeli bir çocuk parkı,
ben Sarıgöl'de bir Çingene şalvarı oluyordum.
Sen buram buram hürriyet oluyordun, ben tipi olmayan ceza evlerinde,
geç kalmışlığın cezasını çeken
ve her görüş gününde kederlenen bir hükümlü olarak kalıyordum.

Mevsim kıştı.
Cüretkâr bir iklim giymiştin üzerine
ve tahrip gücü yüksek işkenceydi gözlerin, yağmalardı.
İşte o vakitler sana susuyordum.
Yokluğun ağız dolusu küfür oluyordu aklımda.
Ben, Cihangir yokuşunda boynu bükük bir kaldırım taşı oluyordum.
Seninse uzun, alımlı gölgen uzanıyordu siyasi haritalarda.
Sen şifresi içinde saklı kasalarda,
paha biçilmez şaşalı bir mücevher gibi gizlenirken
ben tarih öncesi dönemlere ait, hiç uyulmamış, eksik bir manifesto olarak kalıyordum.

Ah! İstanbul
Tam da şiirin burasında, yazdıklarımda kendini arama.
Senin zerreni batıramam harflere,
Ben, sadece sana geç kalmışlığımın vergisini ödüyorum
rakımı yüksek cümlelerle.
Kim olduğumu sorma .Unuttum adımı.
Ben aynı göğün altında sana böylesi hasretken
kim bilir sen kaç kişiyle cömertçe paylaşıyorsun coğrafyanı.

Ah! İstanbul affet.
Adına kelimeler kirlettim.
Hiçbir dilde eksiksiz karşılığı yokken geçmişinin
sonra bu yerler bu gökler asırlardır şahidiyken adı unutulmuş medeniyetlerin
söyle, ben seni hangi kavmin inancına benzeteyim.

Ah! İstanbul affet.
Adına alfabeler kirlettim.
Şimdi özünü inkar eden bütün şairler ayaklanacak
Ve taraflarınca kalemim kırılacak.
Yeni nesil haine çıkarılacak adım, figüran bile olamayacağım şiirlerde.
İnanma onlara, ben adı unutulmuş küçük bir kız çocuğuyum.
Üzerine alın beni İstanbul, faili sen cinayetler var içimde.
Nasılsa kimse anlamaz.
İnanma onlara,sana biriktirdiğim bu harfler,
bu şiirsiz kafiyeler bir rüşt ispatı değil İstanbul,olamaz.
ARZU MEMİŞ
#1 - Temmuz 27 2010, 19:18:36

İstanbul anca bu kadar sofistike anlatılabilirdi. Açıkcası haketmiş birinciliği Arzu Memiş.
#2 - Temmuz 27 2010, 20:06:55

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.