Alternatifim Cafe

Necip Fazıl Kısakürek

Discussion started on Yazarlar


1904 - 1983






26 Mayıs 1904'te, Perşembe günü sabaha karşı, İstanbul'da büyük bir
konakta doğdu.

Kayıtlı bir şecereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir familya olan Dülkadiroğullarına bağlı "Kısakürekler" soyuna mensuptur.

Babası, Mekteb-i Hukuk mezunu, Bursa'da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve kısa ömrünün son senelerinde Kadıköy hakimliği görevlerinde bulunmuş, gayet enteresan ve alakaya değer bir insan olan Abdülbâki Fazıl Bey (öl. 29 Kasım 1920); annesi, Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı, kayıtsız şartsız teslimiyet örneği, derin ve fedakâr bir müslüman-Türk kadını Mediha hanımdır. (öl. 10 Haziran 1977)



Büyükbabası, İstanbul Cinayet Mahkemesi ve İstinâf Reisliğinden emekli, İkinci Abdülhamîd Han'a Ermenilerce girişilen suikastin tarihî muhakemesini yapan ve Mecelleyi kaleme alan heyet içinde imzası bulunduğu için, 6 Ekim 1902'de "Legion d'honneur" nişaniyle ödüllendirilen vekâr ve ciddiyet timsali Mehmet Hilmi Efendi'dir. (öl. 19 Mayıs 1916)

Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, tek oğlunun tek oğlu olarak Mehmet Hilmi Efendi'den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yaşlarındayken ondan öğrendi. Birçok şiirinin ana imajını ve ruhî kaynağını teşkil eden "yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehşetli bir korku" şeklinde özetlediği ve hastalıktan hastalığa geçtiği ilk çocukluk yıllarını, çocukluk hâtıralarının kaynaştığı bir "tütsü çanağı" olan, büyükbabasına ait
Çemberlitaş'taki Konak'ta geçirdi.




Büyükbabası Mehmet Hilmi Efendi'den sonra, haşarılığının önüne geçmek için onu 5-6 yaşlarında bir sürü "abur cubur" romanla tanıştıran, eski Halep Valisi, Zaptiye Nazırı Salim Paşa'nın kızı, büyükannesi Zafer Hanım, ruhi yapısını başka hassasiyetler açısından etkilemekte büyük pay sahibi oldu. Bir yaş küçüğü kız kardeşi Selma ile büyük babasının ölümü ise, onu dışarıdan etkileyen çocukluk günlerine ait asla unutamayacağı iki hadiseyi teşkil etti.

Bahriye Mektebi'ne gireceği 1916 senesine kadar Büyükdere'de Emin Efendi isimli sarıklı bir hocanın işlettiği mahalle mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti. Fransız Papaz ve Kumkapı'daki Amerikan kolejinin ardından Serasker Rıza Paşa yalısındaki Rehber-i İttihad mektebine verildi. Yatılı olan bu mektepte de fazla kalamayınca, bir süre için Büyük Reşit Paşa Numûne mektebine ve seferberlik sebebiyle gidilen Gebze'nin Aydınlı köyünde, köyün ilk mektebine yazıldı. İlk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi'nde bitirdi.


1916'da, "Ne oldumsa bu mektepte oldum" dediği ve şahsiyetinin ana dokusunu örgüleştirdiği "Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şahâne"ye imtihanla ve en titiz muayeneler neticesinde alındı. Hayatının en nazik dönemini geçirdiği Bahriye Mektebi, içindeki bütün ışık cümbüşleriyle ona, kendisini gösteren bir ayna, parlak bir zemin oldu. İlk metafizik arayıcılıkları ve zabitlerin bile benimsedikleri "Şair" lakabı ile ilk aruz talimleri orada başladı.

Namzet sınıfından ayrı üç harp sınıfını bitirdikten ve mezuniyet durumuna geçtikten sonra diplomasını beklerken, ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmemeye karar verdi ve mektepten ayrıldı. Bir müddet sonra da, o tarihte namzet ve sadece üç harp sınıfından ibaret Bahriye Mektebini ikmal ettiğine dair diplomasını aldı. (1920)

17 yaşında, o günkü adiyle " İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi "ne girdi. (1921)

http://www.necipfazil.com/images/genclik.jpg

O günlerin (1928 Harf inkılabına kadar) edebiyat alemini, Ziya Gökalp'in kurup Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua, Dergâh, Anadolu Mecmuası, Milli Mecmua ve Hayat Mecmuası teşkil etmekteydi. Bu âlem içinde ilk şiirlerini Yeni Mecmua'da yayınladı. (1922)

Fikirde, daima ruhçu, tecritçi, sezişçi, keyfiyetçi, sır idrâkine bağlı ve İlâhî vahdeti tasdikçiydi. Yani, çocukluk günlerindeki ilk ürpertilerinden 1934 yılına kadar, dur-durak bilmez taşkın ve başıboş ruhu, muazzam çalkalanmalarına ve anaforlarına rağmen ana istikâmetini hiç kaybetmedi.



"O ve Ben" adlı otobiyografik eserinde, hayatının en "kritik" kesitlerinden biri olan "Bahriye Mektebi Yılları" itibariyle, birkaç cümleyle özetlediği, 30 yaşına, yani 1934 yılına kadarki muhasebesi şöyledir:
"O güne kadar muhasebem, her unsuriyle hassasiyetimi gıcıklayan koca bir konak, her ferdinin nereden gelip nereye gittiğini bilmediği uğultulu bir cereyan içinde, her ân iniltilerle açılıp örülen mırıltılı kapılar arasında ve bütün bir ses, renk ve şekil cümbüşü ortasında, beş hassemin sınırı tırmalayıcı ve ilerisini araştırıcı derin bir (melankoli) duygusundan ibaret...
Bana çocukluğumdan kalan ve ilerdeki basamaklarda gittikçe kıvamlanan bu hassasiyet, sonunda, Büyük Velî'nin eşiğine yüz süreceğim âna kadar -otuzuna yaklaşıncaya denk- mücerret, müphem, formülleşmemiş ve sisteme girmemiş, hayat üstü bir hayat, ideal hayat hasretinin, kulaklarıma devamlı fısıltısını akıttı.
Oniki yaşımdan yirmi küsur, hatta otuz yaşıma kadar süren, güya kendime gelme, billûrlaşma ve şahsiyetlenme çığırımda, şu veya bu bahanenin çarkına tutulmuş, döner, döner ve kendimi hep günübirlik bahanelerin hasis kadrosunda belirtmeye çabalarken, bu fısıltıya; seslerin, renklerin, şekillerin ve mesafelerin ötesindeki hakikatten çakıntılar bırakıp geçen bu fısıltıyı hiç kaybetmedim. Madde içi hayatta parende üstüne parende atarken, madde ötesi hayatın, ruhumda daima ihtarcısına, gözü uyku tutmaz nöbetçisine rastlıyor; ve arada bir bu nöbetçinin selâmını alıp yine beni sürükleyen çarklara takılıyor, ona:
-Haydi, beni nereye götüreceksen götür, kime teslim edeceksen et!
Diyemiyordum.
Otuz yaşıma kadar da muhasebem budur.
...Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. Birini..."



1936'da Celal Bayar'ın temin ettiği ilanlar yardımıyla çıkardığı ve 16 sayı sürdürdüğü
"Ağaç" Mecmuası, dönemin önde gelen entellektüellerini çatısı altında topladı.

Uzun süredir üzerinde çalıştığı, büyük ruh çilesinin sahne destanı "Bir Adam Yaratmak" piyesini 63 numaralı ocak idaresinin teftişini yapmak için gittiği Zonguldak'ta
bitirdi. (8 Temmuz 1937).
Eser ilk defa 1937-38
kışında, İstanbul
Şehir Tiyatrosu'nda
Muhsin Ertuğrul tarafından temsil edildi ve muazzam
bir alaka doğurdu.

1938 senesinin başlarında
Ulus Gazatesi yeni bir Milli
Marş..için..müsabaka..açtı. Ayrıca kendisine özel olarak yapılan teklifi; öne sürdüğü işi umumileştirmekten..yani "müsabaka"dan vazgeçilmesi şartının hemen kabulü üzerine benimsedi ve sonunda "Büyük Doğu Marşı" olarak kalan şiiri yazdı.
 



1941 senesinde, yine köklü bir..familyadan; "Bâbanzâde"lerden, Ahmed Naim Efendi'yle kardeş çocuğu olan Recai Bey'in kızı, Yahya Nüzhet Paşa'nın torunu..Fatma Neslihan Hanımefendi ile evlendi. Bu..evliliğinden Mehmed (1943), Ömer (1944), Ayşe (1948), Osman (1950) ve Zeynep (1954) isimli beş çocuğu oldu.

1942 kışında tekrar 45 günlüğüne Erzurum'a askere gönderildi. Askerken yazdığı siyasi..bir..yazı..sebebiyle mahkûm oldu ve ilk hapis cezasını..Sultanahmet cazaevinde tattı.

Aslında politikaya ve sosyal sahaya meyli 1936'da başlamış, o yıldan 1943'e kadar geçen 7 yıl içinde, İslâmi temayülü "Şahsi bir zevk ve saklı bir telkin" planında kaldığı için,
ne devlet ne de basında kimseyi ürkütmemişti. Yalnız bazı münekkitler ve yazarlar hiçbir mânâ veremedikleri ondaki bu eğilimi hazmedememişler ve çeşitli klişe yakıştırmalarda bulunmuşlardı: "İslâm komünisti!" "Hayır! İslâm faşisti" "Yok, yok neo-müzülman" "Sırf züppelik olsun diye müslümanlık taslıyor!" "Sabık şair; şiirine yazık etti!" "Ahmak burjuvaları şaşırtmak merakında bir sanatkar mizacı!.."

İşte 1943, Sanatkarın fildişi kulesinden agoraya indiği; tam olarak belirdiği tarihtir: İçini öyle bir sosyal mücadele ruhu; sanatının muhtaç olduğu cemiyeti yoğurma heyecanı kapladı ki, artık çalışamaz oldu ve mücadelesini bir ömür; hükümetiyle, partisiyle, basıniyle, hocasiyle, gençliğiyle kendi açtığı bütün cephelerde tek başına sürdüreceği Büyük Doğu Mecmuası'nın ilk sayısını çıkardı. (17 Eylül 1943)

Sonraki dönemlerine bir hazırlık kademesi olan derginin bu ilk devresi, 30'uncu sayıda "Allaha itaat etmeyene itaat edilmez!" meâlindeki bir Hadîs-i Şerif yüzünden, rejime itaatsizliği teşvik suçlamasiyle 1944 Mayısında Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı.

Gün geçirilmeden Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki hocalığından kovuldu ve ikinci askerliğine ikinci defa sevkedilerek Eğridir'e sürüldü.

Bu ilk devresinden sonra, 2 Kasım 1945'ten başlayarak 5 Haziran 1978'e kadar günlük, haftalık ve aylık olarak çeşitli tarih ve periyotlarda tam 16 devre yayın hayatını sürdüren Büyük Doğu'yu cilt cilt eser faaliyetinin yanı sıra, 36 sene müddetle tek başına omuzladı; büyük bir fikir ve aksiyon zemini kurdu.

 
Şubat 1950'de Cemiyetin bir numaralı şubesi "Kayseri Büyük Doğu Cemiyeti" açılır açılmaz Halk Partisinin duyduğu dehşet son haddine vardı. Açılışı yaptıktan sonra İstanbul'a dönüşünde bir yazı bahanesiyle tutuklandı, Türklüğe Hakaret Davasında verilmiş beraat kararı Temyize "tekrar ve topyekün" bozdurulur bozdurulmaz da (21 Nisan) hapse atıldı.

500 yıllık bir Türk ailesine mensup Necip Fazıl'ın hayatındaki, "Türklüğe Hakaret Davası"nı da içine alan bu dönem; tesirinin, o günlerde kendisine ne gözle ve nasıl bir dehşetle bakıldığının, ne tür bir muameleye..müstehak görüldüğünün ve kapı kapı hangi korkunç berzahlardan geçtiğinin iyi bilinmesi için, üzerinde dikkatle durulması gereken bir dönemdir.
 


 

Kendi ifadesiyle;

"İnönü, zamanın Adalet Bakanını çağırıp şu emri vermiş "Ne yaparsanız yapın bu adamı bertaraf edin!.." Temyiz mahkemesince bozulan fakat yine mahkemenin üzerinde ısrar ettiği Türklüğe Hakaret Davası'ndaki beraat hükmünü, Temyize bu sefer nihai olarak bozdurmak için 1 yıldır sarfedilen gayreti birdenbire hızlandırdılar. Vaziyet emindi. Doğrudan doğruya politikadan emir almak vaziyetinde kalan o zamanki Temyiz Mahkemesi bu hükmü nasılsa bozacaktı. Fakat hemen bertaraf edilmem için bir tevkif bahanesi bulmak lazımdı. Derhal buldular. Doğrudan doğruya partiye yönelttiğim bir hücumu hükümetin manevi şahsiyetine yönelmiş saydılar ve beni tevkif ettiler. Bu davadan hakimin huzuruna çıkar çıkmaz beraat ettiğim ve salıverilmeyi beklediğim gün, o anda yetiştirdikleri Temyiz'in bozma kararı üzerine beni bir mahkemeden diğer mahkemeye aktardılar. Temyiz'in bozma ve mahkemenin uyma kararı üzerine, beraat eden adamı, bu defa zevcesiyle birlikte tekrar hapse gönderdiler. Sırf taraflar teşekkül etsin de Temyiz'e hemen uyulabilsin diye, hamile ve hasta zevcemi, vahşice bir üslupla, yatağından kaldırıp öğleden evvelki mahkemeyi öğleden sonraya kadar bekletmek;
ve -ben zevcemi yatağından kaldıramazlar, beni de mecburen salıverirler diye düşünürken- birdenbire hasta kadını mahkeme salonundan içeri itmek suretiyle, cihanda emsalsiz bir hak ve adalet hıyaneti tertiplediler. Halk Partisi idaresinin savcısına ve mahkemesine baskı derecesini gösteren bu misali, içindeki hak ve adalet hıyanetiyle birlikte, bu ve öbür dünyanın hesap günlerine havale ediyorum."

 




#1 - Ağustos 11 2006, 00:00:28
« Son Düzenleme: Ekim 24 2006, 18:58:56 Gönderen: dArK »
Ben BiLirdim Düşündüğümü Yapmayı ..
Seni Dışarı Çıkarıp Evinden  Dar Sokakta Boğmayı ..
Bir Gece Ansızın Ya da Açık Denize Atmayı
Ben BiLirim Ardından da Kendi Kafama Sıkmayı !..

                                                        BÜTÜN ESERLERİ

Hikayelerim   
2
 Cinnet mustatili (Yılanlı Kuyudan) 2
3
 Bir Adam Yaratmak 
4
 Çile   
5
 Kafa Kağıdı 
6
 O ve Ben   
7
 Yunus Emre   
Kanlı Sarık   
8
 At'a Senfoni   
9
 Para   
Mukaddes Emanet 
Sahte Kahramanlar 
İman Ve Aksiyon
Özlediğimiz Nesil   
İslam Ve Öbürleri 
11
 Hazret-i Ali   
12
 Tanrı Kulundan Dinlediklerim   
13
 İhtilal   
14
 Moskof   
15
 Tohum   
Künye 
16
 Aynadaki Yalan   
17
 Reis Bey   
Parmaksız Salih   
18
 Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu   
19
 Babıali 
20
 Sosyalizm Komünizm ve İnsanlık
21
 Hitabeler 
22
 Peygamber Halkası   
23
 İbrahim Ethem   
Abdülhamid Han   
Siyah Pelerinli Adam 
24
 Hesaplaşma   
Tarihte Yobaz Ve Yobazlık 
Türkiye Ve Komünizm 
25
 Esselam 
26
 Dünya Bir İnkılap Bekliyor   
Yolumuz, Halimiz, Çaremiz
Ruh Muvazenesi 
Her Cephesiyle Komünizm   
27
 Hac   
28
 Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar   
29
 Türkiye'nin Manzarası   
30
 Çerçeve - 1   
31
 Nur Harmanı   
32
 İman ve İslam Atlası 
33
 Müdafaalarım   
34
 Veliler Ordusundan 333 (Halkadan Pırıltılar)   
35
 Benim Gözümde Menderes 
36
 İdeolocya Örgüsü   
37
 Mümin Kafir   
Vecdimin Penceresinden 
Bir Pırıltı Binbir Işık 
38
 Senaryo Romanlarım: Sen Bana Ölümü Yedirdin 
Deprem (Çile)   
Katibim 
Villa Semer   
Vatan Şairi Namık Kemal 
Canım İstanbul   
Ufuk Çizgisi 
Son Tövbe 
En Kötü Patron   
39
 Çöle İnen Nur 
40
 Son Devrin Din Mazlumları   
41
 Öfke ve Hiciv 
42
 Sabır Taşı 
Ahşap Konak 
43
 Ulu Hakan II. Abdülhamid Han   
44
 Başbuğ Velilerden 33 (Altun Halka)   
45
 Çerçeve - 2 
46
 Konuşmalar  47
 Rabıta-i Şerife  48
 Doğru Yolun Sapık Kolları
49
 Başmakalelerim - 1
50
 Tasavvuf Bahçeleri   
51
 Çerçeve - 3   
52
 Namık Kemal 
53
 Hücum ve Polemik 
54
 Rapor - 1
Rapor - 2 
Rapor - 3   
55
 Rapor - 4
Rapor - 5
Rapor - 6
56
 Rapor - 7 
Rapor - 8
Rapor - 9  57
 Rapor - 10
Rapor - 11
Rapor - 12
Rapor - 13 
58
 Yeniçeri   
59
 Reşahat   
60
 Başmakalelerim - 2   
61
 Mektubat
62
 Başmakalelerim - 3   
63
 Çerçeve - 4   
64
 Gönül Nimetleri   
65
 Edebiyat Mahkemeleri   
Doğu Edebiyatı   
Dil Raporları
66
 Çerçeve - 5 
67
 Hadiselerin Muhasebesi - 1 
#2 - Ağustos 11 2006, 00:07:33
Ben BiLirdim Düşündüğümü Yapmayı ..
Seni Dışarı Çıkarıp Evinden  Dar Sokakta Boğmayı ..
Bir Gece Ansızın Ya da Açık Denize Atmayı
Ben BiLirim Ardından da Kendi Kafama Sıkmayı !..

dishi_kartal çok güzel olmuş
böle eşsiz bi üstada da yer eyırdığın ve bizi bilgilendirdiğin için
ellerine sağlık
#3 - Ağustos 15 2006, 11:58:15

ellerine sağlık canım........................
#4 - Ağustos 24 2006, 16:55:52
A&A         Seni ÇOK seviyorum!!!!   



                    asenaa....

eslem

“Rahminde cemiyetin ben doğum sancısıyım,
Kutsal emanetin dönmez davacısıyım.
Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana,
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.
Zaman korkunç daire ilk ve son nokta nerde?
Bazı geriden gelen yüz bin devir ilerde...
Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni;
Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez yeni.”    :okey :okey :okey :okey

 

bu kadar mı ilgiyi hakettin sen üstadım  :ühü
#5 - Ekim 28 2006, 19:37:47
« Son Düzenleme: Ekim 28 2006, 19:38:15 Gönderen: eslem »

şiirle çok fazla ilgilenen arjadasımız yok galiba
bir abideden bir kaç mısra dahi serpememişiz suralara.....
en sevdiklerimden bir kaçtane size....


Madde ve Ruh

Ne versa nakış nakış, tabiatta, maddede,
Gözlerimdeki nurun aksi, beyaz perdede...

1973  Necip Fazıl Kısakürek

Artık Sensizim

Gidiyorsun ya...
Kara bulutları takmış ardına
Acıları yüklenmiş sırtına
Dört nala geliyor yalnızlığım.

Gidiyorsun ya..
Ne kadar da mutlu çaresizlikler
Yüreğimin gergefinden
Cımbızlarla çekiyor
Nakış nakış umutları

Gidiyorsun ya...
Renklerini siliyor tuvalim
Karası bana gecelerin
Cefası bana
Elde kalan tek resim
Gözlerini seyredeceğim

Gidiyorsun ya...
Giyotine gidiyor paylaşmalarım
Bugünüm de yarınlarım da gidiyor
Gidiyor düşmüş peşine umutlarım

Gidiyorsun...
Dalgalarında boğulduğum denizlerim

Gidiyorsun...
Bundan böyle zamanlara sensizim...
.................................................. ..................


KORKU
bir kalbim var ki benim;sevdiinden burkulur
kahredenden ziyade;sevilenden korkulur.


UTANSIN 1964
tohum sac,bitmezse toprak utansin!
hedefe varmayan mizrak utansin!
hey gidi kuheylan,kosmana bak sen!
catlarsan,doguran kisrak utansin!
eski cinar simdi noel agaci;
dallarda igreti yaprak utansin!
ustada kalirsa bu oksuz yapi,
onu surdurmeyen cirak utansin!
olumden ileride varis dediin,
geride ne varsa birak utansin!
ey binbir tanede solmayan tek renk,
bayraklasmiyorsan bayrak utansin!


Ayrılığın İlanı

Gidiyormusun diye sorma bana,
Gönderen sensin.
Ne terk etmeyi istedim seni,
Nede daha yaşamadığımız bu aşkı toprağa gömmeyi.
Senin kadar öfkeliyim bende,
Senin kadar endişeli.

Bir dokunuşunla bin kenti yıkacak güç verirdin bana,
Ama inandıramadım seni.
Sen sorgularken beni kafanda,
Ben gözlerinin içine bakıyordum kuşkuyla,
Bir tek sözün bağlardı beni sana,
Oysa sen hep susmanın koynunda.

Aşkın içine bir kez girdimi kuşku,
Teslim alır bedenleride.
Sütten çıkmış ak kaşık değildim,
Ama yalanı sokmadım iki kişilik dünyamıza,

Dünya ki bazen minicik bir odada,
Bazen kentin ortasında şekillendi.
Nasılda güzeldi....
Zaten sen varsın diye her şey güzeldi,
Ama sen buna da inanmadın.

Ah bu sorular....
Yaşamak varken sevdayı,
Delice niye boğarız sularla?
Nasıl ikna edebilirdim seni,
Ben aşk dedikçe,
Sen dur dedin.
Ben seninleyim dedikçe,
Sen hayır dedin.

Zaten az konuşan sen,
Olumsuz ne kadar sözcük varsa,
Sen bulup çıkardın ortaya.
Bense hiçbir şey diyemedim.
Ne kadar zarar vermişim sana meğer,
Nasıl değiştirmişim seni,


Oysa hiç böyle düşünmemiştim,
Kimseye zarar vermek istemezdim ben.
Kimseyi olduğundan farklı bir hale getirmekte istemem.
Ama öyle oldu işte.
Demek ki gitmenin zamanı şimdi.

Çocukluğuna sığınır atlatırsın bu acıyı,
Aklında sevda sözlerimiz bile kalmaz,
Rahat değildin,
Rahat ol artık,
Gözlerini saklaman içinde bir neden kalmadı artık.
Tedirginliğininde sebebi kalktı ortadan.

Biliyormusun bitanem!
Gidişim yürekten değil,
Zorunluluktan.
Sanma ki bu toy sevdayı;
Başka kimliklere taşırım.
Sanma ki;

Benden sakladığın gülüşlerini,
Başka yüzlerde ararım.
Senide götürürüm yüreğimde,
Her zaman yokluğunu taşırım.
Bulup, bulup kaybettim seni bebeğim,
Ne yazık ki toz duman edemedim kuşkularını,

Ne yazık ki kalamadın bana,
Öpüçügümün kokusu kalacak, kapının eşiğinde.
Kokladıkça bizi bir yanlışa mahkum ettiğini anlayacaksın.

Necip Fazıl KISAKÜREK


YATTIGIM KAYA

Bu aksam o kadar durgunki sular
Gomul benim gibi kedere diyor
Icimde maziden kalma duygular
Agla geri gelmez gunlere diyor

Hey gonul gidenden umidini kes
Kacan bir hayale benziyor herkes
Sanki kulagima gaibten bir ses
Bulusmalar kaldi mahsere diyor

Enginden engine eserken ruzgar
Bende bir yolculuk heyecani var
Yattigim kayaya carpan dalgalar
Cikiver bir sonsuz sefere diyor..

Necip Fazıl KISAKÜREK
#6 - Kasım 28 2006, 18:55:47

verdiğin bilgiler için çok teşekkürler arkadaşım....

en sevdiğim şiirleri imzamda da görüldüğü gibi zindandan mehmede   ve

NE HASTA BEKLERDİ SABAHI
NE GENÇ ÖLÜYÜ MEZAR
NE DE ŞEYTAN BİR GÜNAHI
SENİ BEKLEDİĞİM KADAR

GEÇTİ İSTEMEM GELENİ
YOKLUĞUNDA BULDUM SENİ
BIRAK VEHMİMDE GÖLGENİ
GELME ARTIK NEYE YARAR
#7 - Aralık 09 2006, 12:38:21
Savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye,
Zaman ki sana hasta oldu, incelikli haytasın,
Nüksederken raksını,mahallenin maşallahı, eyvallahı,
Güzellik be oğlum
Şimdilik, ölümüne kadar hayattasın.

Şiirlerinde insan iç dünyasını, beklentilerini ve hayata dair ince ayrıntıları çok iyi betimleyebilen büyük bir şair.
Beni en çok etkileyen şiiri;

Ölünün Odası

Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş;
Yerde çıplak bir gömlek, korkusundan dirilmiş.
Sütbeyaz duvarlarda çivilerin gölgesi;
Artık ne bir çıtırtı, ne de bir ayak sesi...
Yatıyor yatağında, dimdik, upuzun, ölü;
Üstü boynuna kadar bir çarsafla örtülü.
Bezin üstünde ayak parmaklarının izi;
Mum alevinden sarı, baygın ve donuk benzi.
Son nefesle göğsü boş, eli uzanmiş yana;
Gözleri renkli bir cam, mıhlı ahsap tavana.
Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var;
Küçük bir çizgi, küçük, titreyen bir an kadar.
Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an;
Belli ki birden bire gitmiş çırpınamadan.
Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm;
Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm...

#8 - Aralık 09 2006, 23:56:09

Tarihimizin En ÜnLü ŞairLerindendir.
Emeğine SağLık ;)
#9 - Ocak 26 2007, 11:44:18
...Senin aydınlığındır ay'a ışığını veren geceleyin.
Ben bir geceyim, sen bir ay'sın madem,
Gökyüzünde bensiz gitme, istemem...

kime yaklaşsam sonu uzaklık ve kırgınlık
anladım yok ALLAH tan başkasıyla yakınlık


en sevdiğim şair diyebilirimmmm

MEHMEDİM SEVİNİN BAŞLAR YÜKSEKTEE  :4
#10 - Ocak 26 2007, 14:04:49
Savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye,
Zaman ki sana hasta oldu, incelikli haytasın,
Nüksederken raksını,mahallenin maşallahı, eyvallahı,
Güzellik be oğlum
Şimdilik, ölümüne kadar hayattasın.

dark



Necip Fazıl KISAKÜREK
Yerli, Yazar ve Şair 

Hayatı ;

1905 yılında, Istanbul'da doğdu. Bahriye Mektebi'nde, Istanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Felsefe Bolümü'nde, öğrenim gördü. Devlet
adina Paris'e gonderildiyse de, ögrenimini yarida birakip yurda
döndü. Ögretmenlik, fikra yazarliği, yayıncılık yapti. 1983'te
Istanbul'da öldü.
 
Tüm Eserleri;
Örümcek Ağı
Kaldırımlar
Ben ve Ötesi
Sonsuzluk KervanI
Çile
Şiirlerim
Bir Adam Yaratmak

ÖDÜLLERİ :

1980 Türk Edebiyat Vakfı Türkçenin Yaşayan En Büyük Şairi
1980 Kültür Bakanlığı Büyük Kültür Armağanı


#11 - Ocak 26 2007, 18:31:03

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

                                           (Necip Fazıl KISAKÜREK'in BEKLENEN isimli şiiri ben çok severim) :4
#12 - Kasım 18 2007, 17:01:03

barbie9138

 Üstad yayınlamakta olduğu derginin bir sayısını çıkaramayacak kadar para sıkıntısı çeker. Düşman dergi sahiplerinden ''Parası bitmiş,dergisi kapanmış,hehehe,yaşasın'' gibi sözler duymamak için onları yerin dibine sokan bir yazı yazar. 2 gün sonra polisii arar,kimliğini gizli tutarak kendini 2 gün önceki yazısı için şikayet eder. Dergiyi kapattırır. (6)
#13 - Temmuz 25 2008, 18:20:41

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

                                          

işte bu şiir çok hoşuma gidiyor
#14 - Temmuz 25 2008, 18:24:12
lan yüzüme bakma malca konuşmuyorum arapça

Punk- O -Rama

1 numaralı Atatürk düşmanıdır. :)

(Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp),

Ümmetçi,ismini ağzıma almam bile hakaret bana göre.  :haydut

DESTAN (Necip Fazil Kisakurek)

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!
Durum diye bir lâf var, buyurun size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodrum!
Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey,
Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey,
Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.
Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina;
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!
Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;
Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!
Ve ferman, kumardaki dört kralın buyruğu:
Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!
Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!
Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!
Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!
Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!
Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz;
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.
Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilâç;
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilâç.
Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan;
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!
Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde;
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!
Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?
Ah! küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp!



1) "Son devrin din mazlumları" kitabında, şeriatçı kürtçü ayaklanmaları (hatta salt kürtçü isyanları bile) desteklemiş, onları bastıran kemalist devrim hükümetini katliamcılıkla/soykırımcılıkla suçlamıştır. Dolayısıyla şeriatçını ve kürtçünün önde gidenidir.

2) Amerikancıdır.Amerikancılığını kendi ağzından ifade ettiği sözleri mevcuttur. Amerikancı oluşuyla deli Said-i Nursinin ve dolayısıyla Nakşibendi tarikatına mensup olmasıyla yakından ilgilidir.

şeriatçı necip fazıl demiş ki:

"Amerikan politikasını korumakla mükellefiz... Amerikan siyasetini tutmak
biricik yol... Amerika'dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz
olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında
mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (tekliğine) göre ayarlamakta büyük ve her işe hâkim bir mânâ gizlidir."


3) Kemalist Devrime baştan aşağı karşı çıkmış, Atatürk'e gizli ve açık hakaretlerde başı çekmiş bir hayasızdır:

Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde;
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!
Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?
Ah! küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap!

N.F.K. (1947 )

4) Döneğin, tutarsızın, kişiliksizin tekidir. Önceleri materyalist bir berduş iken sonraları koyu İslamcı bir meczupa dönüşmüştür. Mustafa Kemal Atatürk hayatta iken O'na methiyeler düzmüş bir dalkavuk, O aramızdan bedenen ayrıldığında ise Mustafa Kemal Atatürk'ün anısına hakaret eden bir hayasız! (Özellikle CHP'de karşı devrimcilerin armasıyla birlikte 1945 sonrası). Eğitim için gittiği Avrupa'da bütün parasını içki, kumar, fuhuş için harcamış; parasız kalınca da kendi deyimleriyle "İrşad Olmuştur". (İlginçtir ki hidayete erdikten(!) sonra millete İslamcılık satan necip fazıl bir baskında kumarhanede yakalanmıştır. Ayrıca "Kadın Bacakları" isimli meşhur şiiri herkese ahlak dersi veren necip fazılın kendisinin ahlak yapısını yansıtan bir örnektir)

Kaypak, dönek, dalkavuk, dengesiz, tutarsız karakterine acı bir örnek de şudur. 1930'da irticanın Menemen'de kahraman şehidimiz Kubilay'ı katletmesinin akabinde necip fazıl kısakürek şunları söylemektedir:


Alıntı
"Vatanımızın kalbimize en yakın bir köşesinde daha dün düşman bayrağından temizlediğimiz bir meydanı (Menemen) bugün ''inna fetehnaleke'' yazalı zift ruhlu bir irtica aleminden temizliyoruz.(...) İrtica, yatağımızın başucundaki bir bardak suya karıştırılan zehirdir."


Aynı necip fazıl kısa kürek aradan yıllar geçtikten sonra pek çok yazısında ve konuşmasında Menemen Olayı'nı -dilim varmıyor ama bu adamın ne kadar haysiyet yoksunu olduğunu göstermek için söylemek durumundayım- Menemen Olayını Mustafa Kemal'in tezgahladığını idda ve ima etmiştir. Bu kadar alçak birisidir. Dikkat ederseniz necip fazıl kısakürek'e "üstad" diyen karşı devrimci vatan haini cenah da "Menemen olayı esrarkeş işi" "Menemen provokasyonu" gibi yazılar yazmışlardır. (Halbuki hakikat bunun tam tersidir Menemen Olayı tarikat işidir. Tarikatın arkasında da her zaman olduğu gibi hain güçler ortaya çıkmıştır. Bu belgeler Genelkurmay Arşivlerindedir ve Genelkurmay bu konuda zaten gereken açıklamayı yapmıştır.)

5) Türklüğün ve Öz Türkçenin düşmanıdır. Ona göre Türkçe'de bulunan tek heceli kelimelerin fazlalığı "Türkçenin kalitesizliği, Türklerin kafasızlığı" kökenlidir. (Türkçeyi ve Türkleri aşağıladığı makalesinde şöyle bir cümle mevcuttur: "Türk, İslâmiyeti kabul ettikten sonra düşünmeye başlamıştır")

6) Büyük Doğu adıyla çıkardığı dergisinde 1945'li yıllardan itibaren aşırı derecede İslamcılık, Türkiye öncülüğünde İslam Birliği, Yeni Osmanlıcılık, Ümmetçilik, Amerikancılık ve Sol düşmanlığı gibi akımların propagandasını ve öncülüğünü üstlenmiştir. Türkiye'nin hain Menderes'lerce Amerikan emperyalizminin kucağına oturtulmasında ve irticanın hortlatılmasında büyük pay sahibidir.

7) "Ne olacak, o yazmışsa ben de yazarım" diyerekten yazdığı kendi gençliğe hitabesinde Kemalist rejime imalı olarak kinini kusmuştur. Bu pislik dolu yazının hepsini aktarmayacağım sadece örneklemek için bir kısmını vereceğim:


Alıntı
....halka değil hakka inanan, meclisinin duvarında "hakimiyet hakkındır" düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti hakka kölelikte bulan bir gençlik...

....bugün, komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kağıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş albümü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi ve daha nesi ve nesi, hasılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine, telkin ve telbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tekbaşına onlara karşı durabilecek ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik...

.....tek cümleyle, allah'ın, kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığı sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, o'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve o'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik...


 "Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin" paçavra kitabında Kurtuluş Savaşı düşmanı, emperyalist uşağı vatan haini padişah Vahdettin'i ve halifeyi övmüş, buna karşın Atatürk'e karşı imalı hakaretlerde, aşağılamalarda bulunmuştur. Bu sebeple de MAHKUM EDİLMİŞTİR.


Dolayısıyla tescilli Atatürk düşmanı, tescilli haindir.


9) Şeriatçı terör örgütü İBDA/C'nin (İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi) fikirsel ilham kaynağı ve önderidir. Dolayısıyla ümmetçi bir teröristtir. İBDA/C ve yayın organları bildirilerinde, yazılarında bunu kendileri ifade etmektedirler. Ayrıca basında da bu çoğu kez gündeme gelmiştir:


""İslami Büyük Doğu" Necip Fazıl Kısakürek'in düşüncelerini yansıtan bir dernektir. Akıncılar Birliği de 80 öncesinin MSP Gençlik Kolları'nın kurduğu dernektir. Bu iki dernek birleşmiştir, İBDA- C'yi oluşturmuşlardır."

* http://www.sabah.com.tr/2003/12/14/y...-20031205.html
(sayfa kaldırılmış)

"Necip Fazil Kisakurek, the IBDA-C's ideologue, published 130 books on Islamic thought, Islamic arts and other issues. His thought continues to influence the IBDA-C."

* http://www.intelligence.org.il/Eng/var/yf_12_03.htm


"Necip Fazıl Kısakürek için yürüyüş yapan İBDA/C'ciler"

* http://www.milliyet.com.tr/2006/05/25/son/sontur34.asp



NECİP FAZIL'IN TUTUKLANMA NEDENLERİNDEN BİRKAÇI:

Türklüğe Hakaret: 9.6.1947–5.8.1947 (1 ay, 27 gün)

*Türklüğe Hakaret Davası Bitti, Son Posta, 6 Ağustos 1947

Türklüğe Hakaret: 21.4.1950–15.7.1950 (3 ay, 25 gün)

*Tevkif Müzekkeresi, C. Savcı No:950 / 5191

Atatürk'e Hakaret: 15.10.1960–18.12.1961 (1 yıl, 65 gün)

*1960 / 3349 numaralı Mahkûmlar için müddetnâme


 :artis
#15 - Temmuz 28 2008, 22:11:35
« Son Düzenleme: Temmuz 28 2008, 22:12:33 Gönderen: Gebere Jackson »

barbie9138

Amerikancı,mandacı diye tabir edilen Necip Fazıl'ın Ulu Önder'in ölümünden sonra yazdığı yazıya bir göz atalım...

68 yıl önce bugün (16 Kasım 1938, Cumhuriyet), Necip Fazıl Kısakürek, Atatürk’ün ölümünün ardından bakınız neler yazmış:

“Son onbeş gündür her sabah yatağımızdan kalkıp Dolmabahçe Sarayı’nı yerinde bulduktan sonra, ona varlık ve mânâ izafe eden unsurun yok olduğuna inanabilmek, yaban bir idrak işkencesi; Atatürk’ten bir parça halinde kalan birçok şey arasında onun yokluğu, merkezi olmayan bir daire tasviri gibi, içinden çıkılmaz bir muhal hissi veriyor. Fındığın kabuğunu kırmadan içini yiyen korkunç bir sihirbaz edası ile ölüm, Atatürk’ü, hüviyeti etrafındaki büyük zarfa el değdirmeksizin aldı götürdü.
Ölüm, her insanda basit bir tezahür farkı ile, aynı marifeti tekrarlamasına rağmen; bu son misalde bulduğu müeyyide kudretini, bütün tarih boyunca sık sık ele geçirebilmiş değildir. Yaratıcının bir defa bile şaşırmamaya memur sadık işçisi, bu misalde kudretinin her zamanki mevzuu ile mevzuunun bu defâki kudretini bir araya getirdi. Mahalleden bir ölü çıktığı zaman o semt, ister istemez kendisine bir alaka payı düştüğünü kabul eder. Ölümünün mücerred sirayet ve ihtarı küçük bir mesafe yakınlığını, bir nevî akrabalık haline getirdi. Fakat ne de olsa ölen ne kadar içtimai ve herkese ait hüviyet taşırsa taşısın bu bağ, kan ve his yakınlıkları karşısında, sadece yapma bir zihin telâşı uyandırmaktan ötürü bir acı duyurmaz.

Bütün dünyada kralına, anası kadar yanacak kimse yoktur. Bu zalim ruh kanununa rağmen bu defaki ölüm, vatanın her evinden çıkmış kadar göze büyük göründü. Evinizdeki bir kahve fincanının çatlaması, bize Yedikule surlarının çöküşünden daha tesirli geldiği halde; bu defaki ölümü hepimiz, fi’li ve şahsi bir mülkiyet kaybı ifadesiyle duyduk. İçtimai ölüler arasında her evin ölüsü olabilmiş kahramanlar, tek eldeki parmak sayısı kadar azdır.

Hiçbir Türk, kendini, devlet reisine, bütün dünyanın bu türlü bir saygı göstereceğini ümit edemezdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile böyle bir ihtirama sahip olabilmiş hükümdar yoktur. Avrupa’nın, bize en yabancı milletlerine kadar heyetlerle, askeri kıt’alarla ve en büyük mümessillerle Ankara’ya koşmuş olması gösteriyor ki, Garp, Atatürk’ün şahsında Türk ehliyet ve kıymetine artık inanmıştır. Bu inandırışın büyük aksiyonunu yapan Milli Kahraman’ın ölüsü karşısında da hiçbir protokol kaidesinin olmadığı ve hiçbir garplının bir yabancıya göstermediği bir hürmetle şapkasını çıkartmaktadır.

Atatürk’ün gözleri ile görmediği bu manzarayı biz yalnız gözlerimize bırakmayarak keskin bir delalet halinde şuurumuza indirmekle mükellefiz. O, Türk’e, hem Türk’ü hem de Avrupalıyı inandırabildi. Tarihte büyük bedbinlerle büyük nikbinlerden ibaret iki sıra kahraman vardır. Her şeyi karanlık gören, aydınlığı aramaya doğru gizli bir cehde, aydınlık gören de, öldürücü şartlar karşısında kırılmaz bir mukavemete gebedir.

Bence bu fikirlerin ikisi de, dava ve aksiyon doğuracak çapta olmak şartıyla, kurtarıcılara mahsus vasıflardandır. Bedbin kahraman bizi, vücudunu görmediğimiz bir hayata erdirmeğe, nikbin kahraman da, vücudunu görmediğimiz ölüm tehlikesinden kaçırmaya memurdur. Atatürk’ün ruhi maktalarından (kesitlerinden) bence en alakalısı, O’nun yılmaz ve hezimet kabul etmez nikbinliğidir. Atatürk bu eşsiz nikbinliği, başta ve sonda, biri milletine ve öbürü şahsına ait iki büyük tezahürle vesikalandırdı.
Birinci vesika; Bir millet için esaret ve mahkûmiyet ânının bir vakıa halinde teslim edildiği hengamede bu vakıaya inanmayan tek adam o idi. Bütün dünya ile birlikte milleti de kendi ölümüne inandığı vakit, o inanmadı. Bu, Atatürk’ün millet ufkuna doğuşu ile başlayan ilk ve büyük nikbinliğinin tecellisidir.
İkinci vesika; Milli kahraman, hasta döşeğinde günden güne fenalaşırken yakınlarından itibaren bütün Türk Milleti’ne kadar herkes ağır bir ümitsizlik içinde boğuluyor; fakat kendisi bir çocuk gibi saffetli, ayağa kalkacağı, otomobiline veya motörüne bineceği dakikayı bekliyor, ölebileceğine biran bile mümkün gözü ile bakmıyordu. Bu da sonuncu tecelli.

Atatürk, başlangıçta Milletinin; sonunda da kendisinin ölümüne inanmadı. Bu iki nikbinlik tecellisinin birinde haklı, ötekinde haksız çıktı. Fakat koca bir millete hayat vesilesi getirmiş bir kahramanın ferdî hayatı olamayacağı için onu ikinci tecellide de haksız bulamayacağız.”

Necip Fazıl’ın Atatürk’ün ölümü üzerine kaleme aldığı ve, “Atatürk, beşer tarihinde sayısı birkaçı geçmeyen hakiki millet kurtarıcılarından bir tanesidir” diyerek bir hakkı teslim ettiği yazısının tamamını, Ogün D. kardeşimizin, “Atatürk Nasıl Öldürüldü” isimli kitabından okumanızı öneririm.

Her iki Türk evlâdının da mekânı Cennet olsun..


Ayrıca Üstad başı sıkıştığında Stalinlere sığınmamış,ülkesinde gerekli cezayı çekmiştir. Ve huzur içinde vefat etmiştir.


Saygılar,sevgiler... :artis
#16 - Ağustos 09 2008, 15:12:30

Zeitgeist

Kendisinin zilyon kere "Atatürk'e hakaret" suçlarından tevkif edilip cezaevine yollanmasının "Atatürk'ten haz etmemesi" denencesini kâfi nitelikte destekler olarak görmekte zat-ı alim.Yazılanları okuduğunuz halde neden ortamı "Atatürk'ü seviyor bu lan,ocağını yakarım senin alimallah!" minvalinde velveleye veriyorsunuz anlamıyorum.Bahsettiğimiz nesnel şeylerdir.İBDA'nın fikir babalarından olan bir zatı Atatürk sever olarak görmeniz bile absürd.Adam şeriatçı,ümmetçi,yobaz,kafatasçı ne işi olacak Atatürk ile?Niye sevsin,negatif korelasyonlar çeker mi birbirini bre?Bu Necil Fazıl denen zatın Atatürk'e tebelleş olarak yaşadığını gösterebilecek kanıtın bu mudur?Hezeyanlarındır bunlar başka birşey değil kanaatimce.Adam İBDA ile sınırlı kalmamış,Tayyip'inde azasında bulunduğu MTTB'de jübile gecesine katılmış.Mütemadiyen Allah'dan dem vuran bir insanın Ataütkr ile tezat ilişkileri olabilir anca.Üstelik yukarıdada beyyineler sunulmuş gayet güzel.Kendisi bir Atatürk düşmanıdır ve şunları demiştir farzı mahal ;

"Milli bayram mı kepazelik mi?" (Bu bayram 19 mayıstır.)
"Milli Münafık İnönü Rus Ajanlarını korudu."
"Bir inkilap bekliyoruz.Bu inkilabın adı İslamdır.Bu korktuğunuz,yarın mutlaka olacaktır."
"Anadolu'yu kurtaran Mustafa Kemal değil,Vahidettin'dir."
"Vahidettin'e vatan haini diyenler,vatan hainidirler."

Kitabın adı: Vatan haini değil,Büyük vatan dostu sultan Vahidettin.
Yazar: Tahmin edilebileceği üzere Necip Fazıl bey amcamız.

Kendisini Süleymancı kesime havale ediyorum,zikir edeyler.Effenim hala diyorsan ısrarla, "Bu mudur beyyine?",al sana başka bir nesnellik din kardeşim.

Devam ediyor kendisi bu kitapta,Atatürk yandaşlarının "çapulcu" olduğunu ileri sürüyor bu mütekellim.Ayol vallahi ben emin oldum zahir,bu tür melanetlerle Atatürk sempatizanı olunuyorsa ümmetçilerde Atatürkçü.İkonum Neyzen Tevfik'in sözünü yoğurup değiştireyim ;

"Tanrı kimsenin çamurunu necaset ile yoğurmasın".

Amen.


idit: Demesem olmazdı,ölürdüm tenasüh ile döndüğümde din adamı olurdum,sadece Amerikan propagandası yapmak için aza oldum bu siteye forumdaşlarım;

- Emperyalist-Kapitalist Amerika'da beni malul et yarabbim. -
#17 - Ağustos 09 2008, 22:11:09
« Son Düzenleme: Ağustos 09 2008, 22:14:22 Gönderen: Zeitgeist »

barbie9138

Üstad bu kitabı, tarihteki bazı olayların balçıkla sıvandığını göstermek için ele almıştır. Üzeri kapanılan bu tarihi hadiseyi büyük bir cesaretle yazıya geçirmiştir.

Evvelin,Vahdettin olayını izah edeyim.

Siz de bilirsiniz ki Vahdettin,Türk milletini  unutulmuyacak felaketlere sürüklemiştir. Bu sebeble kendisinden pek hazmettiğim söylenemez.
Lakin Mustafa Kemal'i  Anadoluya kurtuluş mücadelesini başlatması için gönderdiği tartışılmaz bir gerçektir.

Anadoluda kurtuluş mücadelesini başlatmak için Osmanlı Genelkurmayı toplanır. 'Heyet Mustafa Kemal'i bu olayı başlatması doğrultusunda karar alır.
Vahdettin'e Mustafa Kemal'in cumhuriyetçi olduğunu,saltanatı yıkabileceğini söyleyerek itiraz edenler olur. Fakat Vahdettin vatanın elden gittiğini,bu göreve kimin atanacağının pek önemi olmadığını söyler.
Daha sonra Mustafa Kemal'i çağırtır.Zaten Ulu Önder Nutuk'ta bunu kendisi de belirtmiştir.

"22 kasım 1918 günü selâmlığa gittim. namazdan sonra beni oradaki salona davet eden vahdettin’le bir görüşmede bulunduk. zaman bakımından uzun sürdü. fakat fikir alışverişi edebildiğimiz zemin üzerinde onu aydınlatmak ve uyarmak için giriş yaparken, o çok ustaca bir tarzda açıklamamın önüne geçti, dedi ki:
— ordunun komutan ve subayları eminim ki seni çok severler. bana güvence verir misin ki onlardan bana bir fenalık gelmeyecektir. birdenbire böyle bir sorunun amaç ve anlamını kavrayamadım, sordum:
— ordu tarafından karşı harekete ait bilginiz ve hissettikleriniz mi var efendim? gözlerini kapadı, olumlu veya olumsuz cevap vermedi. aynı sorusunu tekrar etti, cevap verdim, dedim ki:
— gerçi ben istanbul’a geleli birkaç gün oldu, buradaki durumu yakından bilmiyorum. fakat ordu komutan ve subaylarının zatışahanenizle karşı karşıya bulunması için bir sebep olabileceğini sanmıyorum. onun için temin ederim ki hiç bir fenalığı beklemeyiniz. çok şüpheci tarzda sözlerine devam etti:
— yalnız bugünden söz etmiyorum, bugünden ve yarından... son cümle bende bir kuşku uyandırdı: demek ki yarın padişahın öyle bir hareket yapmak ihtimali vardır ki ordunun yurtsever komutan ve subaylarını müteessir edebilir. beni aldatarak, aracılığımla onlardan emin olmak istiyor. fakat bu düşüncemi kendisine nasıl açıklayabilirdim? ve böyle bir açıklamada bulunmak kendim için ve maksat için yararlı olabilir mi idi? karşımdaki adam kararını çoktan vermiş görünüyordu. biz ise bu kararın ne olduğunu anlamayan veya anlamak istemeyen kimselerle temasta kalmış, hiç bir tedbir almaya zaman ve fırsat bulamamış durumda idik. padişah gözlerini açarken ayağa kalktı ve şu sözlerle görüşmeye son verdi:
— siz akıllı bir komutansınız, arkadaşlarınızı aydınlatıp yatıştıracağınızdan eminim.

çok umutsuz ve üzüntülü, fakat üzüntümün gerçek nedenini dahi anlayamamış halde vahdettin’in salonundan çıktım. dışarıda bekleyenlerin bezgin, yorgun, fakat biraz anlamlı bakışlarla bana bakmakta olduklarını hissettim. itiraf ederim ki o anda bu bakışların anlamını anlayamamıştım.

ancak bir iki gün sonra artık her sırrı öğrenmiştim. bu geçen günler içinde ne olmuştu, onu hepiniz bilirsiniz. meclis-i mebusan dağıtılmıştı... sonraları işittim ki güya o uzun görüşmede padişah meclis-i mebusan’ı dağıtmak lüzumu üzerinde benimle düşünce alışverişinde bulunmuştur. ve ben kendisini onaylayarak, ordunun aynı düşüncede olduğunu söylemişimdir. kendimle arkadaşlarım adına söz vermişimdir. artık böyle dedikodulara önem verecek halde değildim, üzgündüm."


Üstadın  güneşin üzerindeki balçıkları silkelemek için kaleme aldığı bu kitapta Atatürk düşmanlığından dolayı hapse atılmasını pek yadırgamıyorum açıkcası.Bu ülkede onuncu köy yok zira.  Şunu da belirteyim ki  Üstad Stalinlere,mandacılığını yaptığı (!) Amerikalara kaçmamıştır. Ülkesinde haksız cezayı gereği kadar ödemiştir.


Atatürk yandaşlarının çapulcu olduğunu ben de zikrediyorum,efendim. İsmet İnönülerin,Halide Edip Adıvarlarının kirli çamaşırlarını dökmek  istemiyorum evvela.
Velhasıl günümüzde Kemalizm maskesine sığınan insancıklara bakarak da bunu çözebiliriz pekala.
Ayrıca bir insan aynı anda  şeriatçı,ümmetçi,yobaz,kafatasçı  nasıl olabilir,çözebilmiş değilim. Cıks cıks,görmemiş olalım. Günüzmüze uyarlanmış hali için
(Bknz:Faziletçi,ampülcü,Türkçü,milliyetçi,Irkçı)
Hımm neyse bayağı ironik  oldu bu. Bir insanı hem ırkçı hem müslüman yapan beyinler için gülmek mi ağlamak mı lazım acaba?

Bütün dünyada Kralına, anası kadar yanacak kimse yoktur. Bu zalim ruh kanununa rağmen bu defaki ölüm, vatanın her evinden çıkmış kadar göze büyük göründü. Evinizdeki bir kahve fincanının çatlaması, bize yedikule surlarının çöküşünden daha tesirli geldiği halde; bu defaki ölümü hepimiz, fiili ve şahsi bir mülkiyet kaybı ifadesiyle duyduk. İçtimai ölüler arasında(Atatürk gibi), her evin ölüsü olabilmiş kahramanlar, tek eldeki parmak sayısından daha azdır.

İsmet İnönü yazmadı bunu,Staline kaçanlar da yazmadı  şeriatçı,ümmetçi,yobaz,kafatasçı   (6) olan Üstad yazdı ,efendim.

Son olarak aklına eseni yazanlara verilecek cevaba acırım ben. Lakin onuncu köyü olmayan Üstada onbirinci köylük yapmak borcumdur.
Saygılar,sevgiler...










#18 - Ağustos 09 2008, 23:56:23

evet o bi ustad kim ne derse desin burda daha dun ermenı olaylarını savunan orhan pamuk'a hıç bısı denmeyıp üstada agıza alınmayacak laflar soylenmesıde bunun ustadla degıl yazanların sıyası goruslerıyle ilgili olduguda asikardır size ustadın hiç bi sözünü savunmayacagım herkes ne dusunmekte özgurdur kimsede dusuncesının bı baskasının dusuncesıne uymadıgı için yobaz kafatascı olmaz ama bu ülkede oyle bı yapı oturmus ki bi tarafın soyledıgı dogru ve onlara dokunulmaz ama dıger kesım ne derse tarısmaya açık demokrasi ise herkese özgürlukse ustadada banada sanada eğer size yok bize var ise işte biz buna karsıyız
#19 - Ağustos 10 2008, 13:23:37
Aşık olmak hoştur amma sadık olmak başkadır başka....

Zeitgeist

Baykal tarzı muhalefet deniyor bu yaptıklarına.Pek komik oluyorsun,bir tarafımla gülesim geliyor keh keh derler ya öyle diyeyim ben sana.Gel seninle anketörlük yapalım din kardeşim,ben şimdiden eminim senin denencelerin ve benim denencelerimin yarışamayacağını.Zira bir beyyine olarak gösterebilirimki,sokaktaki 10 insandan 9'u Necip Fazıl'ın Atatürk düşmanı olduğunu söyleyecektir sana.Yine belirtmek isterimki ifşa ede ede söylediğin şeyler necasetten ibarettir.Ömür billah süregeldiğim bu hayatta "Necip Fazıl'ın,Atatürk yandaşı olduğunu söyleyen tek kişi" sensindir.Kaynaklarında sanırım Necip Fazıl Fun Club'larından ibaret.Bunlarda seni tatmin ediyor,kafi geliyor,bilakis gerçekler bunlar değildir.Atatürk'e sürekli hakaret eden bir adam var karşımızda,yetmeyip kendisi bir zamanlar Tayyip'inde içinde bulunduğu MTTB'nin fikir babalarındandır.MTTB'nin ne olduğunu öğreteyim sana.Bir zamanların "Şeriatçı,ümmetçi,yobaz,beyin yıkayıcı" birliğidir.Sokaklarda "Tek yol şeriat!","Ne mutlu Müslüman'ım diyene!" deyyü mitingler yapan provakasyoncu bir birliktir.Böyle bir birliğin fikir babası olan insan nasıl Atatürk yandaşı olabilir?Aha 1.sorum.

2)9. köyden 1 kez 2 kez kovulabilir insan,lakin yazdıklarıyla "Vahidettin'i" ulvi,yegane insan mertebesine çıkaran,bununla yetmeyip Abdulhamitçi olan,Vahidettin'i her fırsatta öven,ona güzellemeler yapan bir insan nasıl Atatürkçü olabilir?Zilyon kere tevkif edilmesi hep yanlış anlaşılmamıdır?
3)Yandaşları dedikleri Kurtuluş Savaşı'nda savaşmış olan insanlardır.Necip Fazıl o dönemlerde Kurtuluş Savaşını yermiştir,onu dini bir savaş olarak görmüştür.Çapulcu alayları demiştir Atatürk ordusuna.

Amerikan yandaşıdır.

http://img117.imageshack.us/my.php?image=amerikadnyavebizgb9st1.jpg

"amerikan politikasını korumakla mükellefiz...amerikan siyasetini tutmak biricik yol...amerika'dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı.yoksa bir amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadrodan ileri geçemeyiz.dış siyasetimizde amerikan siyaseti ve iç bünyemizde amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez(birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine(tekliğine) göre ayarlamakta büyük ve her işe hakim bir mana gizlidir."

17 temmuz 1959

Ah tanrım,bal dök yala zat-ı muhteremi.Hem Amerikancı,hem Vahdettinci,Hem MTTB'ci,Hem İBDA'lı.İşte Atatürk sevgisi.Ben bu zat kadar Atatürk'ü seven başka kimseyi görmedim :))

Feyz alacağım kendisini :))

Eh sus bre artık,çok konuşuyorsun.OCAĞINI BAŞINA YIKARIM SENİN !!

Başkada bir şey yazmayacağım genç,ömür billah yeter sana bunlar.Dikkat ette saçların beyazlamasın.
#20 - Ağustos 10 2008, 15:05:21

barbie9138

Bana Neyzen Tevfikçe konuşma. Pek hazmetmem başkasının ağzıyla konuşan  insanlardan. Zaten konuşmasan da şansın yok hoşuma kaçman için.


Ben N. Fazıla Atatürkçü dediğimi hatırlamıyorum nedense.  Sadece Atatürk düşmanı değildir diyorum. Ki yazdığı mektup da bunu gösterir.
Dikkat et,ocağımı yıkmaya çalışırken enkaz altında kalmamaya.. Zira o öyle bir ocaktır ki ,ne soluk beyinler yıkar onu ne de çapulcular.

Hadi moruk,eyvallah...
Dediğin gibi saçlarımı onun bunun ağzından konuşanlar için ağartmak istemiyorum. Boş işlerdir bunlar evvela...








#21 - Ağustos 10 2008, 15:46:44

barbie9138

Sakarya Türküsü
 

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

 

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

 

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.

 

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

 

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:

 

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

 

Rabb’im isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur.

 

Eyvah, eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..

 

Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

 

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

 


Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!

 

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

 

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

 

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

 

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

 

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

 

Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

 

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

 

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

 

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

 

Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu’nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

 

Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

 

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

 

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!

 

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!

 

#22 - Ağustos 12 2008, 22:32:57

Yaşamı beni en çok etkileyen yazarlardandır, Üstad..
#23 - Ağustos 23 2008, 20:37:33
...Senin aydınlığındır ay'a ışığını veren geceleyin.
Ben bir geceyim, sen bir ay'sın madem,
Gökyüzünde bensiz gitme, istemem...

* Şimdi şu Urgan soyadını bana kimin önerdiğini söyleyince küçük bir şok geçireceksiniz: Necip Fazıl Kısakürek!

* 1930'lu yılların Necip Fazıl'ı ile 1940'lı yılların Necip Fazıl'ı arasında uzaktan yakından en küçük bir benzerlik yoktur. Bunlar iki ayrı kişidir sanki. Birincisini çocukluğumdan beri çok iyi tanırdım. Annemin bir yakın arkadaşına aşık olduğundan, bizime evden çıkmazdı. İkincisi ise, hiç görmedim, hiç tanımıyorum. Çünkü ben de, bütün arkadaşlarım da 1940'tan sonra onunla sabahı selamı kesmiştik. Süper Mürşit olarak parlak kariyerini, hayretler içinde uzaktan izledik ancak.

* O sıralarda duyduğumuza göre, bu şaşırtıcı değişimin nedeni tik sorunuymuş: Necip Fazıl'ın bir yüz tiki vardı. Kaşı gözü acayip oynardı ikide birde. Bu biçimsiz tikten kurtulmak için, böyle işlerin uzmanı bir şeyhe gitmesini salık vermişler. Şeyh Efendi okumuş üflemiş ve ancak bir haftalık süre için, tikinden kurtarmış onu. İşte ne olduysa  o bir hafta içinde olmuş. Bizim bohem şair Necip Fazıl, Süper-Mürşite dönüşmüş ansızın.

* Necip Fazıl kısa boylu, gövdesine göre bacakları fazlasıyla kısa, hiç de yakışıklı sayılmayacak bir adamdı. Gelgelelim, kendisini bir afet, bir erkek güzeli sanardı her nedense.

* Necip Fazıl'ın yüzsüz bir yanı vardı. Başkalarının evinde kendi evindeymiş gibi davranırdı.

* Necip Fazıl'ın içkisi ölçülüydü ama kumar tutkusu sınır tanımazdı.

   ...

Bir Dinozorun Anıları, YKY


Mina Urgan
#24 - Eylül 07 2008, 15:39:43
« Son Düzenleme: Eylül 07 2008, 15:40:16 Gönderen: SimyacI »
Yasak bana gözlerini anlamak...Ellerin ellerin bana yasak...Ah olaydım gözünde yaş,Fikrinde telaş
Düşünce suçun,Beraatin olaydım...

Ölünün Odası


Bir oda yerde bir mum perdeler indirilmiş;
Yerde çıplak bir gömlek korkusundan dirilmiş.
Sütbeyaz duvarlarda çivilerin gölgesi;
Artık ne bir çıtırtı ne de bir ayak sesi...
Yatıyor yatağında dimdik upuzun ölü;
Üstü boynuna kadar bir çarşafla örtülü.
Bezin üstünde ayak parmaklarının izi;
Mum alevinden sarı baygın ve donuk benzi.
Son nefesle göğsü boş eli uzanmış yana;
Gözleri renkli bir cam mıhlı ahşap tavana.
Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var;
Küçük bir çizgi küçük titreyen bir an kadar.
Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an;
Belli ki birdenbire gitmiş çırpınamadan.
Bu benim kendi ölüm bu benim kendi ölüm;
Bana geldiği zaman böyle gelecek ölüm…
#25 - Eylül 07 2008, 18:38:53

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.