Alternatifim Cafe

Mantık Felsefesi ve Bilgi Kuramı

Discussion started on Mantık

Mantık Felsefesi ve Bilgi Kuramı

--------------------------------------------------------------------------------

Felsefe târihi boyunca Mantık çoğu zaman başka disiplinlerin altında ele alındı; kabaca söylersek: Antikçağ’da ontolojinin, Ortaçağ’da ontoloji-teolojinin, Rönesans ve sonrasında bilgi kuramının altında ele alındı. On dokuzuncu yüzyıldan sonra da psikolojinin, sosyolojinin ve matematiğin bir alt disiplini olarak görüldü. Bu indirgemeci yaklaşımlardan her birinin de kendince doğruluk taşıdığı düşünüldü. Bu yaklaşımların en uç örneklerinden birini de Ernst von Aster, Bilgi Teorisi ve Mantık isimli kitabında ortaya koydu; bakınız ne diyor: “Bilgi teorisi, adından da anlaşılacağı gibi, bilmek’le ilgilidir, bilme’nin bilimidir. Buna karşılık mantık, düşünme’nin bilimidir. Ancak, düşünmek, bilmenin belirli bir biçimi, belirli bir türüdür. Bundan dolayı da mantık, bilgi teorisinin bir bölümüdür.” Bana sorarsanız tüm bu sayıltıların en temel nedeni mantık ile Mantık arasında bir ayrım yapılmaması ve buna bağlı olarak birtakım refleks değerlendirmelerin yapılmasıdır. İmdi bu sayıltıların aşılmasına katkı sağlamak ve bâzı mantık tartışmalarını çözüme bağlamak için işe ilk önce Mantık ile bilgi kuramı arasındaki ilişkilere bakarak başlamak hem gerekli hem de faydalı olacaktır:


*


İmdi Mantık ile bilgi kuramı arasında belirli bir dirsek temâsı vardır ve mantık tartışmaları hakkında konuşabilmek için birincileyin bilgi kuramının temel fenomenlerine bakmak hem gerekli hem de faydalıdır. Bir örnek vermem gerekirse: şu belirsizlik fenomenine biraz daha yakından bakalım:


Yerden binlerce fit yükseklikte bir A uçağı belirli bir X1 noktasına düşmüş olsun. Bu uçağın düşme nedeni hakkında dile getirilebilecek bir önermenin doğruluk değeri ancak karakutunun deşifre edilmesi sonucunda belirlenebilecektir. Ne var ki karakutuya ulaşılamamışsa veya deforme olmuşsa bu önermenin doğruluk değeri belirlenemeyecektir. İmdi doğruluk değeri belirlenemeyen bir önermeye önerme demek mümkün değildir. Dolayısıyla bu gibi önermeleri mantık işlemlerine (dedüksiyon, indüksiyon, analoji ve hesaplama) tâbi tutmak büyük bir sayıltıdır. Öte yandan bir önermenin doğruluk değerinin belirlenmesinde birtakım işlemler yapılır ki bunları incelemek de bilgi kuramının üzerine vergidir. İmdi bu gibi örnekler bize Mantık ile bilgi kuramı arasındaki dirsek temâsını açık bir biçimde göstermektedir.


*


İmdi bir de mantık felsefesi ile bilgi kuramı arasındaki dirsek temâsını incelemek gerekirse: şu örnek üzerinden gidelim: bulanık mantıkçılar 1987 yılında Tokyo’da bir konferans düzenlediler. Bu konferansta bulanık mantık dizgesinin temel esasları doğrultusunda üretilen bir robot birtakım “show”lar yaptı. Bunlardan biri de oldukça ince bir çubuğun üzerine bir çiçeği yerleştirmek ve dengelemekti. Bu sırada işler yolunda gitti ve robot bunu başardı. Dâvetlilerden biri robotun bir devresi çıkartılacak olursa ne yapacağını sordu ve robotu programlayan mühendis bir devreyi çıkarttı. Ancak robot yine aynı “incelikle”(!?) çiçeği çubuk üzerinde dengelemeyi başardı. Bu olaydan sonra bulanık mantıkçılar şunu savunmaya başladılar: bulanık mantık dizgesinde yetersiz öncüllerden(!?) bile(!?) doğru sonuçlar(!?) çıkartmak mümkündür(!?); nitekim bir tür sağduyu(!?) kullanılarak(!?) bu yetersizlik aşılabilir(!?).


Bulanık mantıkçılara göre bu olayda “teknolojik bir zafer”e(!?) tanıklık etmişiz(!?). İşin “teknolojik” boyutlarını tartışmak bu çalışmanın sınırlarının çok ötesinde. Ancak şunu belirtmeden geçemeyeceğim: bu robotun (da) programlandığı dil bilgisayar dilidir ve bunun temelini (de) iki değerli mantık sistemleri oluşturur. Bu bakımdan bulanık mantıkta gerçekleştirilen söz gelişi durulaştırma işlemleri, üyelik dereceleri fonksiyonları vb. iki değerli mantık sistemlerine dönüştürülerek sonlandırılır. Dolayısıyla eğer ortada bir “zafer”(!?) varsa -ki yoktur; bu ancak iki değerli mantık sisteminin bir “zafer”i(!?) olsa gerek. Ne var ki bu olayın teknolojik boyutu bir tarafa, bu olay mantık dizgelerinin yarattığı görelilik sorunu bağlamında çok önemli bir sayıltının aşılmasına önemli bir katkı sağlıyor:


İmdi birinci durumda n sayıda öncülden belirli bir akılyürütme yapılıyor ve V1 vargısına ulaşılıyor. İkinci durumda ise örneğin n-2 sayıda öncülden belirli bir akılyürütme yapılıyor ve yine V1 vargısına ulaşılıyormuş(!?). Ne var ki ikinci akılyürütmede atlanan adımlar nedeniyle bu akılyürütmenin mantıksal bir akılyürütme olduğunu söylemek aklın çelişkiye düşmeden kabûl edebileceği bir şey değildir: şu örnek üzerinden düşünelim:


Bütün X’ler Y’dir


Bütün Y’ler Z’dir


Bütün Z’ler K’dır


Bütün K’lar N’dir


olmak üzere dört farklı önermemiz olsun. Bu önermelerden yapacağımız bir akılyürütme sonucunda mantıksal olarak “Bütün X’ler N’dir” önermesine ulaşacağız. İmdi vargımız “O hâlde bütün X’ler N’dir” önermesidir. Şimdi bir de şöyle bir akılyürütme kuralım:


Bütün X’ler Y’dir


Bütün Z’ler K’dır


O hâlde bütün X’ler N’dir


Böyle bir akılyürütmenin mantıksal bir akılyürütme olduğunu söylemek mümkün müdür? Bulanık mantıkçılara göre evet; ama şapkamızı önümüze koyarak düşündüğümüzde görürüz ki hâyır. Pekî böyle bir akılyürütmeyi sağduyu gibi neirdüğü belirsiz bir kavramla haklı çıkartmaya çalışmak doğru mudur? Bulanık mantıkçılara göre evet; ama bence hâyır. Niye bu görüşte olduğumu şöyle temellendireyim: bu önermelerde geçen doymamış öğeleri şu şekilde doyuralım:


Bütün yeşil bitkiler fotosentez yapan bitkilerdir


Bütün fotosentez yapan bitkiler gündüzleri oksijen veren bitkilerdir


Bütün gündüzleri oksijen veren bitkiler havayı temizleyen bitkilerdir


Bütün havayı temizleyen bitkiler geceleri havayı kirleten bitkilerdir


olmak üzere bu dört doymuş önermeden yapacağımız bir akılyürütme sonucunda mantıksal olarak “Bütün yeşil bitkiler geceleri havayı kirleten bitkilerdir” önermesine ulaşacağız. İmdi vargımız “O hâlde bütün yeşil bitkiler geceleri havayı kirleten bitkilerdir” önermesidir. Şimdi bir de şöyle bir akılyürütme kuralım:


Bütün yeşil bitkiler fotosentez yapan bitkilerdir


Bütün gündüzleri oksijen veren bitkiler havayı temizleyen bitkilerdir


O hâlde bütün yeşil bitkiler geceleri havayı kirleten bitkilerdir


İmdi bu akılyürütme de mantıksal değildir kuşkusuz; ancak bulanık mantıkçılar şu neirdüğü belirsiz sağduyu kavramından hareketle bu önermeyi mantıksal kılmaya çalışacaktır; söz gelişi diyeceklerdir ki: ‘yeşil bitki kavramından hareketle sağduyu aracılığıyla bu akılyürütme mantıksal kılınabilir(!?).’ Ne var ki bu söylem de boş bir sofistik yanılsamadır; nitekim burada söz konusu olan bir önermenin öznesi ile yüklemi arasındaki bir ilişki değil; önermeler arasında belirli bir ilişkidir; hem üstelik bu tür bir özne-yüklem ilişkisi kurulduğunda da aslında şu sağduyu değil; mantık kullanılmaktadır ki bunu da göremiyorlar.


İmdi bu atlanan adımlar bize mantığın işlevi tartışmasında önemli bir yol aldırabilir; nitekim mantığın işlevi doğru bilgiye ulaşmaktır ve bir bilginin doğru bir bilgi olması için herşeyden önce mantıksal bir form taşıması gerekir. Mantığın işlevi ise tanıtlama, temellendirme ve gerekçelendirme yapmaktır ki bunlar da bilgi kuramının temel fenomenlerinden bağımsız değildir. Dolayısıyla bu gibi incelemeleri yaparken mantık felsefesinin bilgi kuramıyla dirsek temâsı içine girmesi kaçınılmazdır. Ne var ki bulanık mantıkçılar tanıtlama yapmayı da, temellendirme yapmayı da, gerekçelendirme yapmayı da imkânsız hâle getiriyor. Oysa ki onlar kendi görüşlerini temellendirmeye çalışırken bu görüşlerimin hakkını verircesine kendi söyledikleriyle çelişiyor.


Böylelikle klâsik dönemde cevap aranan şu sorulara da cevap verebiliriz: “Mantığın faydası nedir?” sorusuna cevâbım: mantık aracılığıyla doğru bilgi ile yanlış bilgiyi birbirinden ayırmada ilk ve en önemli adımı atarız. Mantık aracılığıyla da karşımıza doğru olduğu iddiâsıyla konan tanıtlama, temellendirme ve gerekçelendirmeleri inceler ve bunların tutarlılık ve geçerlilik denetlemelerini yaparak doğru olup olmadıklarına karar vermede ilk ve en önemli adımı atarız. İmdi bu denetlemeleri yapmayanlar için gözler ve kulaklar kötü birer tanık olsa gerek.


“Akılyürütmeler ile zihin arasındaki ilişki nasıldır?”, “Mantık ile zihin arasındaki ilişki nasıldır?” ve “Mantık ile zihin faaliyetleri arasındaki ilişki nasıldır?” sorularına cevâbım: belirli bir Mantık eğitimi aldıktan sonra zihnin tam ve doğru bir kullanımı sağlanabilir. Hem üstelik bir akılyürütmenin adımlarını incelemek nasıl tanıtlama, temellendirme ve gerekçelendirme yapıldığını ve yapılması gerektiğini görme ve bunu mîzaç edinmede de kuşkusuz gerekli ve faydalıdır. Tüm zihin faaliyetlerinin temelinde mantık işlemleri bulunur ki bu işlemlerin şu ya da bu nedenle ve şu ya da bu biçimde rayından çıkması da bu faaliyetleri dumura uğratacaktır.


“Mantık ile Felsefe arasındaki ilişki nasıldır?” sorusuna cevâbım: her filozof önünde sonunda ortaya bir bilgi koyar ve kendisinden de bu bilginin hesâbını vermesi beklenir. Bu hesap verme işi sırasında (da) filozof Mantığa dayanmak zorundadır, filozof (da) Mantığa mahkûmdur; bu hesâbın ve ortaya koyduğu bilgilerin tutarlılık ve geçerlilik denetlemeleri Mantık aracılığıyla yapılacaktır. Dolayısıyla filozof (da) mantığa da mahkûmdur; doğru düşünmede kullanılabilecek başka bir araç yoktur. Aksi taktirde filozof kendisini gülünç duruma düşürmekten aslâ kurtulamaz. Öte yandan ortaya koyduklarının hesâbını vermeye yanaşmıyorsa bu durumda bunların bir bilgi olmadığını da kabûl etmiş olur ki filozofun böyle bir şeye hakkı yoktur; hem üstelik bilgi olmaklığın özünde zâten hesap verilebilirlik şartı vardır ki filozof da buna kayıtsız kalamaz.


Geldiğimiz şu nokta îtîbâriyle “Mantık ile düşünme edimi arasındaki ilişki nasıldır?” sorusu çerçevesinde mantık, Mantık ve felsefî düşünme yöntemi arasındaki ilişkileri biraz daha yakından incelemek istiyorum: birincileyin belirtmek gerekir ki kimi çevreler düşünme yöntemi ifâdesini oldukça problematik görür. Derler ki: ‘aslında tüm düşünme faaliyeti sırasında gerçekleşen zihinsel süreçler bir ve aynıdır(!?); bu bakımdan aslında değişik düşünme yöntemlerinden bahsetmemizi haklı çıkarabilecek herhangi bir neden yoktur. Örneğin felsefî düşünme yöntemi, sosyolojik düşünme yöntemi, bilimsel düşünme yöntemi veya târihsel düşünme yöntemi arasında bilimsel(!?) bakımdan hiçbir ayrım yapılamaz; her biri için de zihinde olup bitenler birbirinin aynıdır, bu ayrımlar öznel ve keyfî ayrımlardır(!?).’ Ne var ki bu görüşü savunanlar aslında çok büyük bir cehâletin içindedir. Bu tür bir düşünme yöntemi ayrımı bilen öznenin bilgi ortaya koymasını sağlayan bilme yapısına ilişkin veya kısaca zihinsel süreçlere ilişkin bir farktan kaynaklanıyor değil ki böyle bir farkın olmadığı gösterilerek(!?) farklı düşünme yöntemleri arasında çizilen sınırların öznel ve keyfî olduğu gösterilmiş olsun. Düşünme yöntemleri arasındaki fark nesne farkından kaynaklanan bir farktır. Bu bakımdan örneğin bilimin nesnesi nasıllıktır, Felsefe’nin nesnesi ise neliktir. Dolayısıyla bilimsel düşünme yöntemi nasıllık üzerine odaklanan ve nesnesi îtîbârîyle bunu aydınlatmaya çalışmak için özel birtakım kurallara sâhip olan belirli bir düşünme yöntemidir. Başka bir örnek de sosyolojiden: sosyolojinin nesnesi toplumdur, toplum da bireylerden oluşur. İmdi bir sosyolog yaptığı çalışma ne olursa olsun birey ile toplumu birlikte ele alan bir bakış açısıyla iş görmek durumundadır ki sosyolojide buna sosyolojik düşünme yöntemi denir. Târihsel düşünme yönteminde ise olayların târihsel perspektifi hesâba katılarak iş görmek gerektiği görüşü saklıdır.


Felsefî düşünme yöntemini ıralayan temel unsurlar ise şunlar: ele alınan bir sorun belirli bir çözüme bağlanmak isteniyorsa şâyet bu durumda öncelikle objenin ne olduğuna; yâni neliğine bakılmalı. İkincileyin bu nelik bilgisi ışığında ortaya konacak olan bilgilerin belirli bir tutarlılık ve geçerlilik içermesine özen gösterilmelidir. Üçüncüleyin bu bilgilerin kabûl edilmesi durumunda içinde yaşadığımız dünyâ ve onda olup bitenler hakkında herhangi bir aykırılığın ortaya çıkıp çıkmadığı sınanmalıdır. Açıktır ki tüm bunlar mantığa ve Mantığa dayanmak zorundadır. Ne var ki kimi filozoflar nelik bilgileri ile mantık ve Mantık arasındaki bağı kopartmaya çalışmış, nelik bilgilerine ulaşma konusunda farklı arayışlara girmişlerdir. Söz gelişi Husserl ve fenomenolojik yöntem ile ideleştiren soyutlama hakkındaki iddiâları bu cümleden. Oysa ki Husserl de bilme ediminde özneyi ön plâna çıkartıyor ve nesneyi de basit bir algı nesnesi hâline getiriyor. Hâl böyle olunca nelik bilgilerine ulaşmada gidilen yol olarak gördüğü fenomenoloji bu konuda o kadar âciz kalıyor ki Husserl de nelik bilgilerinin aslında saf ben’de mevcut olduğuna inanmak ve inandırmak istiyor. Hem üstelik bu yolda daha önce söylenen tüm sözleri, ortaya konan tüm görüşleri paranteze alarak “nesnenin kendisine doğrudan yönelme”ye çalışıyor ki Felsefe’ye konu olan asıl sıkıntılar da zâten bu paranteze almaya çalıştıkları hakkında gündeme geliyor. Nitekim bir filozofun ak dediğine bâzen başka filozoflar kara diyebiliyor; imdi Husserl bunları paranteze alıp ‘nesnenin kendisine doğrudan yönelelim’ diyor ki bilerek ya da bilmeyerek Felsefe’nin altını oyuyor; çünkü bu gibi aykırılıklar felsefe yapmanın olanaklı koşuludur. Hiçbir filozof durduk yere felsefe yapmaya yönelmez; onları felsefe yapmaya sürükleyen bir neden mutlakâ vardır ki o da önünde sonunda bu gibi bir aykırılığa dayanır. İmdi filozofun yapacak olduğu/yapması gereken asıl şey bunları paranteze almak değil; bunları ustalıklı bir biçimde incelemek ve niçin aynı nesneye hem ak hem de kara niteliklerinin yüklendiğini tartışmaktır; bunları yaparken de mantığa ve Mantığa dayanmak zorundadır. İmdi Husserl kabûl etse de etmese de filozof (da) hem mantığa hem de Mantığa mahkûmdur. Nitekim Felsefe’de aykırılık dediğimiz şey de önünde sonunda belirli bir çelişkidir ve bu çelişki mantık ve Mantık olmadan ne anlaşılabilir ne anlatılabilir ne de aşılabilir.


*


Bütün bunlar bir tarafa, geldiğimiz şu nokta îtîbârîyle mantık ile bilgi ilişkisi tartışması bağlamında şu hususları ele almak ve bunların özelinde “Tasım yeni bilgiler verir mi?” ve “Mantık yeni bilgiler verir mi?” sorularına şu cevâbı vermek istiyorum: birincileyin bilginin neliğinden bahsedeyim: felsefe târihi boyunca bilginin neliği hakkında farklı görüşler dile getirilmiş olsa da bana sorarsanız bilgi: özne ile nesne arasındaki bağdır. Bu bağın niteliğine göre farklı bilgiler vardır; söz gelişi doğruluk değeri bakımından doğru bilgi ve yanlış bilgi, kaynağı bakımından a priori bilgi ve a posteriori bilgi veya akıl bilgisi ve deney bilgisi (empirik bilgi); niceliği bakımından tümel bilgi (genel yasa önermeleri), tikel bilgi ve tekil bilgi (teklere ilişkin bilgi) vb. ayrımlar yapılabilir. Öte yandan bir bilgi nasıl bir bilgi olursa olsun önerme şeklinde dile getirilir/getirilebilmelidir. İmdi bir bilgiden hareketle başka bir bilgiye ulaşma sırasında mantık işlemleri kullanılır. Belirli bir Mantık eğitiminden geçmiş bir zihin doğru bir bilgiden yine doğru bir bilgi çıkartacak, yanlış bir bilgiden de doğru bir bilgi çıkartmaya çalışmayacaktır.


İmdi “Tasım yeni bilgiler verir mi?” sorusuna cevâbım: birincileyin yeni olmaklığın neliğine bakmak lâzım: bana sorarsanız yeni olmaklık iki türlüdür, bunlar: epistemolojik yenilik ve ontolojik yenilik. Bunlardan ilki bir veya birkaç özne için yeni olma durumunu ifâde ederken, ikincisi tüm özneler için yeni olma durumunu ifâde eder. İmdi örneğin daha önce olmuş bir olayın bilgisine yeni ulaşan bir özne için bu bilgi epistemolojik yenilik taşır; ancak yeni ortaya çıkan bir olayın kendisi ve bilgisi ontolojik yenilik taşır. Bu bakımdan “Tasım yeni bilgiler verir mi?” sorusunu şu iki alt soruya ayırmak gerekir: S1: “Tasım epistemolojik bakımdan yenilik taşıyan bilgiler verir mi?” ve S2: “Tasım ontolojik bakımdan yenilik taşıyan bilgiler verir mi?”.


İmdi S1’e cevâbım: tasım Mantığın işlevini yerine getirirken epistemolojik bakımdan yenilik taşıyan bilgiler verir. Dolayısıyla tasım kimilerine “bilinen şeyleri tekrar etme işi” olarak görünebilir; ancak bu yeni bilgilerin bir başkası için bilinmiyor olduğu farz edilir ve bu kimseler için tasım “bilinen şeyleri tekrar etme işi” olarak görülemez. S2’ye cevâbım: tasım ontolojik bakımdan yenilik taşıyan bilgiler vermez; ama bu bilgilere ulaşmada belirli bir hareket noktası sağlayabilir.


Böylelikle “Mantık yeni bilgiler verir mi?” sorusuna da cevap çıkmış oluyor. İmdi tasımın yeni bilgiler veremeyeceğini savunan filozoflar yeni bilgi derken ontolojik bakımdan yenilik taşıyan bilgilere göndermede bulunmuş; oysa ki tüm bilgilerimiz ontolojik bakımdan yenilik taşımaz ve epistemolojik bakımdan yenilik taşıyan bilgilerin olanağının görülmemesi tasım özelinde Mantığın küçümsenmesine yol açıyor.


*


Geldiğimiz şu nokta îtîbârîyle epistemolojik yenilik ile ontolojik yenilik arasında yaptığım bu ayrım çerçevesinde önermelerle ilgili tartışmalar bağlamında sentetik a priori önermeler sorununa şöyle bir bakmak istiyorum: bu önermeler hakkında uzam ve zamâna ilişkin olarak yapılan tartışmaları incelemek kuşkusuz fizik felsefesinin üzerine vergidir. Hem üstelik bu önermeler şu ya da bu bilimde kullanılacaksa şâyet ortaya ne gibi sorunların çıktığı tartışmak da kuşkusuz bilim felsefesinin üzerine vergidir. İmdi bu sorunda mantık felsefesinin üzerine vergi olan: Kant’ın sentetik a priori önermelere örnek olarak gösterdiği matematik önermelerinin gerçekten de bu önermelerin niteliğini taşıyıp taşımadığını tartışmaktır:


Bana sorarsanız: matematik önermeleri epistemolojik bakımdan yenilik taşıyan önermelerdir; dolayısıyla bu önermeler sentetik değil; analitik önermelerdir ve bunların zorunlu olması da bu özelliklerinden kaynaklanır. İmdi “7 ile 5’in toplamı kavramı”nı düşünmekle “12 kavramı”nı düşünmeyiz; ancak bu önermenin sentetik bir önerme olmadığını görmek gerekir; nitekim “7 ile 5’in toplamı kavramı” bizi “12 kavramı”na götürür ki bu gidiş epistemolojiktir; önermede geçen “=” iminin kendisi zâten bu geçişi imler.


Pekî Kant niçin böyle bir hatâya düştü diye soracak olursak Tuncar Tuğcu’nun verdiği şu cevap yerinde görünüyor: “Kant burada 5+7’yi ‘S’, 12’yi ‘P’, eşitliği ise Copula olarak görür. ‘S’ ve ‘P’ ters çevrilemez, oysa Kant’ın verdiği bu eşitlik ters çevrilebilir. Aynı denklem Almanca’da ‘7+5 und 12 ist gleich’ biçiminde dile getirilir; Kant burada ‘gleich’ (eşit) sözcüğünün ‘P’ olduğunu göremez. Bu yanılgı Almanca’nın özelliğinden kaynaklanıyor olabilir. Türkçe ifâde edildiğinde bu yanılgıya düşmek olanaksızdır.”


*


Geldiğimiz şu nokta îtîbâriyle “Mantık aracılığıyla doğru bilgiye ulaşılabilir mi?” sorusuna cevap arayalım: birincileyin doğru bilginin neliğine bakmak lâzım: felsefe târihi boyunca doğru bilgi hakkında üç farklı kuram geliştirildi, bunlar: uygunluk kuramı, tutarlılık kuramı ve pragmacı kuram. İmdi uygunluk kuramına göre doğru bilgi: belirli bir nesne hakkında dile getirilen bir bilginin nesnesine uygun olduğu bilgidir. Tutarlılık kuramına göre ise doğru bilgi: belirli bir nesne hakkında dile getirilen bir bilginin daha önce dile getirilen bilgilerle tutarlı olduğu bilgidir. Pragmacı kurama göre ise doğru bilgi: bir kimsenin kendisi için faydalı olduğuna inandığı ve kabûl etmesi durumunda ona yaşam bütünlüğünden hiçbir şey kaybettirmeyen bilgidir.


İmdi bunları tek tek sınamak lâzım: sonuncusundan başlayalım: söz gelişi bir kimse ‘cebimde şu kadar para var’ demiş olsun. Şu hâlde bu kimsenin söylediğinin doğru olup olmadığını sınamak için yapmamız gereken nedir? Tabiî ki cebine bakmaktır. Ne var ki bu örnek için Pragmacıları konuşturursak bize şunu derler: ‘eğer o kişi cebinde o kadar para olduğu düşüncesinden büyük bir haz alıyorsa bu durumda cebinde bu paranın gerçekten de olup olmadığının bir önemi yoktur.’ İmdi bu sakat düşüncenin nelere yol açabileceğini uzun uzadıya tartışmaya sanırım gerek yok. Öte yandan bu argümantasyon bize doğru bilgi hakkında önemli bir gerçeği gösteriyor: demek ki bir bilginin doğru bir bilgi olup olmadığını belirlerken o bilgiyi nesneye geri götürmemiz gerekiyor.


İmdi bu kuramlar arasında aslolan uygunluk kuramıdır. Ancak özellikle de günlük hayatta tutarlılık kuramını da sıkça kullanırız; söz gelişi bir ahbâbımızdan duyduğumuz bir bilgiyi çoğu zaman nesnesine geri götürmek yerine daha önce sâhip olduğumuz bilgilerle karşılaştırır, tutarlı olup olmadığına göre doğru olup olmadığına karar veririz. Böyle yapmamızda birçok neden vardır; söz gelişi günlük hayâtın hızlı koşuşturmacası ve ahbâbımızla olan samîmiyetimiz bu cümleden. Ancak bu durum tutarlılık kuramını aslolan yapmaz; nitekim bu gibi konularda çeşitli anlaşmazlıklara düştüğümüzde bu bilgiyi nesnesine geri götürme zorunluluğu hissederiz ki bu da uygunluk kuramının aslolan olduğu gerçeğini sugötürmez bir zorunlulukla kabûl etmemizi sağlar.


İmdi doğru bilgi nesnesine uygun bilgi olduğuna ve bir bilginin doğru bir bilgi olup olmadığını belirlerken bunları yapmamız gerektiğine göre bunları yaparken de mantığı ve Mantığı kullanmamız gerektiği/gerekeceği açıktır. Hem üstelik tüm bilgilerimiz de hazır bilgi değildir ve bâzen başka bilgilere ulaşırken bu bilgilerden hareketle birtakım akılyürütmelere ihtiyaç duyarız ki bunları da mantık ve Mantık aracılığıyla yaparız. Böylelikle “Mantığın bilgi oluşum sürecindeki rolü nedir?”, “Mantığın bilgi aktarım sürecindeki rolü nedir?” ve “Akılyürütmelerin işlevi nedir?” sorularına da cevap çıkmış oluyor.


*


İmdi tüm bunları konuştuktan sonra şunu apaçık bir biçimde ortaya koyabilirim: Mantıksız bilgi kuramı kör, bilgi kuramı bilgileri olmadan da mantık ve Mantık boştur. İmdi tüm bu ilişkileri kavrayamayanların sayıltıları önümüzde bir çin setti gibi dikili dursa da konuya Felsefe’den bakanlar için bunlarla mücâdele etmek zor değildir.


***


#1 - Haziran 06 2006, 17:29:34

sen de sağol sen olmasan bu kadarını yapamazdım  :okey
#2 - Haziran 06 2006, 21:24:37


nedemek mod lara yardımcı olmak görevimiz
#4 - Haziran 06 2006, 22:25:33

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.