Alternatifim Cafe

Küçük İskender

Discussion started on Yazarlar

faitHleSs

Derman İskender Över

Küçük İskender mahlasıyla tanınan Derman İskender Över, 28 Mayıs 1964 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne girdi ve beş yıl eğitim gördü. Kendi arzusuyla bıraktığı tıp eğitimini takiben İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'ne de üç yıl kadar devam etti. Ağır basan sanat hayatı onu akademik ortamdan kopartarak edebiyat ve sinemaya sürükledi.

'Marjinal şair' olarak tanınmaya başlaması 1985 yılıdır. Günümüze değin bunca yıllık süreye onlarca şiir ve özgür metin, bir günlük, üç roman, iki özel derleme, bir inceleme, bir antoloji olmak üzere birçok kitap sığdırdı. Kimi Avrupa ülkelerinde çıkan antolojilerde şiirleri basıldı. Kanada'da yayımlanan Descant adlı edebiyat dergisinin Türkiye özel sayısında, ABD'de ise Murat Nemet Nejat'ın 'eda' kavramında yoğunlaştığı Türk şairlerinden çeviri antolojisinde kendine yer buldu. 2000 yılında İtalya'da düzenlenen Avrupalı Genç Şairler Yarışması'nda ( La Giovane Poesia D'europa Nel 1999 ) ilk ona girdi ve bu şairlerle birlikte kitaplaştırıldı. Yine aynı yıl içersinde uzun zamandır sinema dalındaki jürisinde de yer aldığı Orhon Murat Arıburnu Ödülleri'nde 'Bir Çift Siyah Deri Eldiven' adlı şiir kitabıyla birincilik alarak ödüllendirildi. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Fotoğraf Bölümü master öğrencilerine 'Postmodernizmin Görsel Malzemeye Etkisi' üzerine bir seminer verdi. 2001 yılında Almanya'da, 2002'de de Hollanda'nın çeşitli şehirlerindeki etkinliklerde konuşmacı olarak ve şiir performanslarıyla yeraldı. 2003 yılında Berlin'de düzenlenen İlk Türkiyeli Eşcinseller Kongresi'nde bu konudaki dekleresini okudu. 2004'te Newyork'ta ve Kuzey Carolania'da üniversitelerde konuşma yaptı ve tek kişilik okuma gecelerine konuk oldu. Ayrıca Türkiye'de farklı üniversitelerde ve liselerde panellere, workshop'lara katıldı. Bir dönem seslendirme, senaristlik, radyo programcılığı, şiir matineleri de yapan küçük İskender, içlerinde 'Ağır Roman' ve 'O Şimdi Asker'in de bulunduğu beş filmde de oyuncu olarak rol aldı. Halen Varık, Adam Sanat, Yasak Meyve, Kaçak Yayın adlı dergiler ağırlıklı olmak üzere yazmaya ve kitaplaşmış eserlerini yayımlamaya devam etmektedir.


Bikaç şiirini payLaşmak isterim.Kesinlikle hissedilerek okunması gereken bir şair kendisi.  ;)

A

Ne idüğü belirsiz kelimeler takip ediyor beni!
gidip saklandığım anlamlarda
hoş bir yan yok! Belki de
ölümü biraz teşvik etmeli!

Suya eğiliyorum. Su da bana eğiliyor gibi.
Adımı söylüyorum. Su da adını söylüyor sanki.

Bu tuhaf adamların bilmeceleri çözmeleri imkansız!
birer harf gibi duruyor kentler haritanın ortasında
düzden de okusan, tersten de okusan
hayat değişmeyecek besbelli!

Satın alınmayacak bir gazete adeta içimdeki buzul dağ,
köşeyazarı bir ırmak akıyor
boğuyor cesur bir okura benzeyen ilk halimi!

Taklitlerinden sakınılan bir 'gece'
yatıyor uzayda sereserpe özgür, özgür ama serseri!

galiba cismim
yıldız yağmurunda rüya şemsiyesini açan casus gemi!

Evet!
Ne idüğü belirsiz kelimeler takip ediyor beni!
her dakila yaklaşsalarda

ele vermiyorlar bedenimi!


Öyle Görünüyor ki

kuytu sokumda bir alev yalayandadır kan
istiridyede sevişen kumsalın o elyazısı

hayata terbiye veren delikanlının arka yüzü
arka yüzümde ihanetler ön yüzümde hüzünler
yontu sevginin gözüne iğne yapmış ölü çöp
façam aşk
koz: tutku
yeni çıkan sakalımda bir oğlan tayyaresi
bendim verlaine'in silahından fışkırıp
arthur'a saplanan kara'nfil kurşun
bak! suyun kulağına eğilmiş ne demekte salkımsöğüt
_sen değil miydin anneni doğuran baba
geceler ura dönüşürken hakim ol adına!
ve benim bu gezegene ilk ayak basışımdır ölümüm
rakıya bütün çocukları öldürmesini de öğütledim

bir girdap oluşurken çıkan ses var ağzımda
bir dönmedolap devriliyor sevdiklerim giderken
çığlık, çığlığıma sarılıyor
haykırış, haykırışıma
kaçıyor sihri aynaların o saat lunaparklarda
varyetesi dağılıyor kahkahaların kahroluşumda
onlar gitmiyor da sanki,
onlar gitmiyor da ben kaldığım yerden uzaklaşıyorum
herkes dövüyor beni, her şey tekmeliyor bu kentte
vazoyu kırmadım, kimseyi üzmedim ama niye ben
şaşıyorum

param yok, sağlığım kötü, keyifsizim
artık
'geldimgeçtim sokağı'nda dolaşıp
artık
bir 'benettimsenetme çiçeği' gibi yaşıyorum
façam aşk
yürekleri bende define!
bir taşan bir taşa taşıyorum!


Bir Martıyı Ağlattın Sen

bir martıyı ağlattın iste
bir çocuk garanti intihar eder artık
kutur küfrediyor gece imanıma
bir yaprak kırılıp suya düşüyor
su yaralanıyor su kanıyor şelale!

ah nasıl titredim tensiz
bir piyanist büküldü sanki
kesişen ayrışık doğrular gibi
çarpışıverdim yüzünle. Yüzün
öyle düzgün suna bir el yazısı
yüzün yüzüme aksedince
yüzün ayna alnımda
yüzün uzun hüzünlü bir alınyazısı!

bitmemiş bir ömrün yalanısın
sen: kabuslarımın tabiri
çocukluğumun arta kalanısın!
öldüreceğim kendimi dudaklarınla
dudakların etle, şehvetle seferber
sen! bana inen son kutsal kitap
son fakir yatır
son aciz peygamber!

bir martıyı ağlattın iste
bir çocuk garanti intihar eder artık.
 

#1 - Mart 09 2008, 17:35:18

artık kalbim yok ağladığımda sana
düşündüğümde seni artık kalbim yok
seni anlatırken birilerine, atmıyor kalbim
atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda
istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok !
küçük bir velede verdim onu, oyuncak niyetine
fırlattım attım doyursun karnını diye bir sokak
köpeğine
suda sektirdim bir kiremit parçası gibi
ve bekledim batmasını
bekledim batmasını yanan bir gemi
nasıl ağlayarak denize dökülürse

istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok!
artık kalbim yok baktığımda eski resimlere
özlediğimde seni
arta kalmış bir kalbim yok!
YOK!
#2 - Şubat 22 2009, 14:31:54

Gitme-Gelme

gitme!:kar yağmasına katlanamam.
gelme!:şehvetimin soyadı yok.
gitme!:bak,o zaman çok içerim.
gelme!:bak,o zaman altın plak alamam.
gitme!:okuduğum her mısra dilimi keser.
gelme!:tanrı büyük bir gürültüyle yeryüzüne düşer.
gitme!:hüzünden istifade ederim.
gelme!:bak,o zaman kendmi ihanete kitlerim.
gitme!:orada sabotaj yok.
gelme!:çıplağım.
gitme!:sisters of mercy dinlerim.
gelme!:yalnızlığın kaç para,bilemem.
gitme!:bu yuvarlak gezegene köşe olurum.
gelme!:şiiri bırakırım.



Küçük İskender
#3 - Şubat 25 2009, 21:53:35

Anneler Oğullarını Affetmez

Annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
Annemin cenazesinde kılmadığım namaz kadar masum
Annemin mezartaşındaki imla hataları kadar sarhoş
Annemin vasiyetindeki,
'Oğlumu benim yanıma gömmeyin sakın' maddesi kadar sevecendin.

Bazı eski romanlar
'Yıl bin dokuz yüz bilmem kaç' diye başlardı,
ben çocukluğuma, çocukluğumun çocuk romanına,
senin oyuncaklarını kırarak başladım.
Ben her sonbahara hep yaz'ı kırarak başladım.
Yazları kırarak sonbaharlara başlamak...
Bunlar benim sevişirken kaybettiğim savaşlardı!

Firari bir aşka saklanacak kalp bulmak
Anneme talip olan yalnızlığın sorumluluğundaydı.
Belki o kadının ölüm nedeniyle ısınan gözlerinin,
uzak şehirleri hatırlatan soğukluğunda
bir kalp bulmak
bir kalbe çevrilmeyeek bir teklif sunmak
okyanusları birleştiren hayali aradenizlerin sonundaydı!

Ah, nasıl unuturum,
Ah ben nasıl unuturum ki
annem lohusayken karnına bir gül koymuştu!
Gül bu
durur mu hiç yerinde
annemin karnına yepyeni bir rahim oymuştu!
Benim çıktığım rahim, cehennem
gülün oyduğu rahim, cennet!
Bütün bu mağaraların demir zemberek kapılarında
babamın spermlerinin yazdığı metinler
kutsal ihanet metinleri, kutsal cehalet yeminleri,
ölü kardeşlerim
doğmamış kardeşlerim
doğmamış melek kardeşlerim, peygamber kardeşlerim, cin kardeşlerim
hepsi,
ama hepsi, karanlığın serseriliğinde pervasızca donmuştu!
Annemin öldüğü gece kazıdım kafamı!
Kazıdım kafamı kafatasıma kadar! ,
Siyah bir tişört giydim, siyah bir pantolon
siyah çoraplar ve siyah botlar
simsiyah bir palto giydim! Simsiyah bir gece giydim yüzüme!
Sana geldim yas tutar gibi
Sana geldim yağmur altında, bütün atları yaralı bir posta arabası gibi
Annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
'Beni annemin yanına gömme sakın' dedim sana
'Beni hiç gömme, ben hep burda kalayım'
'Bu evde çürüyeyim seni ıhlamur kokan yatağında'
'bu evde dökülsün etlerim
yaz'ı kırarak sonbahara başlayan bir ağacın döktüğü yapraklar misali'
Annemin elini öper gibi öptüm yine seni dudaklarından
sonra alnıma götürdüm dudaklarını ince ince, kibarca
'Affet beni anne' dedim
'Affet, tüm bunlar bir ölünün hayatta kalma heyecanından! '


Küçük İskender



De Gülüm

de gülüm! De ki: ela bir günde geleceğim
istanbul darmadağın olacak, saçlarım
darmadağın. Hepsi, darmadağın!
üzülme gülüm! Toparlanacağız, birlikte,
ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de gülüm
hem de çelikten toprağını dele dele hayatın!

de gülüm! De ki: bitmiştir umut, bitmiştir
sevgi, bitmiştir güven!
güven bana gülüm!
sana bitmemişliği öğretecek, tattıracaktır
hasretten-hakikaten-ten değiştiren yüzüm!

göreceksin gülüm! Bekle!
hırslarımız, acılarımız gitgide ihanetlere
hainlere, ezilmelere alışacak..
göreceksin-sevinçten ağlayacaksın gülüm-ki
işte o vakit bana-doğrudur!-
şair olmak, seni sevmek pek çok yakışacak!

bak! şiirler var, mektuplar var, çocuklar var,
sokaklar var, kediler!
inan bana gülüm, ölüm yok bir tek! ölüm yok bize!
ölüm inananlar için sessizce
kara kapli kitaplardan çıkartılacak..
göreceksin gülüm! Bekle! Göreceksin!
artık hiçbir insan, hiçbir kavga ve hiçbirimiz
bu dünyada, yapayalnız, umarsız kalmayacak!
#4 - Nisan 09 2009, 21:55:09

Bir Daha Bana Benzeme Angel

Yağmura çok teşekkür ederim
Bu gece yalnızca cesedime yağdı

Bana bir şey olursa diye korktum
Seni birkaç saniye düşünürsem;
Düşünürken üşürsem diye korktum
Oturup siyah portakallar yedim
Oturup korkunç kitaplar okudum
İçimde bir sıkıntı gibi cinayet
İçimde bir sığıntı gibi telaş
İçimde felaket gibi bir merak
Hislerimin uzağına düştüm, şimdi çok üzgünüm
Şimdi çocukluğumun uzağına da düştüm
Daha da düşersem diye korktum
Seni birkaç saniye düşünürsem;
Ay kıvrılırsa diye
Kan kıvranırsa diye
Can sıçrarsa ölürken bir yerlere,
Daha da ölürsem diye korktum
Seni birkaç saniye düşünürsem;
Sessem, sersem bir heceysem eğer
Seni bir kelime edersem diye korktum
Seni kötü bir cümlede kullanırsam
Adını söylerken takılırsam, yalnış telaffuz edersem
Böyle bir günah işlersem
Tanrı affeder diye korktum

Yağmura çok teşekkür ederim
Bu gece yalnızca bu şiire yağdı

Sağol aşkım
Sağol kırık kolum, kesik bileğim, kırık yüzüm,
Kesik geleceğim, kırık sonsuzluğum

Her şeye rağmen
Yağmura bulanmış, güzel bir yazdı...



Küçük İskender
#5 - Nisan 09 2009, 22:07:21

Yağmura çok teşekkür ederim
Bu gece yalnızca cesedime yağdı...




Bana bir şey olursa diye korktum
Seni birkaç saniye düşünürsem;
Düşünürken üşürsem diye korktum.





Seni birkaç saniye düşünürsem;
Sessem, sersem bir heceysem eğer
Seni bir kelime edersem diye korktum
seni kötü bir cümlede kullanırsam
Adını söylerken takılırsam, yalnış telaffuz edersem
Böyle bir günah işlersem
Tanrı affeder diye korktum...


Sağol aşkım
Sağol kırık kolum, kesik bileğim, kırık yüzüm,
Kesik geleceğim, kırık sonsuzluğum

Her şeye rağmen
Yağmura bulanmış, güzel bir yazdı...
#6 - Nisan 09 2009, 22:15:24

Sarışın bir yıldırım edasıyla düştün
şehrin şimaline,
emrindeydim, kusurlarımla yakışıklıydım
dört devasa deveyle taşıttım dört kitabı
zulme boyun eğdim, kibir önünde kapadım gözlerimi
evvel dedim, evveliyatla oyalandım

şimdi mevsim temmuz
temmuza yayılmış dört hafta kadar memnunuz
dördümüz: sen, ben, aşk ve Allah
develer şaha kalkıyor
ay şaha kalkıyor
gök şaha kalkıyor, göğün toynakları sarışın
ben bebektim
ana, babadan önce ilk senin adını fısıldadım
adın dedim, adının maddesiyle oyalandım

taksiratımı affetsin yüzyıllar
yüzölçümümdün, ben seni hacmim sandım

şimdi mevsim temmuz
ayrıldık, herkes şen, bir biz mutsuzuz

şiddet dedim, lâyık dedim, sarışına sarışınca kekemeydim
idam edilecek bir Peygamber'in son isteği olarak anıldım



K.İSKENDER
#7 - Nisan 09 2009, 22:23:06

harika yazıyor.. evet sadece küçük iskendere bu yorumu yapabilirim başka birşey diyemem.. çok anlamlı  gerçekten insanı etkileyen o dizeler.. Benim sonsuza kadar şairim kalacak o. Ayrıca bikaç filmde oyunculukta yapmıştır ama sırf küçük iskenderin sesini duymak onu görmek için defalarda ağır romanı izlemişimdir :D 
           ve iskenderi gerçekten anlamak her yiğidin harcı değildir diyorum (:
#8 - Mayıs 19 2009, 20:05:27
Geç içime kainat, ben korurum seni..

Ante Mortem Şarkısı

bilinçsizce şekilleri birleştiriyorsun
yalnızca kesici bir alet edineceksin belki de..
korkuyorum..
korkularım, geceyarıları uyanıp aya bakıyor
ay, tanrının bıraktığı parmakizi gökyüzünde!

ben, bu aşkta uzaya açılacağım yekpare,
diyorsun. giyinmişsin. kararlısın anlaşılan.
sınırını izinsiz geçen kaç düşman askeri vardı ki sanki
dur! yabancı! parola!
hiçbir vahşi kurt
insana sığınmaz yaralandığında!
parola: suskun kalakalan dudaklarda
vurularak yakalanmış firari bir sevgili..
hani
ecelle aramda gerili sestelleri
içinden süzülür ya
rüzgar gibi bir melankoli
diye yazmıştın, bilmem hatırlar mısın,
tanıştığımız gün çakıltaşlarını kaydırarak
bir ebru ustası edasıyla yalıçapkını denize..
işte tam bu esnada, şimdi, ayrılırken
casus hatıra uçakları beliriyor ardı ardına
radar ekranı yeşil nemli gözlerinde!

sonbahara takılmış bir ağaç
çığlık çığlığa nasıl düşürürse yapraklarını
bir kelebek
nasıl saklarsa ruhunda meleklerin öldürdüğü bir tırtılı
öyle bir trajediyle
öyle bir dönüşümle kabulleniyorum
kendi doğana sırnaşmanı!

mutluluklar diliyorum sana yavrum
yalnızca kesici bir alet edineceksin belki de..
bekliyorum..
bekleyişlerim, geceyarıları uyanıp aya bakıyor
ay, suçlu bir tanrının robot resmi gökyüzünde!
#9 - Haziran 12 2009, 00:14:58

Çin Lokantası

beni sevmene asla izin vermeyeceğim' diye yazmıştın kapımdaki not defterime .kendi kapımı çalmak zorunda kalmıştım içerde olmadığımı bile bile .gövdeni hatırlıyorum ansızın bu kış ormanında işte uzun, büyük, parlak siyah ve vahşi! parçalayacak kadar siyah ve onarabilecek kadar vahşi! sanki aşka hayattan daha fazla özen gösteren, çocuksu ama hep hırpalanmış, hırpalandıkça palazlanmış bir ziyaretçi! gövde'nin tarihi'nde yan yana dururdu yalnızlıklarımız plastik ve acımasız, zehirli ve karmaşık kısaca, birbirlerine sevgiyi öğretmeye çalışırken birbirlerine kan içirdiklerini anlayan iki serseri aşık! ellerini saklamaya çabaladığı o şehir gecesi başın omzumda, gözlerin kapalı, saçların açık giderken citroen: dudaklarını döven neon gazı dudaklarındaki kazı tozu, 'ölelim mi? ' demiştin bak şimdi tam sırası! dağlarda bir çin lokantasıydık senle ben müşterisiz mütemadiyen ağlamaklı için için eğlenceli temiz... çevresinde çizgifilm hayvanlarının oynaştığı bir çin lokantasıydık dağlarda senle ben bir tahta masa, iki iskemleyle sınırlıydı ülkemiz! mesela yeni pişmiş pirinç pilavı dilinin üstünde yürürdü kokarca ve sağ kulağındaki halka küpeden atlardı çığlık çığlığa tenimdeki yüm yabanil bitki örtüsü biz birbirimizin çatalı, bıçağı biz birbirimizin incecik hırsızı, gönül süsü ayrılık, bir yutulmaz lokma gibi kaldı boğazımızda! sevgilim, sevdanın sevdaya ettiğini etmez et, kemiğe sarayın çıkışlarını tutarken uyuşturucu ve kaftan merdivenlere yığılıp ölen son şehzade son fırsat, kaçınılmaz son düet, son soytarının son yemini son sonsuzluğa dokunan küstah kızıl kanaviçe! dağlar, dersini verir acının kuşkusuz aslolan, savruk ruhlara yakışan sahici ölümler bulmakta yoksa kimin kimin tabutunu çakacağı mühim değil! gecenin koynuna ihanet, bir *ro*pu gibi sokulmakta! işıktan ışığa geçen o tenha yolda o karanlık nefes alışta ve o darmadağın boğulmada seni sevmeme asla izin vermediğin o kör noktada o hırçın, o fazla erkek, fazla kadın noktada tanımadığım tanımaya kalkışmadığım izahı zor, kavranması imkansız bir hastalık gibi ilerledim gövdenin gövdemi bulandırdığı şaha kaldırdığı boşluklarda! iz sürmedim ad sormadım dönüp bakmadım ardıma! hatırla sevgilim, mutlaka sen de hatırla o kadar çok kovaladık ki hayat içersinde kendi kendimizi mecali kalmadı hayatların başka hayatları yakalamaya! 'beni sevmene asla izin vermeyeceğim' diye yazmıştın kapımdaki not defterine ben de eklemiştim altına: 'aşkı dövmek lazım kalbe terbiyesizlik ettiğinde! ..'
#10 - Haziran 25 2009, 01:02:01

yeraltı faaliyetleri

demek terkettin beni
aferin. al sana bir madalya.

bir savaş diye başladığın bu aşktan
muzaffer çıktın yalnızlığa.

yine mandalina koklamak
yine sevdalarda
yeni görevler almayı beklemek düştü bana.

ihanet, rütbesini yükseltmez insanın
sırtını daha kolay döner sadece
sevgililerin intiharına.

demek terkettin beni
aferin. al sana seyyah bir manolya.
#11 - Temmuz 05 2009, 18:49:50

KARALTI



bak! gece geliyor! sakın üstüme basma!
bronz boynuzlarımda kedi tiryakileri!

terkedildiğim kentte benim de bir küfür bütçem var!
sonuna kadar yabancıyım suratımdaki çukura!

yatağımdaki boy aynası: bu otelin bütün gölgesi,
dışardaki adamın çocukluk çetelesi!

geri dönmeden önce bir mektup yazıp postalamalı!
zarfın içine kulaklar, gözler ve sözde yeminler de koymalı!

ben buralara sevmek için gelmiştim
vuruldum gönlümün oturumunda ayağımın tozuyla!

sevgili belirsiz!
bir tıkırtı olur suda büyüyen ur

bak! gün gelir, fedakar bir bıçakla kesersin
ortadan ikiye bölünür ruhundaki tuhaf karaltı

kasıklarında, müstesna sahibinin imzası:
simsiyah bir 666!
#12 - Temmuz 13 2009, 02:32:04

Tecrübe İle Sabittir Gidişin!
 

Cihangirin şaibeli ara sokaklarında, dört katlı köhne bir binanın üçüncü katındaki mütevazı dairemizde oturuyorduk biz. Kuytudaki bir hayatın en arka sokağında…


*Kilidine sıkışmış bir anahtarın,
kapıya bakışındaki çocuksu ifade kadar seviyorum seni…



Kilidi sıklıkla tutukluk yapan, onun genellikle tekmeleyerek açtığı bir kapısı vardı dairemizin. Kapımız antre, mutfak, oturma odası ve salon olarak kullanabildiğimiz entegre bir alana açılırdı. Onun dışında küçücük bir banyomuz, köşede kalan yatağımız ve ille de onun eskiciden topladığı kitapları tıka basa doldurduğu raflarımız vardı. Eşyalarımızın hemen hepsi ikinci eldi. Başkalarının zevklerini kendi zevklerimizle harmanlayıp da dekore ettiğimiz eşyalardı her biri de...
Mutfak raflarımızı eşi olmayan bardaklar işgal ederdi. O çok sevdiği fincanlarımızın dışında. Tarihini tam çıkaramıyorum şu an ama gereksiz olduğunu düşündüğü bir sevgililer gününe rastlamıştı o fincanları aldığım vakit.


“ Birini seviyorum dedi bana, ondan vazgeçemem! “

Sıcaklığıyla uyumayı severdim. Onunlayken anlamlandıramadığım tuhaf bir huzur kaplardı içimi. Gece uyandığımda gözlerimi açmadan elimle yatağı yoklardım. Eğer uyanmışsa hassas bir termometre gibi, kalktığı zaman hakkında fikir yürütmek için yattığı yerin ısısını kontrol ederdim. Gözümü açıp odanın kapısına bakardım sonra, gölgesi yansırdı kalem tutan elinin. Ah gölgesi bile yeterdi varlığının.
Peşinden usulca kalkardım bazen, arkasından ensesine sıcak bir öpücük kondururdum tek kelime bile etmeden. Çünkü etsem terslerdi beni “Kadın git başımdan, kelimelerimi kaçırma!“ diyerek. Ben de küsüp, yaramazlık yaptığında azar işiten küçük bir kız çocuğu edasıyla dönerdim yatağımıza. Sabaha karşı kabahatli kediler gibi kuyruğunu kıstırıp yanıma gelirdi. İzlerdi beni, öperdi çok! Çok öptün deyip de serzenişte bulunsam da, bilirdi dayanamazdım ona. Sarılırdım, içimden hiç bitmesin diye ettiğim dualarımla. Gün doğardı üzerimize bir anda, uzaklardan süzülen ezan sesi ve karşı binanın altındaki pastaneden gelen paskalya çöreği kokuları eşliğinde. Gözümün içine bakıp, dudaklarını şekilden şekle sokar şımarık bir velet gibi “Hadi kalk bana çay demle, çörekleri alıp geliyorum.“ derdi. Neydi zorumuz bilemiyorum ama severdik sabahın körüne eşlik etmeyi. Ben çayımı hani o meşhur günde aldığım o fincanda içmeyi severdim. Hani onun eve sarhoş döndüğü evvel bir vakitte elinden düşürerek kulpunu kırdığı… Çayı demleyene kadar o çoktan dönmüş olurdu. Hızlı hızlı çaldığı kapıyı aşkla açardım her defasında. Beklemeye tahammülü olmamasına rağmen anahtar taşımazdı yanında. Kapıyı anahtarla açmayı sevmezdi. Bensiz boş gelen bir eve girmek istemezdi hiç. Nedeni de buydu evde tek anahtarımız oluşunun ve bende durmasının. Sehpanın üzerine örtü sererek masa niyetine kullanır, neşe içinde yapardık kahvaltımızı. Çenem düşerdi benim, o pek konuşmazdı yalnızca gülümserdi. Mutlu olduğu zamanlar çok konuşurmuş bazı insanlar, sahi şimdi düşünüyorum da ben ondan daha mı mutluydum acaba?

“ Birini seviyorum dedi bana, ondan vazgeçemem! “

Gözleri kızarırdı çoğu sabah. Bazen dayanılmaz migren ağrıları çekerdi, ben de ilaçlarını içirip yatırırdım onu. Uyuyana kadar beklerdim başında, canından can var eden bir anne şefkatiyle. Uyuyunca yanından sessizce kalkıp salona geçerdim. Annemin şalını örtü olarak kullandığım koltuğa otururdum, istisnasız. Televizyonu açmak isterdim ama ne mümkün, yazık ki huyundan bir o anlardı aksi ihtiyarlara benzeyen televizyonumuzun. O sıra annemin televizyon üstü danteline kayardı gözüm. Annemi anımsardım. O da babamı, az önce huzurlu bir uykuya uğurladığım adamı sevdiğim kadar sevmiş olabilir miydi? Ve babamın onu terk etmesiyle evimizi saran naftalin kokusu, o el üstünde tuttuğu hatıralarının eskimemesi için miydi? Ah annem, yalnız yaşlanıyor benim annem. Annenin kaderi kızına derler, acaba kaderin yansır mı bana? soruları beynimin etini yerdi.

Tam bunlara kafa yorarken ağlama krizim tutardı birden. Ne ağlak bir kadındım o dönem, hoş şimdi de çok farklı sayılmam. O gün ağlayarak kalkmıştım yerimden. Banyomuzun boy aynasında hıçkırıklara boğulan yansımamı izlemiştim bir süre. Ağladığımı anlamasın diye yüzümü yıkayıp çıkmıştım, ne çocukça!
Ardından tekrar oturduğum yere dönüp, radyoyu açmıştım. Farid Farjad’ ın Hiç’ i çalıyordu nasıl unuturum. İçime işliyordu kemanın içli sesi, keza hâlâ da aynı etkidedir benim için. Derin çok derin diye düşünürken, o sessizce gelip karşımdaki koltuğa oturmuştu. Tedirgin etmiş, içimi üşütmüştü bakışları. Belli ki bir şey vardı ama neydi diye sorgulamak ne büyük bir ahmaklıktı. Neticede dakikalar sonra öğrenecektim nedenini. Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi ve ellerimi avuçlayıp sıkıca tuttu. Bu hareketlerinden belliydi aslında durumun vahim bir hâl alacağı. Allah’ım ne kadar saftım, sonraları elbette yapılacaktı bu gidişin içsel muhakemesi. “Biz herkese farklı birbirimize aynı olduk hep. Daima dürüst davrandık ilişkimize. Bunu bozmadan devam ettirmek istiyorum.” diyerek başladı cümlelerine, o umarsızca sevdiğim adam. ( Allah’ım ne korkunç bir andı! ) Gözlerime bakıp “ Birini seviyorum dedi bana, ondan vazgeçemem! “ Susuyordum, sessizliğimin bizi biz’likten çıkarmayı engellemeyeceğini bildiğim hâlde susuyordum. (O an türlü intihar senaryoları geçiyordu gözlerimin önünden. İçimdeki çocuk elma şekerini düşürmüşçesine ağlarken, kadınlığım ise çaresizdi. Kederli anlarımız, mutlu anlarımıza sıkı sıkıya sarılmış hiçbir tezatlığı boş geçirmemek maksadındaydı sanki. Yaşadığımız her ne varsa hepsini o kadınla yaşayacaktı artık, anılarımızı yıpratacak, hayallerimizin üstüne yeni hayaller kuracaktı. Her şeyimdi o benim, peki ya gidince nasıl olacaktı? “Gitme, beni bırakma desem bir işe yarar mıydı? Bir anlamı olur muydu onun için beklentilerimin?” ve benzeri saçma sorular geçiyordu acizleşen aklımdan. Nihayetinde kararını gitmekten yana kullanmış adama susmaktan başka, hiçbir şey gelmemişti elimden! )

Alnıma bir öpücük kondurup bıraktı ellerimi. “Düzeninin bozulmasından nefret edersin biliyorum, evdeki her şeyi olduğu gibi bırakacağım korkma.” dedi. O bir evi terk ettiğini sanıyordu oysa koca bir hayatı ardında bıraktığını bilmiyordu. Son kez açtı o tekmelerinden bolca nasiplenen kapımızı. İçimden dönüp ardına bakmaması için yalvarmama rağmen fütursuzca bana bakarak üzerime basa basa gidiyordu. Kapı kapanır kapanmaz hızla kirli sepetine yönelerek, kirli gömleklerini koklamıştım. Adam! Sen yokken bile sen gibi kokardı her şeyin. Aynadaki aksimde sevdiği renge boyattığım iki yana ayrılmış saç örgülerimi düzeltmeye çalışmış, vazgeçmiştim. Onun elinin değdiği her şeyi oluruna bırakarak…


*Hiç sormadım, neydi başka elbiseler içinde bulduğun aynı askıyla dolaba kaldırılan iki güzel yelektik biz. Güveye benzer bir şey oldu suskunluğun! Anladım ki;
Aşk naftalinlenmiyormuş meğer, eğer kanıtlanmıyorsa suçun!


* Küçük İskender – The God Jr

 

#13 - Temmuz 23 2009, 16:36:40

yağmura çok teşekkür ederim
bu gece yalnızca cesedime yağdı

bana bir şey olursa diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
düşünürken üşürsem diye korktum
oturup siyah portakallar yedim
oturup korkunç kitaplar okudum
içimde bir sıkıntı gibi cinayet
içimde bir sığıntı gibi telaş
içimde felaket gibi bir merak
hislerimin uzağına düştüm, şimdi çok üzgünüm
şimdi çocukluğumun uzağına da düştüm
daha da düşersem diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
ay kıvrılırsa diye
kan kıvranırsa diye
can sıçrarsa ölürken bir yerlere,
daha da ölürsem diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
sessem, sersem bir heceysem eğer
seni bir kelime edersem diye korktum
seni kötü bir cümlede kullanırsam
adını söylerken takılırsam, yalnış telaffuz edersem
böyle bir günah işlersem
tanrı affeder diye korktum

yağmura çok teşekkür ederim
bu gece yalnızca bu şiire yağdı

sağol aşkım
sağol kırık kolum, kesik bileğim, kırık yüzüm,
kesik geleceğim, kırık sonsuzluğum

her şeye rağmen
yağmura bulanmış, güzel bir yazdı


küçük İskender
#14 - Temmuz 29 2009, 13:35:14

dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. bekledim. beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. evet, bilmiyordum. bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. sevişirken sözlük kullanıyordum hala. ama, seni seviyordum. ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. sana yaklaşamıyordum. yasaklanmıştın adeta. çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. küçük bir ateş. küçücük bir ateştin sen. sönmekten ürken bir ateş. bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. aşkın mecali kalmamıştı. sessizce sokuldum yanına. acıyla irkildin. gülümsedim. gülümsememe anlam veremedin elbette. kimdi bu? ne istiyordu? tanımadığın biri. hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. fuzuli bir beden, karşındaki. usulca uzandım,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. uzayın adını ben koymadım. uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. rahatlatır beni o. bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. romantizme uyum sağlamak için de değil. öyle. işin gerçeği budur. yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. lekesiz bir yalnızlık. lekelenmeye müsait bir yalnızlık. tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. pişmansın. pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. ‘neyim ben? ! ’ diye haykıracaksın. olmuyor tabii. olmuyor. sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. beni anlayacağın günler gelecek. beni de göreceksin. benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. korkma lütfen,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. çay pişiririz. çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. sonra da sen anlatırsın: sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. ben sıkılmam. ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. bir insan, bir insanı sıkamaz. bir insan canı isterse sıkılır. hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. endişelenmen gereksiz,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. başkalaşmaya çalışıyorum. gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. değişmek, hiç de zor değil. yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. evet, tıpkı bu. sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. birlikte dansedebilmek gibi. sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. ve ciddi. ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. masallarla geliyorum. efsanelerle geliyorum. herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. artniyetsizim. inan,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. aklıma yayıldın. ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: ortadaydım işte! bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. hayır! melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. kusura bakma, kafam biraz dağınık,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

insan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. kızmamalısın. darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! gerçekten kırıyorsun beni,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. insanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. yapacak çok işimiz var. dövüşecek çok düşmanımız var. kucaklayacak çok arkadaşımız var. bizim sebebimiz bu. bizim fazlalığımız bu. belki de iksirimiz. kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. yalan söylemiyorum

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. çikolata bile kurtlanabilir. dondurma erir. çiçek solar. galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! birer hatıraya dönüşseler bile! kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.

şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . yüzüme öyle bakma nefretle,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. kimbilir, do??rudur belki de! . adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? romantizmin tehlikesi büyük! romantizmin tehlikesi büyük! romantizmin esrarı büyüleyici! romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı!
ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. ynni, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. özveri denebilir buna. evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. insan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . sakın ha üstüne alınma,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

ben seni kırmak için yaratılmadım. uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? seni kaybettim. bunu biliyorum. seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. ortadaydı. bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. hala da saygıyla ağlıyorum. büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. inadıma öfkeleniyorsun. seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. bu da aşk işte! bu da entrika! bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! dur, dur, bağırma,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

bunlar da geçecek şüphesiz. seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. yaralandım. bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. bir gerçek aramıyorum felakete. bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. eğer hissediyorsan,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. o rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. dokunamadım sana. parmakuçlarım neşterdi çünkü. kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
#15 - Temmuz 29 2009, 16:45:06

düş #

sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: örneğin beni dövmene müsaade edeceğim. bir gözümü de çıkartabilirsin. yalnız, kemik kırma konusunda kararsızım. kemiklerim bana lazım

sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: örneğin evi yakabilirsin. yangın, mahalleye yayılmadan kaçmayı başarabilirsek, sana o istediğin uyduyu alacağım.

sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: örneğin içip içip dağıtabilirsin. ama kustuğun küvette kusmuğunla yıkanmam için ısrar etmeyeceksin.

sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: örneğin içkine buz yerine eskimo da atabilirsin.

sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: dilediğin kadar bağırarak şarkı da söylebilirsin. bütün apartmanı silah zoruyla koroya almamak şartıyla.

sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: canının çektiği yemeği de pişirebilirsin bana. yalvarırım, baharat olarak kepeklerini kullanma!

sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: çılgınlar gibi sevişebiliriz de. ancak seyretmeleri için aileni çağırmaman koşuluyla. ( bilet kesmen de cabası! )

sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: gribal enfeksiyonumuz esnasında aynı kâğıt mendili, aynı ilaçları ve aynı doktor tacizini kullanacağız.

sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: ev sahibine kira karşılığında sümük koleksiyonunu, bakkaldaki veresiye karşılığında dolmuş elektrik süpürgesi torbalarını, telefon borcu karşılığında kafaderini, diğer faturalar karşılığında ise istikbalini elden çıkartabilirsin! benim kirli iç çamaşırı portföyüme dokunma sakın!

sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: idrar ve kan tahlilleri için, öpüştüğümüz ağızlarımızı kullanacağız. evimize misafirliğe gelen en yakın arkadaşımı doğrayıp leğen yapmana da kızmayacağım. ama eski sevgilimi çamaşır makinesinde yıkama fikrine şiddetle karşıyım.

sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: beni hecelerime ayıracaksın.

sana söz veriyorum, bu gece herşey çok farklı olacak: maça iyi hazırlandım.

sana söz veriyorum, bu gece herşey çok farklı olacak: aşırı pozitifim; bütün her yer a-rh(+), dekoratif bir renkle şenlenecek. bıçakları, makasları, törpüleri ve salata kepçelerini bileylettim.

bugün seninle yıldönümümüz sevgilim! söktüğüm bir ayak tırnağımı armağan edeceğim sana ve senden alt dudağını kesip, bana armağan etmeni bekleyeceğim. mutlu yıllar sevgilim!. az önce kötü vurmuş olabilirim, evet!. ona kadar sayıyorum şimdi ve kalkmazsan eğer kendime yeni bir sevgili bulmak için gardiyana sesleneceğim:

-"heey! görüşme bitti!. bir geceliğine sevgilim benim yerime delirebilir mi?!"
#16 - Temmuz 30 2009, 19:51:16

HİKAYE

anladık, uzakta bir parıltı var ve lirler de kırık
hüzün ve ölüm eşittir hırs oluyor orada
metrelerce geceye sarkıtılıyoruz
eski birer ölü gibi
şakaklarda mor damarlar
yetmiyor zaman dağınık düşleri
köreltilmiş gözleri sahiplenmeye
ve devam ediyor hayat
en lazım yerinden hızla incelmeye



WORK'ES'TRA'VMA

benimle biraz ilgilenir miydiniz
dedi tarihin aortu, çekip çıkardım
bütün damarları sevgilimin etinden
biraz kezzap biraz ömrüm
yakarak unuttum yüzümü
aşk ve frijit fitolojisinde

- Ah temayüllerim!

ah nasıl da sıcacık kaldı
ortasında ölümle seviştiğimiz yatak
bir din duydum içime hatırladım
kocasını aldattığı için kovulmamış mıydı
sanki-o'rdan (ilk musiki: organon)
aslen dişi olan şeytan denen mor kaltak!
ben de tanrıyım işte (ünlemle, yenmiş tırnaklarımı)
karartmalar, karafatmalar tanrısı
göğsümde tanrılığın verdiği şirret
bir şirret yürek bir de laf-ü güzaf ağrısı!

- Ah mutfaklarım!

arkasından, monologia: homo-logos:

yıl 1987.87 türlü hüznün serpiştirdiği füsun.
Çok zenci bakışlar ve bilmem kaçıncı kaçışlar
acılar acılanmalar fuarı
Boynumda huyumdan bir ilmik
(ilik açın ağlayışlarınızla gecenin urbanına)
maceracı çöküşler - çüküşler (Bak: kavafis ansiklopedisi)
vay ve külrengi panik fotoromanlar
- ateşe tut, ateş et deccal britomartis'e -
bir şişe bir endişe rakı malum
bisikletle geçip giden çıplak on beş iskeleti oğlan
bir erkeğin çok yalınayakları ayak çırpar
irice burun delikleri bir deli kadının
masanın üstündeki insan tüyü - Yok! Kıl değil! -
solda ağzı akvaryum yaşlı adam yortusu
partisinde okyanus taşıyan kedi -ki adı Jack London
adını gri cenazem koydu. Çat! kırıldık kibarlıktan
sezgi - dürtü! kaygı - tutku! gün: böcek gibi...
bedenimle ezdim nergisleri (sevdaya açı'm: tam nergis radyan)
ve aynı yapıtlardan kala kath auta
avcumda cumaya çevirmen bir sütliman daniel defoe
anlamsız mıydı! Yahu sorun muydu
HEY! ŞİŞMAN BİR ŞARKI YAŞANMALI ARTIK!
yere düşük yapmış sadakatler, sakat sedalar, saatler
bu götkubbenin altında bir mecmua basılmalı
hitchcock ile nietzsche birlikte olan
iki eşcinseldi diye yazılmalı hüzmeye ve korkuya!
açlık! midede sonbahar - yağmurun kristalleşmiş alkol!

(İstifrağ, Op.: 13101987)

- Benimle biraz ilgilenir miydiniz
Domino taşlarından inşa edilmiş manastırda
ihanet krokileri çizer kendi'm, cinsiyetsiz küfürler eder,
bir şey: kuşbakışı işlenmemiş çocukluk babında
- gaz lambalarında yangın yak anne yine karanlık -
fanatik iç çamaşırları kirlettim, dudaklarımın tadı yok
fişledi beni şiir, işletti
milli takımı tutan ona tutunan sivil sarmaşıklar
afişledi beni fiil filmler ve
cahide sonku'lar, ayhan ışık'lar!
istiare telefon numaraları (Türkçesi: PTTTTTTT..)
sonra isterik sokak araları isterim: hokkabaz
ve dişlerimi kamaştıran yedi canerik heyecan
kanım paslanıyor, kanım! Kanım: şükre paspas
kanım paslanıyor ilahi ilelebetlerde!

(falan festekiz, Op.: 14101987)

Lütfen çarp bana eminönü - cehennem hattı otobüsü
- lailah
afacan cinler, la majör sömürü, ürküntü ve şevkat!
pink floyd - dire straits - cisimsiz miydiniz ayyuk
dumana rahim döşeyen k'ahrım, atlarım ve zortay
zehircibaşım! kılcalım benim sanduka aya'lım
mefailü faili meçhul İstanbul bencileyin oyalım
gir koynum / müsait, gir koynum / sana ait
gir koynum / sabit bir tabut gibi istikrarlı
gir koynum / tali haki! Tali muteber
izninizle ben kalkayım kafi ekber
bir halka takayım kulağıma
gayrıizafi!

(pi-yasa, Op.: 22/7)

ve mah'keme kararı: tutı müzeyyen-i guyem
ne desem Adolf
ve divan şairi Raki: lütfe panflüt elzemse emanet
onca fantaziye şadolsun hıyanet
ve pamuk prenses: uç uç uçuş böceği
annem sana F-16 alacak
bombalayacaksın pompei'yi
truva atı ırzına sulanacak paris'in
paris'in aleti de maşallah eyfel
ve göya kaçıracak goya mona'yı
bir ışık sürükleyecek o sıra tuna'yı
sonra mesela
fingir fingir nazırı darb-i mesel efendi
lethe'ye, ananeye - anneannelere mümessil
diyecek ki: papirüse tuğra olsun orpheus uzvum
diyecek ki: tutuk kurbağa haydi, hep beraber
"om mani padme hum!"
"om mani padme hum!"
bugün'e gelirsek
çerçeveletip astım astımlı tınımı suya
velayetimi versem mi sana: sarı sardunya
alıp götürebilecek misin külümü oralara
oralara! ta oralara!

oralar az minur nurettin az frank sinatra
az cenk, telesine travma!
#17 - Ağustos 08 2009, 00:59:05

Düşük

Yasak kartların çevrildiği
beyaz dillerin çemberinde
alkışlanan kara haber

Bir filmin sonunu önceden bilmek
gibi bir boşluğu gerisin geri
dönmek

başımı dayayacağım omuzlara mayın döşemişler



Ağır Bir Parfüm Reveransı

Senden Sonraydı..

hayvansız kalmış bir orman
gibi ağlamaklıydı kainat;
Senden Sonraydı..

hangi dağda ateş yansa
o yana ağlardı atlar,
ve bir kartal
bir kartala dayıyorsa başını
aşk
çağrıldığı her randevuya
geç kalmış demekti!

Senden Sonraydı..
gökyüzüne teslim oluyordu ayışığı
ah onun zarif parmaklarına dolanmış kuğular,
ve kalbi delik bir melek sabahlıyordu
yeryüzünde,
ümit: kurugül çocuk! ümit: aksigül çocuk!
hayat! beni ılık ılık esir al!
diye bağırıyordum çakal karasında
hançer nefesinde!

çünkü
bir insan ne sır verebilirdi ki gölgesine
aşağı gölde kıyıya vuran genç nilüfer
ağzında bir başka genç nilüferle
ölmekteyse, ve akşamüstü
bir annenin çocuğunun üstünü örtüşü gibi
örtüyorsa sancıyı ve ölümü,
bir insan ne sır verebilirdi ki gölgesine!
çünkü
uyuyacak kurt soyunur
üstünden dağları çıkartırdı!
dağlar, kokarcalarına alevcesine sokulurdu
dağlar, sularına alev içercesine dokunurdu
dağlar, dağlarına dürüsttü
dağların namluya sürülü
kurşunu yoktu!
dağların mor avı çoktu dağların zor avcısı çoktu
dağlar, dağlara bir kez daldı mı
kendi doruklarından mahşeri vurgunlar yerdi
dağların grevi borandı, çıyandı, yabanıl ottu

dağlara sinsi bulutlarla inen eşkıya baruta
kuytu, postal niyetine haysiyet giydirirdi!

hele mermi bir kez müstehzi bir ifadeyle
savurduysa tunç buhardan yelelerini,
atların toynaklarına kan gibi menzil
bakışlarına menzil gibi kan otururdu!

atlara dağ kaldırmışlığı karanlığın
o şen nallarda rakseden yosma şavkın gerdanı
altına batırılmış isyanın şakırtısıyla tutuşurdu!
tutuş benim yağız yılanımı puşi gibi sarıp da
tutuş benim delioğlan fırtınamı
ağzında ağıt gibi yakıp da
dumanıyla
isiyle,
dermanıyla
iniyle,
inlenen ismine nakış gibi işlenen kahpe fermanıyla
kapına dayanan tanrı misafiri sevdam, aşkımla
belalanan dağım! belalı dağlım!
dağlara adak adamış bir toprağın yangınıyım ben de!

bakma! dağını emziremedim
siyah sütümde zehir şıngırdar!
kızma! dağına bir taş da ben koyamadım
kumumda tuz var!

ama senin kulağına eğilip
DAĞ diye fısıldayan bu dudak
bir gün ya elinden ya ayağından
ya eteğimden ya da alnından
öfkelenme, öpmeyecek,
sadece şehit düşmüş bir hayalet nehir gibi fışkırıp
başka
bambaşka dağlara at sırtında dörtnala kan olup akacak!





Çalıntı Bir Aşktan Alıntı

hacivat adamlar zülfikar kemiğiyle lades tutuşurdu
denize kusarlardı; yosun tutuşur, karides tutuşurdu
elele tutuşurduk, kimse susmazdı, susmak olmazdı
istanbul’da bir asit şişesi kırılırdı
bir çocuk kapıyı açıp laciverde girerdi
dudaklarından öperdim, başım derde girerdi
ve bir ayna şarkı söylemeye başlardı olduğu yerde
örneğin sarıyer’de: Bir börekçi aniden küçümsenirdi
çay bardaklarıyla asya’nın en eski haritası çizilirdi
seni düşlerdik tüm belleğimizle
acı çizilirdi, et çizilirdi, kafatası çizilirdi!

bir vapura binerdik, yüzümüz üstümüz limon ağacı
her iskele biraz daha uzak, her aşk biraz daha latince
iki parmak daktilo yazar gibi kopuk kopuk
iki sözcükle gözlerine yazardım kendimi
acemice!

ve bayram harçlıklarımı, açlıklarımı düşürmüş olurdum böylece!

sen ise
gençliğini, hep çocukluğunu düşürmüşsün
diyelim gece, diyelim alelacele yalnızsın
diyelim ki oturup beni düşünmüşsün
ağlamışsın gride biraz siyah, biraz beyaz arar gibi
yeşilde mavi yok oysa, sarı hiç yok!
beni düşünmüşsün saçlarını akordeonlarla tarar gibi
küçücük bir kız gibi
küçücük bir delikanlı gibi
küçük bir yaradaki büyük bir kabuk gibi
büyük bir yaradaki küçük bir kabuk gibi
kanar gibi, kanatır gibi, birlikte kanar gibi beni düşünmüşsün!

ecel olur gelirim sana artık adressiz bir zarf gibi
zarfı yalayıp kapatırken dudaklarımı kağıtla keser gibi
çünkü ben orda celladım, biraz katil
seri haldeyim sana, paralel haldeyim
bütün suçlar üstüme yıkıldı, hataların altında kaldım
hayatım hayatına düşüp patlamayan
hayali bir bomba gibi!
#18 - Ağustos 08 2009, 01:00:25

Ahlaksızlık

Artık zamanın da üstünde şık bir şehirde
mazgallara kapatılmış, büyüyemeyen çocuklar için
kafatasları çelikten adamların şarkılarını
ya da rahibe pelerini altına gizlenmiş,
gözleri irin torbalarıyla kanlı şeytanları
bir ruhun turuncu mihrabına getirip
ordan aşağı atmalı..
sisle örtülü bir tanrı yüzünde ortalık
henüz
güpegündüz bir şalla sarıldıysa dörtnala
karanlık bir an
çirkin bir vincin organik çengelinde
çağdışı bir cadı gibi kusarken kanlı
asılı kaldıysa
delikanlılarla yatıp kalkan ivedi bir caddenin
dedeleri, dişsiz oratoryolar gibi embriyo ise
rahmine *** böyle anaların diye
küfrederek dua adına açılıyorsa engerek yuvası avuçları
peygamber develerinin
artık zamanın da üstünde şahsiyetsiz bir şık şehirde
mazgallara kapatılmış, büyüyemeyen çocuklar için
kutsal kabahatleri ve mecazi kerhaneleri
bir ruhun turuncu mihrabına getirip
ordan aşağı atmalı..
ve bu sülalenin bütün arsız, ağızsız ağıtlı kapılarını
o sisli yüzlerin yüzüne kapatmalı..



An Düşmesi

Büyük yavanlığın zaman
kazandığı susuz gezegenlerin
arazisi! tarifsiz lanetlenişlerin
kuvvetli masumiyetiyle alay
eden merhale! talan
edilmiş yalnızlıkların tersyüz
çevrilerek bekletilmesiyle anlamlanmış
sahte mukaddes, sahte susayış, sahte
sabrediş izi!
toprak ve tüllerin kralı! zehrin bilgisi!
sen rüzgara uzat kalbinin mimarını ve
çöz suyu deryadan, kat mermere,

acıt yeryüzünü!





Bıraktın Beni


şeytanın beline sardığı kuşakla bağlayıp gözlerimi
bu korkunç tuzlu yutkunmanın orta yerine bıraktılar beni
bıraktın beni
o tahta balerinin yırtık bacaklarında benim tebliğimden
bir yansıma bir sıçrayış
gece üçte uyanıp başladım alkışlamaya,bıraktın beni;

yazı sorguya aldılar
işkencede kısa kalbim
dolaşıyorum yeni yanmış lisenin koridorlarında
da sözlüye kaldırılıyor ilk sevgilim intihar
ben hiç ders çalışmadım senden başka, bıraktın beni;



kibar bir ******yum ben, bunu da yazdım kumsala,
tırnaklarına gözyaşı ojeleri süren

artmayacağım, eksilmekti sevişmelerimiz
bunun için her gün bir çocuk öldürüyorum
parmaklarım bir ferman gibi açılıyor gırtlağında
bir güle saati sormak değil mi çekip gitmenin öncesi
eğilip bir kediyi okşamak olmasın
geri gelmek istemenin en büyük delili;
bıraktın beni.
yanıtım: anlayacaktık zaten sıkıldığımızı ve bunun
böyle bungun, kırışık sürmeyeceğini
kahverengiye çevirdi yaşadığım sevdalar beni
türkçeler yetmedi karardıkça parlayan şarkıma
girdiğim bahçede yitti sidikli ömrüm
sanki
bir tren raydan çıktı vücudumda
bıraktın beni.

yıkandım ateşin suyunda
gümüşlendim kurşunlandım
neşter perisiyim şimdilerdeyse
yüksek sesle güldüm buna
bunu da- bunu da yazdım kumsala
kendi çevremi
üçyüz altmış beş günde döndüm sana döndüm dön bana

kurtarılmaz ayrılıklar mı yaşıyoruz çarparak söğütlere
uğrunda ölünecekleri mi gömüyoruz güneşin battığı yere!
aşk, çekim eki almıyor,başka uyaklarla kalıyor ayakta bıraktın beni
aşk, artık korkak bir zamir gibi
sabah akşam sağına soluna jilet atmakta
bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta
yalnızlık okuma-yazma bilmiyor
siz sürdürün kentinizi
komik sarhoşluklarınızı- sahte öpüşmelerinizi
girin kalabalığa pazaryerlerine otobüslere bıraktın beni;

kaybolun yüzünüzde
siz sürdürün kentinizi
yangınınızı ben alıyorum, depremlerinizi
sel baskınlarınızı, salgınlarınızı
afetleri götürüyorum muazzam aşklarınızdan

şeytanın beline sardığı kuşakla bağlayıp gözlerimi
bu korkunç tuzlu yutkunmanın orta yerine bıraktınız beni!
içime beton bir martı döktünüz
içime batırdınız ceylan kemiğini!

sevgi kubilay'ıydım ben
keserek bileklerimi nankör bir testereyle
kopuk ellerimi dolaştırdınız bir sopa ucunda tüm yeryüzünde
şiir yazdırmadınız bana şiirime döndüm sana döndüm
dön bana

siz sürdürün kentinizi
ben sizin payınıza nasıl olsa
yaşıyorum trajedilerinizi
muazzam aşklarınızdaki!

#19 - Ağustos 08 2009, 01:01:53

Su Su Lütfen Biraz Su

Saklı kan satar sana
acemi kalçalarıyla plastik *****lar,
darmadağın bir vücut taşır kutsal suçun da
ve takılır kalır ilk ve son mutluluğun
uzun çubuklar arasında bıçaklanan yataklarda.

dön bak çıkageldiğin ömre,
eski sevgililerin elyazılarıdır tenindeki kırışıklıklar,
açılır, geçmişin dalgalarına boyun eğip boğulan aklın
ölüm, hayata orada ant içirtir
ve kapanır sahte, parlak ışıklar!

belki de
tam uzanıp öpecekken gerçeğin yaralı, bedbaht yüzünü
süslerin gerisinde ansızın beliren karanlık delikleriyle
reddedilmesi imkânsız, bir teklif olur artık intihar!

#20 - Ağustos 08 2009, 01:02:45

ben de bir taklidiyim hüznün

ben de bir taklidiyim hüznün,
isyanım,sakladığım sabrı tutamamaya.
her insan sevdiğine eceldir gün be gün,
her insan ağzında bir giyotun taşır
sevgilisinin dili için.Ancak,
hakikat anlaşıldığında
kimse hayatta kalamayacak.


Farzedelim ki hepimiz delirdik
eşyalarda delirdi, tabiat da,
din de delirdi, sinai atılımlar da.
Böyle bir delirmenin tam ortasında
su bitti, ekmek bitti, hatta kalmadı takat
beynim nerde, gözlerimi gören oldu mu
ellerim çalınmış, gövdem tozlanıyor rafta
benden ne köy olur ne de kasaba
ben artk bir şehrim
böyle bir delirmenin tam ortasında !

göçen sırlarla yaşlandı aklım
şeytan huzura gelsin, etek öpsün
af dilesin!

seni sevmiştim hayat
faretmedin anlamadın
şimdi ölüyorum

bilesin!
#21 - Ağustos 08 2009, 01:03:05

çatlamış bir alın kemiği
gibi duruyor limanda gri gemi,
yağmur, hüviyetini kaybetmiş potansiyel suçlu
rüzgarın kimsesi yok tabiattan başka
zanlıyım, kendimce haklıyım, bu kış ellerime
eksi sonsuz uçlu
upuzun kapalı müzelerin
hep bir çığlıkla hareketlenecek heykellerinin
mermer bronz karışımı
soğuk beyaz karışımı
aldatıcı, göz bebeksiz bakışları bulaştı, evet, harika,
sis çoktan ulaştı denizin sinirlerini bozan
geç dalgasının korku tabirlerine,
baudelaire aldım yanıma okurum diye
felsefe ağaç olsaydı hangi meyveyi verirdi ve
onu anlarım belki, onunla avunurum, hevesiyle;
şimdilik
gecenin esrara
sevgilinin ihanete aç teşekkül mertebesinde
belki gemide, belki sessizliğin güvertesinde
bir takım adamlar gülüşüyor
bir takım adamlar yalan yanlış örgütleniyor
halka ait bir manayı hayasızca aralarında bölüşüyor
hayır, yere düşmüş yalnız bir biletin önünde;
aslında tedirgin ve sıkılganlar
aslında cahil ve saldırganlar
herkes kadar bir gemiye binip gitmekle
şiddetin kendisiyle uzlaşmakla
uzaklaşmakla
uzaklaşmanın hayat paydasıyla çatışmaktalar
evet,
çocukken aynı sınavda çözemedikleri tek soruyla
o tek sorunun cevabıyla boğuşmaktalar: onca
ağırlığına rağmen neden batmaz bir gemi
her gemi batmak için son bir yolcu mu bekler
son yolcunun darmadağın beyni, kalbi mi
indirecektir şalteri; gemi
öyle mi çekilecektir içeri, hayır, örneğin, gerisin geri,
toprağın da olsa kaldırma kuvveti
öyle kolay gömülemezdi hiçbir ölü, hiçbir hüzün neferi;
toprak
iterdi, tutardı, çırpınırdı
istemezdi gövdesine bir şeyin ansızın girmesini;
gemi
çatlamış bir alın kemiği
gibi duruyor limanda gri;
toprak da duruyor
zaman da, adamlar da. önemli bir aşk şahaseri
edasıyla çözülüyorum iskeletimden
etlerimle uçuşuyoruz yapışmak üzere
bir başka iskeletten ufka açılan
yeni
varoluştan oluşmuş hallerden hallere seviyeli;
belki de çok oldu gemi limandan ayrılalı ve gideli;
başlamış bir yolculuğun arkasından karada yazılan seyir defteri
tarih mi demeli buna, günce mi daha doğru, bellek mi,
hoş, ben ellerimi hep yıpranmış çımalara benzetirim
parmaklarım salkım salkım çımadan sarkar sarkar sarkar
kaç gemiyi bağlamak için limana fırlatılmış ellerim
çımacılar mı hain, eldivenler mi kaygan, deneyler mi uğultulu,
ufukta kaybolmaya yüz tutmuş bu büyük yüzen sedyeye
kimi zaman mabet de demeli, nazar da demeli, büyü de demeli
çatlamış bir alın kemiği
gibi kafatasında beyne doğru ilerliyor gemi;
ya çok bildik aynı bir sima var dümende, kazan dairesinde, radarda
ya da
kıyıdayız, hayaller kurarken ölüme dair, erdeme dair; anlıyoruz:
terk edildik,
diğerlerini kurtarırken telaşla o,
tufanda biz geride bırakılanlar, anlıyoruz,
meğer nuh, asla sevmemiş hiçbirimizi.


k.İskender


Gemi

küçük İskender'den
#22 - Ağustos 08 2009, 01:03:46

Sana İyi Geceler

ben jiletin öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler
pusuların üstünden gece vardiyaları ve rıhtım görülüyor
üstündeki kan kokusu bütün cesetleri buraya çekecek
öyle şehvetli ki dudaklarını saran atmosfer
diplerine kömür çökmüş tırnaklarıyla küçük serseriler
senin ellerinden kabusun matarasını kapacak ve
içindeki sessizliği içecekler

ben hüznün öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler
son tartışmamız olsun bu yoksa beni öldürecekler
usulca akan bir gözyaşı gibi sevişelim de biraz, eğer istersen,
çok uzun yolları aydınlatan benzin istasyonları gibi
uykusuzluğumuzu gölgelesin alkolün dövdüğü saatler
bak, yatakta ikimiz de ağlıyoruz; meselemiz malum, aşk
üst kattaki komşu yine çocuklara su veriyordur
haplar da kayboldu, esrar da, bileklerimizdeki kesikler de
havaya bir kuş at, ben onu yerdeki gözlerimle vuracağım
dudakların ne ki, olsa olsa şurdan üç beş adım
ben mezarın öteki yanına yatacağım sana iyi geceler
aramıza bir hançer bırakacağım, belki küflü bir hançer
onun küfüyle paslanırken gizli saklı yalnızlığımız
rüyamıza giren periler
içimizdeki mutsuzluğu içecekler

ben intiharın öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler.
#23 - Ağustos 08 2009, 01:04:08

Gelecek Yıl Bahar Yokmuş

Yüzünü bir kedi tırmalayacak ona deli deme sakın
Sonra trenin önüne bir oğlan atlayacak
Zayıf, uzun bacaklı, çetrefil, kendine kahraman
Raylarda kırmızı şarap şişeleri patlamışçasına
Bu gece yağmur yağacak ona dur deme sakın
Su yaramazdır, toprağın yorgunluğundan ne anlayacak
İçini sürüklediğin bu korkunç mermi yuvasında
En büyük dansa kalkmaya hazır ağır dallarınla
Ninnilerle değil, vedalarla uyut kendini
Dışarıdaki cemre sana düşmez uyma hayata
Bu gece herkesin hafızası silinecek itinayla
Buna kader deme sakın
Zaten üç beş kişiyiz gürültümüz tuhaflığımızdan
Sevişsek içkiler bitiyor sandık
Ağlaşsak hüzünler harfiyen sıradan
Hangimiz hainiz hangimiz hırpalandık
Hangimiz kuvvetli yalnızlıklarıyla böyle olağan
Sonra trenin önüne bir oğlan atlayacak
Zayıf, uzun bacaklı, çetrefil, kendine kahraman
Bu gece kökler yeryüzüne yürüyecek neden deme sakın
Acı arsızdır, bedenin direncinden ne anlayacak
#24 - Ağustos 08 2009, 01:04:45

Sokak Bir Kim Bilir Oyun

ucuz şarap ve kokoreç.-sofistik-
trenlerin gece yarısı tılsımı.
onları bulamamışım.
küçük ejderham ve ben, sokakta duruyoruz.
çetem dağılmış.
ellerimizden kan akıyor.-bir tür yağma-
dövüşmüşüz ve kırılmış köstekli saatimiz.
an.
paltomun yakaları ve çürük eldiven.
tipi.-sabit,yabancı-
mastürbasyon yapıyoruz.
spermlerimizi mercedes'lerin ön camlarına sürüyoruz.
artık sözü edilmiyor annelerin.testere zırıltısı.
walk-man'imizde def leppard.
namaza duran anneanneme,çıkartıp gösterdiğim çük.
kızkardeşime sevişme pozisyonlarını öğretişim.
ve küçük ejderham ozzy ile gizlendiğimiz asansör.
sprey boyalarla duvarlarına yazı yazdığımız kilise.
ozzy bir karikatür çiziyor:
"oryantal meryem,kerhaneye düşmüş,malum varlık ilk denemesinde acaip başarısız!"
ozzy'nin en büyük zevki, on altısındaki oğlanlara takılmak.
bir de mason olabilsek,diyor.
parkta uyuyoruz. ben rüyamda gitar çalıyorum.
ozzy,sürekli,kıçım kıçım diye inliyor.
geçen gece ir polis öldürdük.
ozzy,gırtlağına falçata soktu herifin.
sonra soyduk;makatına tıkadık tabancasını.
ben buna çok güldüm.kaçtık.şarap aldık yine.
ozzy,ezbere,allan ginsberg'in
"amerika" adlı şiirini okudu.
-ozzy, dedim, bu bir serüven mi?
-evde oturup televizyon mu seyretmek isterdin, dedi.
yürüdük.tren yolundaki sinyalizasyon ışıklarını taşa tuttuk.
sonra yuvarlandık kar içinde.
tırmaladık birbirimizi.bu çok sürecek.

bu sonsuza kadar sürecek.
biliyorum.bileklerimizi doğrayana kadar.
bıçaklanana kadar.
ahududu likörüyle birileri bizi zehirleyinceye kadar.
herkes dışarı çıkıncaya kadar.biliyorum.

ozzy, ağlıyor bazen.bir köşe.bir çukur.
açık kanalizastonda yüzünü yıkıyor ardından.
-gidelim, diyor, haklamamız gereken bir burjuva piçi var.
arabaları çiziyoruz.tamponları söküyoruz.

süpermarketlerden konserve çalıyoruz.ben en çok
yaprak dolması seviyorum. ozzy ise, sardalye.
bir apartmanın üçüncü katına tırmanarak
balkondaki fesleğen saksısını ele geçirdik.
harekat başarılı.bu çok sürecek.
gündüzleri bir oto tamircisinin yanında çalışıyorum.
ozzy'yi özlüyorum. o ise, bütün gün nietzsche okuyor.
notlar alıyor, esrarlı sigara içiyor.
örgüt planları yapıyor, şemalar.krokiler.
kedimiz "skinhead",uyuyor.bu çok sürecek.

bu sonsuza dek sürecek.
biliyorum. biz kravat takıncaya kadar.
devlet devrilinceye kadar

kim bilir belki bir oyun.
ebe, öldürülünceye kadar.

küçük ejderham ve ben
sokakta duruyoruz.

L.

Girit adasının egemeni kral minos'un eşi pasifae'nin bir boğayla ilişkisi olmuş.
bu ilişkiden, yarı boğa, yarısı insan olan minotaurus dünyaya gelmiş...Kral,bu utancını gizlemek için saray mimarını çağırarak buna bir çözüm bulmasını, bu yaratığı içinden bir daha çıkamayacağı bir yere kapatmasını, yine bu yaratığa yaklaşacak olanada yine aynı biçimde kaybolacağı bir yer yapmasını istemiş.Ve saray mimarı daidalos, insanın kaygılarından kaynaklanan karmaşıklığı taştani topraktan işleyerek yeryüzündeki ilk labirenti yapmış.



Siyah Prömiyer'O, anlar! 'a

İnanma, geçitin sonunda çıkış yokk
O iki çıplak adam da seni orada beklemiyorr
Sessizlik farklı bir anamnezdii
Son konuşan, ilk sözü etmiş demektirr

Bundan sonra yüzümde facia beslemeyeceğimm
Kalbimi blues zindanlarında boğdurdumm
Uzun bir yazıda gözden kaçan bir firari harfimm
Ne benle başlıyor kelime ne de benle bitiyorr

Bu gezegenin tozuyum kendimi yine sileceğimm
Sana gelmiyorum bu yara başka hastalıktann
Bir hatıra bile değilsin ben içeri girerkenn
Ben dışarı çıkarken fil mezarlığı artık yüzünn

Yüzümü yüzüne yeni yıkanmış kefenn
şeklinde seriyorum boyunca, iyii
Aşktan bana her mevsim çığ düşüyorr
Aşkın mı? böyle bir şarkı dinlemiştimm
Ne kimse söylüyordu ne de ben eşlik ediyordumm

Damdan dama atlarken düşen bir kedinin gözlerii
var işte şimdi kana batan yüzümdee
Yüzümü ellerinin arasına all
Hani tutarmış gibi bir sincap, cevizinii
İnanma, geçitin sonunda çıkış yokk
Ve dönme geri, arkadaki giriş de kapalıı
Senin yüzün benim yüzüme şüphesiz gizligeçitt
Benim yüzüm senin yüzünle paketlii
Bedenimi değil, bir tımarhaneyi sunuyorum sanaa
İçim cıvıl cıvıl deli çocuklar bahçesii
Kan falıma baktırdım bir vakte kadar ölüm görünüyorr
Ve deli gömleği gibi duruyor yüzüm kafatasımdaa
Hiç tanığım olmuyor hiç yaşadıkçaa
Ve içimdeki dava düşüyor sen içeri girerkenn
Ben dışarı çıkarken, anla, bambaşka bir inzivaa

Ante Mortem ŞarkısıBilinçsizce şekilleri birleştiriyorsun
yalnızca kesici bir alet edineceksin belki de..
Korkuyorum..
korkularım, geceyarıları uyanıp aya bakıyor
Ay, tanrının bıraktığı parmakizi gökyüzünde!

Ben, bu aşkta uzaya açılacağım yekpare,
diyorsun. giyinmişsin. kararlısın anlaşılan.
Sınırını izinsiz geçen kaç düşman askeri vardı ki sanki
Dur! Yabancı! Parola!
Hiçbir vahşi kurt
insana sığınmaz yaralandığında!
Parola: suskun kalakalan dudaklarda
vurularak yakalanmış firari bir sevgili..
hani
ecelle aramda gerili sestelleri
içinden süzülür ya
rüzgar gibi bir melankoli
diye yazmıştın, bilmem hatırlar mısın,
tanıştığımız gün çakıltaşlarını kaydırarak
bir ebru ustası edasıyla yalıçapkını denize..
İşte tam bu esnada, şimdi, ayrılırken
casus hatıra uçakları beliriyor ardı ardına
radar ekranı yeşil nemli gözlerinde!

Sonbahara takılmış bir ağaç
çığlık çığlığa nasıl düşürürse yapraklarını
Bir kelebek
nasıl saklarsa ruhunda meleklerin öldürdüğü bir tırtılı
öyle bir trajediyle
Öyle bir dönüşümle kabulleniyorum
kendi doğana sırnaşmanı!

Mutluluklar diliyorum sana yavrum
yalnızca kesici bir alet edineceksin belki de..
Bekliyorum..
bekleyişlerim, geceyarıları uyanıp aya bakıyor
Ay, suçlu bir tanrının robot resmi gökyüzünde!

Ben Seni Seviyorum Bunda Bir Kasıt Yokacınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden,
hüzün hastası bir hayvansın
şiddetli baş ağrılarıyla çalkalanan
çok kurak iklimlerde, büyük sinir krizlerinde
ağır işkence görmüş şehirlerde
saadetin zarif, adaletin ince.

bir miktar alkol ve ürperti alıyorsun
kelimelerin karardığı peşin hükümlerde.
şahsi sevişiyorsun şiddetin bütün bitki örtüsüyle.
gözlerin ucuz, tutkun ucuz, direncin ucuz
tehlikeli bir yalan gibi duruyorsun
ruh yoksulluğunun harikulade iskeleti üzerinde.

tutulamayacak yeminsin, yemin ederim,
her insana gerçek aşkı öğretecek bir külfetin var
ve
alelacele asılmış bir çocuk militan
gibi şaşkın ama onurlu bakıyorsun
yükseldiğin gökyüzüne.

ben seni ayakta alkışlıyorum
hep ayakta alkışlıyorum seni ben
yollarda yürürken alkışlıyorum
sinemalarda, üçüncü sınıf oyuncularda alkışlıyorum
afrika'nın içlerine doğru alkışlıyorum
vuruşurken alkışlıyorum seni ben
evet, hüzün hastası bir hayvansın
acınası tesadüflerle ayrılıyorsun
kainata gösterdiğin sahte hüviyetinden.

o nasıl bir hale
bana cimri, başkalarına bonkör bedeninde;
bir acı votka tadı yakalıyorum dilenen bakışlarında
'suçsuzum' diyorsun, 'tarzım bu' diyorsun
aç bir kurt gibi iniyor yüzüne hüzün
kirpiklerin alnına deyiyor
bende deyiyorum alnına cevapsız sorularımla
uykum geldi diyorum
seni sevmekten uykum geldi
jilete abanıyorum
korkuya abanıyorum
tek arkadaşım yok öbür tarafta çünkü!

çek perdeleri, kapat ışıkları
bu telaşlı yokoluşun fosforu aydınlatır bizi
uykum geldi diyorum
tutulamayacak yeminsin, yemin ederim
heryeri keserim, herkesi, herşeyi keserim
bıçağımı taşıyan elde kader çizgim de gizli!
bitiyor
sancıda safları sıklaştıran o garip haz bitiyor
bir kez olsun samimi bak
bak! gecenin eteklerine eşkiya ayrılıklar siniyor!

acınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden
ateşler içinde bırakıyorsun sana biriktirdiğim suyu
oysa hiç sansım kalmadı
yeniden doğmak için, bana ait olduğu belirtilen külden.

al bu külü de götür
al bu külü de götür, diğer taraflara üfle
muzaffer bir hain gibi ayrıl
tertemiz hayal hikayemden.


Aşk, Teknolojik Bir KelimeI.

Bu gece sana uğramayı düşünmüyorum.
Saadet diyorsun çünkü.
Saadet: Bir kilide sokulan anahtar.

Ya açarsın ya da kapatırsın.

Bir Organ Nakli Gibi Sevmiştim SeniBir organ nakli gibi sevmiştim seni;
Çürük gözlerine bağışlanan ellerim,
Yırtık dudaklarına bağışlanan şiirlerim..
Darmadağın kadınların,darmadağın ettiği erkekler gibi
Sevmiştim seni...
Çok eskitilmiş bir aşkın hatırlanması,
Sevgilinin resmi karşısında çocuksu bir iç kanaması
Aslında işin açıkçası;
Rüzgarın fırtınaya dönüşmesi gibi
Hayatına yönelik bombalı bir saldırı gibi
Geriye çekilirken herkesi öldürmek gibi

Sevmiştim seni...
Ruhum kan kaybederken nasıl tutarım seni şimdi deniz gibi,
Neticesi olmayan herhangi bir sebep gibi
Ortalık yerde durup dururken
Sevmiştim seni...
Atlara kalırsa çoktan kaybettik savaşı,
Mızraklar kırıldı,kalkanlar delindi,ganimetler paylaşıldı.
Kasaba meydanında birbirini dövmekten
Yorulan iki kovboy gibi,
Bir tabancanın namlusuyla tetiğiyle,
Kendisinden farklı,
Kendisinden ayrı,
Bir silahın şarjöründe tanışan iki soğuk mermi gibi,
Aynı bedene sıkılan iki el kurşun gibi,
Katille kurban arasında o birkaç saniyelik telaşla
Sevmiştim Seni...

Anneler Oğullarını AffetmezAnnemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
Annemin cenazesinde kılmadığım namaz kadar masum
Annemin mezartaşındaki imla hataları kadar sarhoş
Annemin vasiyetindeki,
'Oğlumu benim yanıma gömmeyin sakın' maddesi kadar sevecendin.

Bazı eski romanlar
'Yıl bin dokuz yüz bilmem kaç' diye başlardı,
ben çocukluğuma, çocukluğumun çocuk romanına,
senin oyuncaklarını kırarak başladım.
Ben her sonbahara hep yaz'ı kırarak başladım.
Yazları kırarak sonbaharlara başlamak...
Bunlar benim sevişirken kaybettiğim savaşlardı!

Firari bir aşka saklanacak kalp bulmak
Anneme talip olan yalnızlığın sorumluluğundaydı.
Belki o kadının ölüm nedeniyle ısınan gözlerinin,
uzak şehirleri hatırlatan soğukluğunda
bir kalp bulmak
bir kalbe çevrilmeyeek bir teklif sunmak
okyanusları birleştiren hayali aradenizlerin sonundaydı!

Ah, nasıl unuturum,
Ah ben nasıl unuturum ki
annem lohusayken karnına bir gül koymuştu!
Gül bu
durur mu hiç yerinde
annemin karnına yepyeni bir rahim oymuştu!
Benim çıktığım rahim, cehennem
gülün oyduğu rahim, cennet!
Bütün bu mağaraların demir zemberek kapılarında
babamın spermlerinin yazdığı metinler
kutsal ihanet metinleri, kutsal cehalet yeminleri,
ölü kardeşlerim
doğmamış kardeşlerim
doğmamış melek kardeşlerim, peygamber kardeşlerim, cin kardeşlerim
hepsi,
ama hepsi, karanlığın serseriliğinde pervasızca donmuştu!
Annemin öldüğü gece kazıdım kafamı!
Kazıdım kafamı kafatasıma kadar! ,
Siyah bir tişört giydim, siyah bir pantolon
siyah çoraplar ve siyah botlar
simsiyah bir palto giydim! Simsiyah bir gece giydim yüzüme!
Sana geldim yas tutar gibi
Sana geldim yağmur altında, bütün atları yaralı bir posta arabası gibi
Annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
'Beni annemin yanına gömme sakın' dedim sana
'Beni hiç gömme, ben hep burda kalayım'
'Bu evde çürüyeyim seni ıhlamur kokan yatağında'
'bu evde dökülsün etlerim
yaz'ı kırarak sonbahara başlayan bir ağacın döktüğü yapraklar misali'
Annemin elini öper gibi öptüm yine seni dudaklarından
sonra alnıma götürdüm dudaklarını ince ince, kibarca
'Affet beni anne' dedim
'Affet, tüm bunlar bir ölünün hayatta kalma heyecanından! '

İnsan Telefon Defterini Temize Çekerken Bazı İsimleri Eski Defterinde BırakırOnlar artık birdaha asla aranmayacaktır.Garip bir hüznü barındıran bu
silik isimlere bakılır bakılır.Kimi okuldan sınıf arkadaşınızdır, kimi
çok çabuk unutuverdiğiniz bir sevgili, kimi bir cafede aylarca herşeyi
ama herşeyi paylaştığınız birisi; yada istifa ettiğiniz bir yerden bir
arkadaşınız! Soyadları sorulmamış birsürü hatırlanmayan isimde vardır
defterde; ve şüphesiz üstünde isim olmayan telefon numaraları korkunç
bir operasyonla onlarca hayat, onlarca güzellik bir çırpıda ortadan
kaldırılır.

İNSAN TELEFON DEFTERİNİ TEMİZE ÇEKERKEN BAZI İSİMLER ÜZERİNDE DURUR.

Onca zaman sonra birkez arasanız, sesini duysanız... Ona edilebilecek
bir çift sözünüz yoktur! Birlikte gittiğiniz filmler, meyhaneler, evler
birbirinizi yıllar sonra özlemenizi sağlayacak sevgiyi aşılamamıştır
size.Yalnızca bir isİmdir şimdi o.Temize çekerken atlarsınız
hemen.Derhal çevirirsiniz sayfayı telaşla, alalacele.Oh, isim geçmişte
kalmıştır.

İNSAN TELEFON DEFTERİNİ TEMİZE ÇEKERKEN HAYATINIDA SORGULAR!

Hangisi ihanet etmiştir, hangisi yalvarmıştır kendisini bırakmamanız
için; hangisinin birsüre sonra arkanızdan konuştuğunu duymuşsunuzdur;
hangisi sizi en güzel öpmüştür; hangisi rüyalarınıza girmiştir, hangisinin
ayak parmakları ilginizi çekmiştir, hangisine hediye alırken zorlanmışsınızdır, hangisiyle en hararetli tartışmalara girip kavga etmişsinizdir, hangisi için
sabahlara kadar içip içip ağlamışsınızdır? ! ...

Doğrular, yanlışlar, hatalar, tutkular!

Birlikte EDİP CANSEVER okuduğunuz o insanlar, solmuşlardır.

İNSAN TELEFON DEFTERİNİ TEMİZE ÇEKERKEN YALNIZLIĞINIDA KANITLAR.

Bütün bu insanlar şimdi nerede, ne yapmaktadırlar? Saat elbette
dört'tür! Paradoks, labirent, koni, tüm bilimsel ifadeler ve mentalite tersine
dönmüştür. Ters dönmüşüzdür. Bu tekbaşınalık ve bu isim katliamı
aslında size ters gelir... Çalan telefona bakarsınız.Acaba? Acaba telefon
defterini temize çeken bir arkadaşınızın son anda kurtarma çabası mıdır?

Bir iki kırık sözcük, yarım yamalak bir buluşma, belki...

Bilemezsiniz...

LÜTFEN, AMA LÜTFEN TELEFON DEFTERLERİNİZİ KAYBETMEYİNİZ...






#25 - Ağustos 08 2009, 01:05:34

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.